Amerika Doğu Piskoposluk bölgesinin Başepiskoposu Khajag Barsamian’la kişisel yaşantısından, Türkiye patrik seçimlerine birçok konunun konuşulduğu bir söyleşi..
Bugün, ABD ve Kanada’da yaşayan, yaklaşık bir milyon Ermeni’den biri olarak, New York sokaklarında, randevuma yetişmek için hızlı adımlarla yürürken, 1834 yılının başlarında, eğitim amacıyla gelen Ermenileri düşündüm. Onlar da aynı sokaklarda, aynı göğün altında yürümüşlerdi. 1880-1890’larda Osmanlı İmparatorluğu’nun baskıcı yönetiminden kaçmak için göç edenlerin ruh hallerini düşünerek, yabancı oldukları bu topraklarda, nasıl yaşadıklarını merak ettim. 1915 sonrasında gelenlerin psikolojik durumlarını hatırlamak bile istemedim. 1950’lerin başından 1980’lere kadar, Ortadoğu’daki politik istikrarsızlıkların artmasıyla, Lübnan, İran ve Irak olmak üzere birçok ülkeden, bu özgür topraklara göç eden Ermeniler gözümün önünden geçti. Yüzlerce yıl geçmesine rağmen bizler, Amerika’ya göç etmeye devam ediyoruz. Tarihi bilgiler hafızamı meşgul ederken, Amerika Doğu Piskoposluk bölgesinin Başepiskoposu Khajag Barsamian’la yapacağım röportajın heyecanını yendiğimi fark ettim. Kendimi, Aziz Vartan Ermeni Katedrali’nin kapısı önünde bulmam da uzun sürmedi.
Sıcak bir karşılamayla, üst katta bulunan, huzurun hâkim olduğu, iyi aydınlatılmış bir salona alındım. Kısa bir bekleyişin ardından, ruhani liderimiz Sırpazan Khajag Barsamian, sıcak gülümsemesiyle içeri girdi. Ardından, kişisel yaşantısından, Türkiye patrik seçimlerine değin birçok konuyu konuşacağımız röportajımıza başladık
Sizi tanıyabilir miyiz?
Arapkir doğumluyum. Babam, bizim Ermeni kilisesine gitmemizi ve Ermeni okulunda eğitim almamızı istediği için, ailece İstanbul’un Gedikpaşa semtine taşındığımızda henüz altı yaşındaydım. Arapkir’de kiliseler vardı. Ancak, 1915 tarihinden sonra, bu kiliselerin tamamı harabe olmuşlardı. Erkek kardeşimle beraber, İstanbul’da Mesrobyan Okulu’na gittik. Her sabah, kilisede şabig giyer, sonra okula giderdim. Kilisede, Kahana Der Tavit, bana ve benim gibi tüm çocuklara, hep destek oldu. İlkokulu bitirdikten sonra, Bezciyan Okulu’na gittim. Daha sonra Başpiskopos Şınorhk Kalustyan, benim Surp Haç Okulu’na kabul edilmemi sağladı. Çünkü okula sadece Anadolu’dan gelen öğrenciler gidebiliyorlardı. Oysa ben, ailemle İstanbul’da yaşıyordum. Kendisini ve Der Tavit Kahana’yı tanıdığım için çok şanslıyım. Ailem, küçük yaşta din adamı olmak istediğimi fark etmişlerdi. Annem anlatırdı, 3-4 yaşlarındayken, bir örtü alıp, pelerin şeklinde üstüme koyarmışım. Arapkir’de kilise olmamasına rağmen, içimdeki din adamı olma isteğimi, bu şekilde gösterebilmişim. Orta okuldan mezun olduğum 1967 yılında, Kudüs’ten Garabet Kahana gelmişti. İstanbul’dan Kudüs’e öğrenci götürecekti. Ben de gidecekler arasında yer almak istedim. Bu konuda Başpiskopos Şınorhk Kalustyan beni teşvik etmiştir. Ailem gitme kararıma önce karşı çıktı. Ancak babam, “Oğlum sana güveniyoruz. Evden uzaklaşmanı istemiyoruz ama daha sonra, bana engel oldunuz da demeni istemiyoruz” dedi. Ağladığına tanık olmadığım babamı, ilk kez o gün ağlarken gördüm. Babamın hayır duasını alarak, içinde Ateşyan Sırpazan, Viken Sırpazan, Hayr Manuel gibi isimlerin de yer aldığı, yirmi kişilik grup içinde, gemiyle Kudüs’e gittim. Dört yıllık eğitim sonunda, 1971’de, benimle beraber, okuldan altı kişi mezun oldu. Ardından, eğitimime Amerika Birleşik Devletlerinde devam etmek istedim. O dönemde ABD’de Sırpazan Torkom Manugyan vardı.
Türkiye’de, bir yıl Şınorhk Badriark ile çalışma şansım oldu. Kendisini tanımak, benim için çok önemli bir deneyimdi. Ermeni halkı tarafından çok sevilen ve sayılan, ruhani bir liderdi. Kendisi, Eçmiadzin’den sonra, Anadolu Ermenileri için bağış toplamak amacıyla, Avrupa’ya ve oradan da Amerika’ya gidecekti. Beraber gitmeyi teklif etti. Şınorhk Badriark, Anadolu’dan Ermeni aileleri İstanbul’a getirip, onları vaftiz ediyordu. Birçok kişiyi de evlendirdi. Kendisiyle Haydarpaşa’dan trenle Kars’a gittik. Sivas, Kayseri gibi şehirlerde Ermeni aileler tarafından karşılandık. Şınorhk Badriark Sivas’ta bize gelen ekmeği, Eçmiadzin’de Vasken Katolikos’la yenen yemekte sunarak, Sivas Ermenilerinin kendisine gönderdiklerini söyledi.
Yafa ve Hayfa’da görev aldım. ABD’de ilahiyat yüksek lisansımı tamamladım. Minneapolis’te St. John Üniversitesi, ardından İngiltere’de Oxford Üniversitesi’ne bir dönem devam ettim. Roma’da ikinci yüksek lisansımı ve doktoramı yaptım. Eğitimlerimin hepsi, bana çok iyi tecrübeler kazandırdı. ABD’ye döndüğümde Torkom Sırpazan’ın yardımcısı olarak görev aldım. 1990 tarihinde kendisi Kudüs’e Badriark seçilince, yerine ben geçtim. Ve o tarihten itibaren de bu görevde bulunuyorum.
“Büyük annem içinde hiçbir zaman nefret barındırmadı. İnancınız varsa, acınız olsa dahi, içinizde nefret beslemezsiniz. Eğer bugün, ruhani bir lider olduysam, bunu büyük anneme borçluyum. Ruhsallığım ondan gelir.”
Ruhani lider olma yolculuğunuzda, sizi etkileyen biri oldu mu?
Beni etkileyen en önemli kişi büyük annemdir. Kendisi, yeni evlenmiş bir gelin ve üç aylık hamile bir anne adayı iken, tek kalıyor. Büyük babamı bir gece vakti evden alıyorlar ve dedem bir daha dönmemek üzere gidiyor. Arapkir’de ailenin tüm erkekleri bu şekilde gidiyor ve gelmiyorlar. Babam dünyaya geldiğinde, babası yoktu. Ama “Annem, bana hem anne, hem baba oldu” dediğini çoğu kez duyduk. Bulunduğumuz yerde, daha önce söylediğim gibi kilise yoktu ama evimizde, adeta bir kilise vardı. Büyük annem, kardeşime ve bana dualar öğretirdi. Yemeklerden ve uyumadan önce dua etmeyi ihmal etmezdik. İstanbul’da kiliseye gittiğimiz zaman, her şey bize çok doğal gelmişti. Çünkü dini gereklerimizi Arapkir’de de, büyük annem sayesinde, yerine getiriyorduk. Çok zorluklardan geçmesine rağmen, büyük annem içinde hiçbir zaman nefret barındırmadı. Bunun bir tek açıklaması vardı. O da, inancına sıkı sıkı bağlı olmasıydı. Eğer inancınız varsa, acınız olsa dahi, içinizde nefret beslemezsiniz.
İsa Mesih, haça gerildiği zaman “Baba onları affet. Ne yaptıklarını bilmiyorlar” dedi. Kendisi de acıyı yaşamasına rağmen, onlar için Babasından af diledi. Buradan alacağımız ders çok önemlidir. Eğer bugün, ruhani bir lider olduysam, bunu büyük anneme borçluyum. Ruhsallığım ondan gelir.
Der Tavit, herkes tarafından sevilen, çok özel, ruhani bir insandı. Gedikpaşa’da, bazen Türkçe vaazlar verir, kendisini dinlemeye, Türkler de gelirdi.
Karekin Haçaduryan Badriark, müstesna bir ruhaniydi. Fiziksel olarak küçük, ama beyin olarak ve ruhsallık olarak çok büyük bir insandı.
Şınorhk Badriark keza öyle çok değerli, kibar, herkes tarafından sevilen ruhani bir liderdi.
Ermeni olmayan, tanıma imkânı bulduğum tüm profesörler benim için birer nimet oldular. Çok değerli, iyi insanlar tanıdım ve kendileriyle çalışma imkânı buldum.
“Bir grupla ABD’den Anadolu’ya gitmiştik. Bana, Ahtamar Kilisesi’nde ayin yapma şansı verildi. Benim için üzücü bir andı. Çünkü gözümün önüne, geçmişte buraya dua etmek için gelen inançlılar geldi. Ayinden sonra dışarı çıktığımda, aydınlık bir ufuk gördüm. O anda, içime bir umut doğdu.”
Ermeni cemaati için farklı yerlerde görev aldınız. Başınızdan geçen ve sizin için önemli olan bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
Bir grupla ABD’den Anadolu’ya gitmiştik. Bana, Ahtamar Kilisesi’nde ayin yapma şansı verildi. Benim için üzücü bir andı. Çünkü gözümün önüne, geçmişte buraya dua etmek için gelen inançlılar geldi. Ayinden sonra dışarı çıktığımda, aydınlık bir ufuk gördüm. O anda, içime bir umut doğdu. Geçmişte, inançlılar Ahtamar Kilisesi’ne, Allah huzurunda temizlenmek için nasıl geldilerse, şimdi de Amerika, İstanbul, Ermenistan gibi dünyanın farklı yerlerinden, inançlılar gelmişlerdi. O anda geleceği gördüm. Öyle bir duygu kapladı ki içimi sanki kanatlarım vardı ve uçuyordum.
Unutamadığım anlardan biri de, Şnork Badriark ile 24-25 yaşlarında, Eçmiazdin’e geldiğimizde, içimde hissettiğim mutluluktur.
Keza Papa’yla yan yana gelmem ânım özeldir. Katolikos I. Karekin ile Papa II. Ohannes Boğos yakın arkadaşlardı. Katolikos I. Karekin, Papa’yı Ermenistan’a davet etmişti. Ancak kendisi hastalanınca, daveti iptal etmek zorunda kaldı. Çünkü durumu çok ağırdı. Beni yanına çağırdı. Konuşamıyordu. Bir not yazarak, Papayı ölüm döşeğinde olduğu için kabul edemeyeceğini ve bunu kendisine benim bildirmemi istedi. O sırada Papa, Polonya’daydı. Papayı tanıma imkânım oldu. Kendisine yakındım. Polonya’ya gidip notu ilettiğimde, elimi tutup “Katolikos I. Karekin’e kendimi çok yakın hissediyorum. Onun için ne yapabilirim?” diye sordu. Ben de kendisinden Vatikan’a dönmeden, Eçmiadzin’e gelip Katolikos için, bir iki saat dua etmesini rica ettim. “Bunu yapmalıyım” diyerek kabul etti. Programına dahil olmamasına rağmen, Eçmiadzin’e gelmesini hiç unutmam.
Ermenistan bağımsızlığına kavuştuğunda, Birleşmiş Milletler binası önünde, Ermenistan bayrağını göndere çıkarken kutsamam da benim için özel anlardan biridir.
Kardeşimin evladının evliliği, çocukların vaftizleri de hep beni mutlu eden olaylardır.
ABD’de Ermeni kimliğini koruyarak yaşamanın şartı nedir?
Kişi önce, kendine ne olduğunu sormalıdır. Kanımın yüzde kaçı Ermeni’dir, bilemem. Kesin değerlerle bunu ortaya çıkarmak zordur. Ermeni olduğumuzu söylüyoruz. Burada önemli olan “Ben kimim? Ben neyim?” sorusuna, kendimizin verdiği cevaptır. Kendi kimliğinden emin olan, başkalarına da açık olur. Bu psikolojik bir durumdur. Bazen, “Ermenice bilmeyen, Ermeni değildir” denildiğini duyuyoruz. Bu bana göre yanlış. Ermenice konuşamayan, çok değerli Ermeniler tanıyorum. Sadece Türkiye’de değil, Fransa ve ABD’de de Ermenice bilmeyen, Ermeniler var. Bu tür sınırlamalar koymak yanlış olur. New York ve New Jersey’de kiliselerimiz, Ermenice eğitim veren okulumuz ve geniş bir toplumumuz var. Ancak ABD’de öyle yerler var ki, Ermeni kimliğini, pazardan pazara kiliseye giderek yaşayan insanlarımız mevcut. Haftanın bir iki günü verilen eğitimle, çocuklardan tam anlamıyla Ermenice öğrenmelerini bekleyemeyiz. Burada en önemli unsur, insanlarımızın, “Bu dil benim dilim” ve “Bu kilise benim inancım, benim tarihim” deyip bunu hissetmeleri ve gurur duymalarıdır. Bunun da ötesinde, iyi bir insan olmak çok önemli.
Genç neslin, geleneksel inancımızı günümüzde aynı ruhla yaşatabildiklerine inanıyor musunuz? Bunda kiliselerin rolü nedir?
Amerika tüm dinleri, dilleri ve kültürleri kendi içinde barındıran bir ülke. Pota (melting pot) tanımlaması da buradan gelir. Amerika tüm kimliklere, dillere, dinlere, inançlara özgürlük tanıyor. Özgürlüğünüzü yaşarken, öte yandan çok da kolay kaybedebiliyorsunuz. Kimliğinizi korumak, sizin elinizde. Buna siz karar veriyorsunuz. Amerika’da, Ermeni kimliğinin ayakta kalabilmesinde, kiliselerin çok önemli rolü var. Ermenilerin, gittikleri yerlerde ilk yaptıkları şey, kilise inşa edip etrafında toplanmak olmuştur. Amerika’da, Ermeni kimliği kiliseler sayesinde korunmuştur.
Zaman içinde, olgular, arkadaşlıklar, her şey değişiyor. Kiliselerimiz de zaman içinde modernize oldular. İnancımızı anlatmak ve yayabilmek için rahiplerin, ruhani liderlerin önemi büyük. Bizler, bu konuda şanslıyız. Çünkü çok iyi hazırlanmış ruhanilerimiz var. Gençlerimiz onlarla arkadaş gibiler ve soru sorma konusunda, gençlerin rahat hissetmelerini sağlıyorlar. Ayrıca dijital medyadan faydalanıyoruz. Üç dakikalık kısa videolarla, inancımızın değerini anlamalarını sağlamak istiyoruz.
Ermeni kilisesinde olan denge unsurunu, gençlerimiz bilmeliler. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, kilisemiz yargılayıcı olmamıştır. Bizim inancımızdan olmayanları yargılamıyoruz. Kendimize şunu soruyuz: “Ben kimim ki, onun inancını yargılayacağım?” Eğer Ermeni büyüklerimizin hayatlarını okursanız, şunu görürsünüz: “Ermeni kilisesi dışında kurtuluş yoktur” demezler.
İstanbul’un fethinden sonra, Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu döneminde önemli mevkilere geldiler. Kudüs’teki haklarımız o dönemde verildi. Bizler birçok ülkede yaşadık ve hâlâ yaşıyoruz. Bulunduğumuz her ülkede değer gördük. Bize güveniyorlar. Çünkü insanları olduğu gibi kabul ediyoruz.
Yine Ermeni büyüklerimizin hayatlarını okursanız, çok güzel şeyler öğrenirsiniz. Mesela kürtaj konusu, günümüzde, kiliseler için önemli bir sorun. Ermeniler, kürtaja karşı konuşmaktan ziyade, hayatın Allah’ın bize bir armağanı olduğuna inanırlar. Kişisel bilincin gelişimi önemlidir. Kişinin kendi bilinci gelişmişse, o bilinçle kendi kararını alır. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu, bu gelişmiş bilinç belirler. Bu kilisemizin ruhunu oluşturan unsurdur. Toplumumuza ve genç kuşağa, bunları aktarmak önemli. Ruhani önderler, günün şartlarına uygun bir şekilde, geleneklerimizi genç kuşağa aktarmaları için iyi hazırlanmalılar ve bunları topluma aktarmalılar.
Dinler arası hoşgörü ve saygı sizce mümkün mü? Bu konuyla ilgili herhangi bir projede yer aldınız mı?
Dinler arası hoşgörü ve saygı mümkündür. Çünkü tüm dinler Allah’ı tanır. Üç din de eski ahittir. Allah’a ne kadar yaklaşırsan, insana o kadar yaklaşırsın. Her dinin kendine özgü kuralları vardır. Önemli olan insanın, Allah’ı kendi içinde yaşatmasıdır. Kötülüğü, biz insanlar yapıyoruz. Allah kötülüğü yaratmadı. Allah bize özgürlük vermiş. Mesela, bir ateş var. Dokunursak elimizin yanacağını biliriz. Buna rağmen, bilerek ateşe dokunuruz ve acı hissederiz. Problemleri yaratan, biz insanlarız.
Bir rabbi (Yahudi din adamı) tarafından kurulan, ‘The Appeal of Conscience Foundation’ üyesiyim. Biz, Yahudi, Hristiyan ve İslam dininden ruhaniler, bu çatı altında bir araya geliyoruz. İnsanlar Allah’a olan inancını istedikleri şekilde yaşasın istiyoruz. ‘The Appeal of Conscience Foundation’, İstanbul’da da iki konferans yaptı. Tüm dini liderler, İstanbul’da buluştular. Türkiye Diyanet İşleri Başkanı da konferansta bulundu. Azerbaycan Şeyhülislamı, benimle Türkçe konuştu. Kendisiyle arkadaş olduk.
Bir anımı hatırlıyorum. ABD’den 70 kişilik bir grupla Gaziantep’e gitmiştik. Rehberimiz, bizi daha önce kilise olan ve sonra camiye çevrilen, çok eski bir yapıya götürdü. Ayakkabılarımızı çıkarıp içeri girdikten sonra, elli yaşlarında bir imam, yanımıza geldi. Önce kendimi tanıttım. Çok sıcak davranarak bize, caminin hikâyesini bilmek isteyip istemediğimizi sordu. Buna çok memnun olduk. Rehberimiz de, söylenenleri İngilizceye tercüme etti. Binanın nasıl yapıldığı ve kimin yaptığı konularında ayrıntılı bilgi aldık. Caminin imamı, “1922 yılında, Fransızlar bölgeden çekilince, Ermeniler de ayrıldılar” dedi. Gruptan biri, “O olay öyle olmadı” deyip anlattı. Çok kibar bir insan olan imam, “Ben böyle biliyorum. Verdiğiniz bilgi için teşekkür ederim. Eğer bir kaynak veya bir kitap varsa bana gönderirseniz çok mutlu olurum. Bir dahaki sefere doğru anlatırım” dedi. Konuşma esnasında kendisine, dua etmek istediğimizi söylediğimizde, kabul etti. Hep beraber Hayr Mer duamızı ettik. Hüzünlü bir andı. Kendisi de bizden sonra Türkçe dua etti. Orada Allah’ın, bizlerle beraber olduğunu hissettim.
Ermeni yazarlarımızdan biri, bir makalesinde Hrant Dink’ten söz ederken Surp (aziz) tanımlamasını kullandı. Bir konuşmanızda, Martin Luther King ve Gandhi gibi Hrant Dink’in de kendi toplumu için çok önemli bir insan olduğunu söylediniz. “Hrant Dink bir azizdir” diyebilir misiniz?
Aziz olmak başka bir şey, kahraman olmak başka bir şeydir. Bir insan çok zeki olabilir, kahraman olabilir. Ancak azizlik, tamamen farklıdır. Aziz olan Allah’ın yolunda gider. Allah o kişinin içinde yaşar. Bunu Allah bilir, ben bilemem. Ama Hrant Dink bir kahramandır. Misyonuyla, Türk toplumunda farkındalık yarattı. Her zaman söylediğim bir şey var. Sorunların kapanabilmesi için, masaya konması gereklidir. Bu korkmadan, konuşmaktan çekinmeden yapılmalıdır ki, sona ersin. Gelecek adımları daha rahat atabilmek, yapacağımız kapanışa bağlıdır. Hrant’ın yapmak istediği tek iş buydu. Tek isteği, kardeşliğin ve barışın sağlanmasıydı.
Tarih sayfalarında yazılanları kabul etmeliyiz. Ben, kişi olarak, kendi hatalarımı kabul edip özür dilersem, zayıf olmam. Aksine, güçlü insanlar, çekinmeden özür dileyen insanlardır.
‘Tek isteğim, Ermeni toplumunun kendi Patriğini seçmesi’
Türkiye Patrik seçimlerinde son yaşanan gelişmeler konusunda ne düşünüyorsunuz?
Görüşlerim, gazetelerden okuduklarımdan ibaret. Okuduklarıma dayanarak, yapılması gerekenlerin doğru yapılmadığını söyleyebilirim. Bu konuda tarafsız olmak gerekir. Doktor raporlarına göre, Türkiye Patriklik koltuğunun boşaldığı söylendi. Ancak Türk yönetimine göre Badriark Mesrop Mutafyan’dır. Türkiye Ermeni Vakıflar Birliği Başkanı Bedros Şirinoğlu’nun, Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan ile bir görüşmesi oldu. Gazetelerde yazılanlara dayanarak, bu ikili görüşmede Cumhurbaşkanı’nın, seçim için bekleyin, referandum sonrası yapın dediğini öğrendik. O halde, neden değabah seçimleri yapıldı? Biraz daha beklenseydi. Ayrıca, Cumhurbaşkanı ile yapılan toplantıda böyle bir soru neden soruldu? Don Kişot’luk mu yapılıyor? Bir mektup geliyor ve toplantı olmasın deniyor. Neden toplantı oluyor? Bütün bunlar Ermeni cemaatinin bir karmaşa içinde olduğunu gösteriyor.
Türkiye Patrik seçimi adaylarından Episkopos Sahak Maşalyan’ın istifasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maşalyan’nın istifası, kendi kararıdır. Neden istifa ettiği konusunda bir şey söyleyemem ama çok iyi bir ruhanidir. Bu dönemde kendisiyle görüşmedim. Yazmış olduğu mektubun, birikim sonucunda kaleme alındığını düşünüyorum. Bazen biriktirdiğimiz hislerimizle bir şey yaparız ve sonra yanlış yaptığımızı görürüz. Kendisini çok iyi tanırım. Sahak Sırpazan da, yazısından dolayı daha sonra kötü hissetmiştir. Şu an, karışık bir durum söz konusu. Fakat en kısa zamanda aşılacağına inanıyorum. Daha düşünceli yaklaşıp, egolarımıza yenik düşmeden, cemaatimizin çıkarlarını kollamalıyız.
Değabah seçimi yapıldı ama devlet bir yazıyla sürece müdahale etti ve patrik genel vekilinin görevinin başında olduğunu, seçim için kendilerinden izin alınmadığını belirtti. Sizce devlet patrik seçimine bu çapta müdahale etmeli miydi?
Burada devletin bir müdahalesi yoktur. Daha önce de söylediğim gibi, okuduklarıma dayanarak, devlete, Patriklik koltuğunun boş olduğu bilgisi verilmemiş. O yüzden, burada müdahale yoktur. Türkiye’de yaşıyorsanız, kurallara saygı duyup, uymak zorundasınız. Ermenistan’da olduğu gibi. Sorunlar şikâyet edilerek çözülemez. Aksine daha derinleşir ve kaos yaratır. Sakin olmalıyız. Bana göre değabah toplantısı olmamalıydı. Eğer, bir mektup geldiyse, üç Sırpazan yönetime gidip, koltuğun boş olduğunu ve kilise kurallarına göre de, bir patrik seçmeleri gerektiğini söylemelilerdi. Yanlışlar, toplumumuz için zararlı olur. Zaman sorunu çözecektir.
Başepiskopos Aram Ateşyan'ın tüm bu süreçteki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Orada olmadığım için bilmiyorum. Ama bazen, kızgınlıkla, bazı adımlar atarız. O adımlar, ateşin üzerine yağ dökmek gibi bir etki yaratır ve ateşi alevlendirir. Burada kimsenin tarafını tutmuyorum. Hepsi benim ruhani kardeşlerimdir. Tek isteğim, Ermeni toplumunun kendi Patriğini seçmesidir.
Patrik seçimlerinde adaylığınızı koymayı düşünüyor musunuz?
Hayır, ben adaylığımı koymayı düşünmüyorum. Türkiye’den 50 yıl önce ayrıldım. Türkçeyi unuttum. Ben, dışarda daha faydalı olacağıma inanıyorum. Her kim Patrik seçilirse, onun yanındayım. Çünkü o çok önemli bir koltuktur. Benim için İstanbul Ermeni Cemaati, çok değerli bir cemaattir.