Ne hikmetse, tam da referandum yaklaşırken, büyük televizyon kanalları, asker ve polisi merkeze alan ‘kahramanlık’ dizilerini peş peşe yayınlamaya karar verdiler. Bunlardan ilki Pazartesi akşamı Kanal D’de ‘İsimsizler’ adıyla gösterime girdi. Bunu Star ve Fox TV’e yayınlanacak dizilerin izleyeceği anlaşılıyor. Hal böyle ama buraya gelmeden önce şuna dikkat çekmek gerekir ki, bir zamandır televizyonlarda ‘dizi’ adı altında hamaset, milliyetçilik ve kurmaca bir tarihle övünme gayesine hizmet eden propaganda filmleri yayınlanmakta. Özel bir gayret sarf etmesem de, bunlardan gözüme takılanlar şunlar: ‘Diriliş’ Osmanlı’nın kuruluş dönemini, ‘Payitaht-Abdülhamit’ ise Osmanlı’nın dağılma dönemini merkeze alıyor. Abdülhamit için geçtiğimiz haftalarda arkadaşımız Emre Can Dağlıoğlu kapsamlı bir eleştiri yazısı kaleme aldı Agos’ta, o yüzden bu konuya girmiyorum ama burada Abdülhamit’in devrilmesinde ‘gayri millî’ unsurların rol oynadığı yönündeki klasik İslamcı komplo teorilerinin tekrar gözümüze sokulduğunu söylemek gerek.
Ama aslında liste bu kadar değil. Show TV’de haftalar boyunca ‘Cesur Yürek’ diye bir dizi yayınlandı mesela. Çok izlenmediği için olsa gerek, önceki hafta final yaptı ama rating listelerinde ilk 20’ye de giriyordu. Dizi, mafya liderleri arasındaki gaddar hesaplaşma üzerinden Batı’nın, bilhassa CIA’in Türkiye üzerindeki oyunlarını konu ediniyordu. Diziye göre Türkiye’nin Ortadoğu’da öncü rol onamaya başlaması üzerine Batı, özel olarak da CIA devreye giriyordu ve konu her nasıl oluyorsa yine Kutsal Kâse benzeri bir iş peşinde olan İsrailliler üzerinden de açıklanıyordu. “Bütün bunlar aynı dizide nasıl oluyor?” demeyin, oluyordu işte.
‘Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ ise hâlâ izlenen bir dizi. Ne zaman denk gelsem, mafya babaları (‘konsey’) oturup CIA’in Türkiye üzerindeki planlarını tartışmakta ve CIA ile nasıl savaşacaklarını değerlendirmekteler. Yine bu hafta final yapan ‘Sevda Kuşun Kanadında’ dizisinde, 1980 öncesi ortam konu ediliyor ve –anladığım kadarıyla– sol-sağ çatışmasının yine ‘dış güçlerin oyunu’ olduğu tezi işleniyor(du).
Başta bahsettiğim ‘İsimsizler’i şimdilik bir kenara ayıracak olursak, tüm bu dizilerde rağbet gören görüş, Türkiye’nin bir sütten çıkmış ak kaşıklar ülkesi olduğu ve her şeyin dış güçler tarafından organize edildiği. Yani Türkiye’nin tüm meselesi, bu ‘büyük oyun’u anlayamamak. Bu fikre bakılacak olursa, Türkiye’de kendi kendine işleyen hiçbir dinamik yoktur. Dış güçler oyunu kurar, buradaki işbirlikçileri ortamı hazırlar, saf milletimiz de oyunu oynar.
Bu görüş kendi mantıki sonucuna götürüldüğüne ürpertici bir toplum tasavvuru ortaya çıkıyor. Yani, düşünebiliyor musunuz, dış güçler devreye girmese biz her halde padişahlıkla yönetilecektik ve siyasi-toplumsal dünyamız ve tasavvurumuz 1690’ları, bilemedin 1800’leri geçmeyecekti. İster istemez bu mantık çıkıyor çünkü söylenenlerden. Statik, muktedir izin vermediği sürece hiçbir yöne hareket etmeyen, yukarıdan ne gelirse ona inanan, ‘Devlet-i Âli’nin çıkarlarından başka bir şey düşünemeyen, hareketsiz bir toplum.
Şimdi bu, elbette mümkün değil. Hiçbir toplum böyle yaşayamaz. Her toplum kendi bağrında farklı dinamikler taşır, bu dinamikler şartlar olgunlaştığında harekete geçer ve toplum dediğimiz şey böyle değişir.
Bu, cari siyasal İslam zihniyetinin işine gelmediğinde, lanetlenecek bir durum oluyor. Abdülhamit meselesine döneyim; 1900’lerin başı, bütün dünya çalkalanıyor (aslında savaşa gidiyor), dolayısıyla Osmanlı da çalkalanıyor, çatırdıyor, dünyanın gidişatı bu, ama bu zihniyete bakarsanız her şeyi Yahudiler-Masonlar organize ediyor. Koca bir toplumun, toplumu oluşturan milletlerin, ulusların, sınıfların hiçbir özlemi, talebi olamaz. Mantık bu.
Atlayalım günümüze. Şimdilerde yeniden revaç bulan bir görüş var: ‘Evet’ propagandası için icat ettikleri “Devlette çift başlılık olmaz” teorisi. Yani kendi başbakanına bile katlanamayan bir cumhurbaşkanının ülkeyi ileri taşıyacağına inanmamız isteniyor. Yakın tarihten verdikleri örnek şu: Ahmet Necdet Sezer Anayasa kitapçığını Başbakan Ecevit’in önüne fırlattı, bu yüzden ekonomik kriz çıktı. Ve bedelini halk ödedi. Buna inanmamız isteniyor. Bakın; ekonominiz, sanayiniz, sağlam temellere dayanıyorsa, çoğulcu bir siyasal kültürünüz de oluşmuşsa, cumhurbaşkanı başbakanın önüne ne fırlatırsa fırlatsın, kolay kolay o çapta bir ekonomik kriz çıkmaz. Kriz çıkıyorsa bunun ekonomik, finansal, toplumsal nedenleri vardır ve kitap fırlatılmasa başka bir gelişme bunu tetikleyecektir.
Ama bu zihniyete bakılırsa, sorumlu Ahmet Necdet Sezer. Tek bir kişi yani, O olmasa kriz de olmayacaktı, öyle mi?
‘İsimsizler’ dizisine gelince; kısa bir bölümünü izledim ve yeterli buldum. Dizide, bir militan yaralanmış ve bir ‘vekil’ (kimlerin kastedildiği belli) onu arabasında taşıyor. Araba Emniyet güçleri tarafından durdurulunca önde oturan Viranşehir Belediye Başkanı (‘Heje’) aşağı iniyor ve güvenlik görevlisi ile, arabayı arayamayacağı yönünde bir tartışmaya giriyor. Tartışma sırasında Heje elini kaldırınca güvenlik görevlisi “İndir o toynağını” diyor. Kulaklarımla duydum.
Bilmiyorum bu kanalların iktidara ne tür bir borcu var. Bir halkın temsilcilerine böyle hitap ederek ne yapmaya çalıştıklarını da bilmiyorum. Bir ‘evet’ için bunlara değer mi diye soruyorum şimdilik.