Babamla eski Hollywood filmlerini izlemeye bayılırdım. O biraz gençlik zamanlarını hatırlardı, ben de filmlerin keyfini çıkarırdım.
Beraber seyrederken çok keyif aldığımız filmlerden biri, Humphrey Bogart’ın alkolik bir tekne sahibini oynadığı ‘Afrika Kraliçesi’dir (African Queen, 1952).
Bozulan koca tekneyi nehirde çekme sahnesi müthiştir. Filmin sonunda tüm Amerikan kahramanları gibi Nazilerden öcünü de alacaktır. ‘Bogie’, bu filmdeki rolüyle En İyi Oyuncu Oscar’ı almıştır. Film Afrika’nın zor şartlarında çekilirken tüm ekip su ve haşereden mikrop kapmış, düzenli olarak viski tüketen yönetmen John Huston ve Humphrey Bogart ise hiç hastalanmamışlar.
Anlayacağınız, alkol bazen sağlık için bile işe yarayabilen bir şeydir.
Tıpta alkol kullanımıyla alakalı pek çok görüş var. Ama neredeyse tüm makaleler aynı noktaya varıyor: Düzenli ve kararında içilen –özellikle kırmızı– şarap, özellikle kalp ve damar sağlığı açısından çok yararlı. “Kararında” derken, en fazla 125 cl’lik iki kadeh şaraptan bahsediyorlar.
Bu yararın en büyük kanıtı olarak Fransa gösteriliyor. Bol yağlı, ağır, et ve peynirin bolca tüketildiği bir yeme alışkanlığına sahip olan Fransa’nın, Japonya’dan sonra, kalp ve damar hastalıklarının en az görüldüğü ülke olması, üzerinde çalışılmış bir paradoks. Düzenli kırmızı şarap tüketiminin bu sonucu ortaya çıkardığına inanılıyor ve bu duruma ‘Fransız Paradoksu’ deniyor.
Yüksek alkollü içkilerin sağlığa yararına ilişkin olarak, Bogie’nin başına gelenler dışında bir kanıt olmasa da, yüzyıllar boyunca, damıtık yüksek alkollü içkilerin sağlığa yararlı olduğuna dair kuvvetli bir inanış yerleşmiş.
Bugün bizim içtiğimiz yüksek oranda alkol üretmenin tek yolu olan damıtma işlemi, Antik Yunan’dan sonra unutulmuş ama Arap bilim insanları tarafından tekrar gün yüzüne çıkarılmış.
Şarabı ya da fermente herhangi bir alkollü içeceği, mesela birayı da ısıtarak 78 dereceye getirirseniz, sudan önce bu derecede kaynayan yani buharlaşan ilk şey alkol olduğu için, fermente alkollü içkinin içindeki alkolü saflaştırabilirsiniz. Rakı da, viski de, votka da, yani aklınıza gelecek bütün yüksek alkolü içkiler bu yolla üretilir. Bu işlem (ısıtma) sırasında yanan ateşten çıkan kurum, ‘alkol’ sözcüğünün kökenini oluşturmuştur. ‘Alkol’ kelimesi, göz kapaklarını boyamak için kullanılan sürme tozunun Arapça adı olan ‘al-koh’l’den türemiştir.
Arap bilim insanları bu içeceği keyif verici bir madde olarak değil ilaç olarak kullanmaya başlamışlar. Hıristiyan Avrupa’ya yayıldıkça bizim yaptığımız gibi tüketilmeye başlasa da, Avrupa’da da pek çok tıp okulunda kullanılan bu mucizevi sıvıya Latince ‘aqua vitae’ yani ‘yaşam suyu’ adını vermişler.
Montpellier Üniversitesi’nden, damıtmanın temel ilkelerini yazan Villanovalı Arnaud bu sıvının ilaç olduğuna inananlardandı. “Biz buna ‘aqua vitae’ diyoruz. Bu ad son derece uygundur, çünkü gerçekten de bir ölümsüzlük suyudur. Ömrü uzatır, kötü sıvıları temizleyip atar, kalbi canlandırır ve gençliği sürdürür” diye yazmış profesör...
Çok bildik atasözüdür; “Alkol bütün kötülüklerin anasıdır” denir ama başka bir atasözü de der ki, “Ana gibi yar olmaz”...
Ben bu yararlardan sonuna kadar istifade etmeyi kendime düstur edinmiş bir obur olarak bu konuları epey daha yazacağım. İnsan baba olunca sağlıklı beslenmeye başka bir gözle bakıyormuş.