Yeşilçam’ın tarihsel filmlerindeki en kötü adam, her nedense, kendi toprağını savunan Bizanslılardır. Üstelik, şehir surları delinmek üzereyken bile mutlaka elinde şarap kadehi vardır İmparator’un ve mutlaka histerik kahkahalar atmaktadır.
Ne de olsa, tarihi kazananlar yazar; kaybedeceğini bildiği halde surların tepesinde savaşan, kentini korumaya çalışan bir düşman pek hoş karşılanmaz, hatta belki birilerinin sempati duymasına bile neden olabilir. Hiç gerek yok!
Bizans tarihi epey garip. Mesela biz onlara ‘Bizanslılar’ desek bile onlar kendilerini hiç böyle anmamışlar. Çok sonraları tarihçilerin onlara yakıştırdığı bir isim bu. Onlar kendilerine ‘Romalı’ diyorlardı.
Konstantin’in elinde tuttuğu o kadeh, yöneticilerin elinde bir simge olarak hep kullanılmış. Konya İvriz’deki binlerce yıllık kaya kabartmasından beri böyle. O kabartmada, Hitit Kralı Varpalavas, Tanrı Tarhundas’a en kıymetli şeylerini sunarken çizilmiştir. Elinde tuttuklarından biri de üzümdür, yani şarabın hammaddesi...
Devlet yöneticilerinin alköllü içeceklerle, özellikle şarapla ilişkisi dikkate değer bir konudur. Ziyaroğullarının hükümdarı Emir Keykavus, oğlu Giylanşah’a devlet yönetimi için tavsiyelerde bulunduğu bir metin kaleme almıştır. Eserin 42. bölümü, “Padişahlık resmin beyan ider” başlığını taşır; devleti idare edenlerin nasıl hareket etmeleri gerektiğini anlatır.
Keykavus, devlet idare edecek olnlara çok güzel bir öğüt verir: “Zaten günaha gireceksin, bari iyi şarap iç.”
Arası alkolle iyi olan liderler sadece çok eskilerde kalmamış. Mustafa Kemal’in iyi bir rakı içicisi olduğu bilinir. Çankaya Köşkü’ndeki sofra ünlüdür. Ama ilk meclis, Mustafa Kemal’ın muhalefetine ragmen, içkiyi yasaklamıştır. Altı yıl süren bu yasak pek bir işe yaramamıştır ama uygulanmaya çalışılmıştır. Rıza Nur o dönemden şöyle bahsediyor; “İmbikler toplandı, amma bazı nüfuzlu memurlar hükümetin muhafazası altında bulunan bu imbiklerden bir kısmını alıp evlerine yerleştirdiler. Bunların biri Ankara Polis Müdürü Dilaver, diğeri Bursa Valisi olan Fatin’dir. Mükemmel rakı çıkarıp iyi ticaret yaptılar. Dilaver Rumelilidir. Galiba Arnavut. Fatin Giritli. Bunların ikisi de Mustafa Kemal'in gözdeleridir. Zaten böyle olmasalar meyhanecilik yapamazlar. Mustafa Kemal’in rakılarını da bunlar yaptılar. Mustafa Kemal bir gün rakısız kalmadı.”
Bu yasaklamanın kaldırılmasından neredeyse 20 sene sonra iktidarda olan iki büyük devlet adamının alkole çok düşkün olduğu da epey bilinen gerçeklerdendir. Stalin ve Churchill en çok, içmek konusunda anlaşmışlardır herhalde. Çokça anlatılan bir hikâye vardır: Yalta Konferansı’nda, Stalin katılımcılara Ermeni konyağı olarak bilinen Ararat ikram etmiş. Alkollü içeceklere merakı herkesin malumu olan Winston Churchill, bu içkiyi çok beğenmiş. Bunun üzerine, Stalin, ona her yıl Ararat göndermiş. Hatta rivayet edilir ki, Churchill’e uzun yaşamasının sırrı sorulduğunda “her gün Ermeni konyağı ve puro içip hiç spor yapmamak” demiş.
Alkolle arasının iyi olduğunu alenen gösteren son lider belki de Boris Yeltsin. Sovyet Ordusu’nun yaptığı darbeye karşı durmuş ve 20. yüzyılın dönüm noktalarından birine adını yazdırmış olan Yeltsin, askerleri durdurmak için bir tankın üzerine çıkmıştı. Epey güvenilir tanıklar, Yeltsin’in bu cesur hareketi yaparken zil zurna sarhoş olduğunu söylerler.
Bugün tarih sahnesinden silinmiş olan pek çok liderin, iyi ya da kötü, alkolle bir ilişkisi olmuş. Ama galiba, memleketlerin başına gelen en büyük felaketler hep ağzına hiç içki sürmeyenlerin başınının altından çıkıyor. Ağzına içki sürmeyenler, faşizan yönelimlere daha açık gibiler.
Örneğin Hitler, tüm örgütlenmesini birahanelerde yapmasına ragmen ağzına içki sürmezmiş.
Yoksa siz başkasından mı bahsettiğimi mi sandınız? İlahi!