Alternatif müzik grubu Gevende’nin üçüncü stüdyo albümü ‘Kırınardı’, tüm dijital platformlarda yayınlandı. Baykuş Müzik etiketiyle satışa sunulan albümün plak kaydı ise 15 Mart’ta Shalgam Records etiketiyle çıkacak. 28 Şubat Salı akşamı Babylon’da bir lansman konseri veren Gevende’nin üyelerinden Ahmet Kenan Bilgiç, Okan Kaya ve Gökçe Gürçay ile yeni albümü konuştuk.
‘Kırınardı’ için “gitmek ve kalmak arasındaki ikilemden, yaşadığımız mekânda üretmeye ve aslında mücadele etmeye odaklanarak bir çıkış yolu bulma hâli” diyorsunuz, bunu biraz açar mısınız?
Okan Kaya: O cümle, hepimizin ortak düşüncelerinin bir özeti gibi. Çok meşhur bir söz vardır, “Hayat, biz gelecek için planlar yaparken başımızdan geçip gidenlerdir” diye. Hep ileriyi tasarlayarak bir hayat geçiriyoruz. Bu sadece gündemle değil, geleceği düşünmeden, sadece yapmak istediğimizi yapmakla da ilgili bir cümle. İş, ancak o zaman bir yere tekabül ediyor.
Ahmet Kenan Bilgiç: Madonna yakın zamanlarda yaptığı bir konuşmada, 35 yıldır ABD’de yaşayan bir İranlının hikâyesini anlattı. “Bu artık tamamen benimle ABD halkı arasındaki bir şey değil. Yaşayan toplum ile yöneten toplum arasında o kadar büyük bir mesafe var ki, insanlar arasında hiçbir problem olmamasına rağmen, hükümetlerdeki üç-beş kişi arasındaki anlaşmazlık, yüzbinlerce insanın hayatına mal oluyor” dedi. Artık git gide sorunların temeline ve özüne inmeye başladık. Biz de bu gibi durumlarda üretmeye çalışıyoruz. Eğer bir savaş varsa ortada, bizim elimizde bir ‘silah’ yok, sadece yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Çünkü bu şekilde hayatı idame ettirmek zorundayız. Karşı tarafla mücadelende en verimli cevabı, uzun vadede en iyi şeyi üreterek, büyük bir iz bırakarak verirsin. Bizim de yapabileceğimiz başka bir şey yoktu, albümün sıkıştığı ve sonrasında özgürleştiği yer de bu oldu. Kısa vadede somut bir çözüm getirmesek de en azından hayatın aktığını hatırlayalım, umutsuzluğa çok alışkın bu karamsarlık içinde yuvarlanmadan kafayı kaldıralım, bir nefes olalım diye elimizden geleni en iyi şekilde yapmaya çalıştık.
Albüm hazırlıkları ne kadar sürdü?
A. K. B.: Aslında takvim çok dağınık. Son albüm beş sene önce çıkmıştı. Bu beş sene içinde dönem dönem çalışmalarımız olsa da, ‘Kırınardı’na en çok geçen yıl ağırlık verdik.
Sık sık albüm yapan bir grup değilsiniz. Farklı projeler arasında geçen zamanlar albümlerinize nasıl yansıyor? Sound’unuzda ne gibi değişiklikler oluyor?
A. K. B.: İlk albümden ikinci albüme önemli bir değişim yaşadık. İkisi arasında geçen zaman zarfında ‘Tobias Klein ve Damien Cluzel’ ve ‘Balbazar’ ile iki önemli projede yer aldık. Onların bize kattığı türlü müzikal tecrübeler, hem ikinci hem üçüncü albüme yansıdı, bizi biraz daha olgunlaştırdı. İkinci albümde daha çok “Kayıt yapıyoruz ve bu kayıt olduğu gibi kalıyor” düşüncesiyle hareket ettik. 2011’de çıkardığımız ‘Sen Balık Değilsin ki’ albümünden sonra geçen beş sene içinde kendi içimizde geçirdiğimiz evrimler, müziğin farklı yansımalarını taşıyor.
O. K.: ‘Kırınardı’ üçüncü stüdyo albümümüz olsa da, aslında beşinci albümümüz. Arada, ‘Monochrama’ adlı bir bilgisayar oyunu için müzik yaptık; Vertigo, Çıplak Ayaklar ve Baykuş Müzik’le birlikte organize ettiğimiz Saint Antuan Kilisesi konserimizden bir video ve ses kaydı albümü yayınladık. Boşluk olduğunda, herkes bireysel olarak yeni müzikler, yeni formlar üzerine çalışıyor, bir araya geldiğimizde ise onlardan hangilerine daha fazla yöneleceğimizi tartışıyoruz. Yani aslında arada geçen bütün zamanlarda, hem bireysel hem de grup halinde, hep müzikle uğraşıyoruz.
Önceki albümlerinizde daha uzun, aralarında geçişlilikler olan şarkılara yer vermiştiniz. ‘Kırınardı’ ise daha kompakt şarkılardan oluşuyor...
Gökçe Gürçay: Kompozisyonlara bakınca, aslında ilk albüm de kompakttı, bunu ikinci albümde kırmıştık. İkinci albümü yaparken, süre, üzerine düşündüğümüz bir detay değildi. Şimdiyse kompozisyonları yazarken, uzunluğu biraz daha fazla düşünüyoruz. Bu albümde daha kısa ve kuvvetli cümleler kurmaya çalıştık. Her albümde değişiklikler oluyor, bu albümde diğerlerine göre yeni bir yaklaşım ve bakış açısı var. Gitardan, bateri ve bas sound’undan, müziğe klavyenin eklenmesinden tutun da, nasıl bir stüdyoda çalıştığımıza kadar, birçok şey değişti.
O. K.: Bir formül bulup onu sürdürmek çok ilgimizi çekmiyor sanırım, sürekli bir arayış halindeyiz. Daha kompakt bir şey yapıp daha güzel bir sound bularak boşluk bırakmayalım, şarkı aksın gitsin, bir değil birkaç kez dinlensin...
Geleneksel müzikle aranız nasıl? ‘Beboyi Yerkı’yı söylemiştiniz mesela, bunun gibi başka şarkılara da projelerinizde yer vermeyi düşünüyor musunuz?
G.G.: Böyle şeyler hep kendiliğinden oldu grupta. Hiçbir zaman, “Bu albümümüze geleneksel bir şarkı seçelim” gibi bir önfikirle yola çıkmadık. Biz ‘Beboyi Yerkı’yı Civan Gasparyan ve Michael Brook ikilisinden zaten dinliyorduk. Strazburg’da verdiğimiz bir konserde, sahnede birden çalıverdik onu. Aranjmanı dahi sahnede çıktı, son vuruşu yaptığımızda şarkı bitmişti zaten. Bu, içimizde sadece bir ruh hali, hissiyat olarak kalan bir dürtüyle ortaya çıktı. Bireysel olarak hepimiz çok farklı müzikler dinliyoruz, bunların içinde geleneksel müzik de var elbette.
Albümlerinizi CD değil plak olarak çıkarmanızın nedeni nedir? Ayrıca, albümü dijital platformda yayınlar yayınlamaz, albümdeki tüm şarkıları YouTube hesabınıza da yüklediniz. Bunu son dönemde birçok müzisyen yapıyor. Sizce müzik piyasası ne yöne gidiyor?
G. G.: Bu konunun en cahili olarak şunu söyleyebilirim ki, endüstrinin başında olan adamlar da, büyük plak şirketleri de, müzik piyasasının geleceğinin ne olacağını bilmiyor. Bu durumun içimi en çok rahatlatan tarafı bu. Bendeki belirsizlikle, büyük plak şirketlerinin sahibi olan adamın belirsizliğinin ortak olması hoşuma gidiyor.
O. K.: Dijital haklar birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de çok gelişiyor ve korunmaya başlıyor. Albüm çıktıktan sonra her an biri alıp onu YouTube’a koyabilir, biz onu kaldırtabiliriz, bunun bir sürü teferruatı var. Onun yerine şarkılarımızı biz kendimiz koyuyoruz YouTube’a. Dijital platformdan satın almak isteyenler zaten alıyorlar, yüksek kalitede dinlemek isteyenler de öyle. Ancak artık sektör oraya doğru kayıyor demek doğru değil, çünkü zaten bir süredir orada. Herkes gibi bizim de tüketimimiz öyle, biz de müziği internetten dinliyoruz. Diğer taraftan eskiye dönüş de var. CD’ler, güzel müzik dinleyelim, albüme somut olarak sahip olalım düşüncesindeki insanların beklentilerini karşılamıyor. CD ara bir teknoloji, zayıf kalıyor; o yüzden plağa bir dönüş söz konusu. Ben de evde plak dinlemekten keyif alıyorum. MP3 çalar gibi, tuşa bastığın an şarkıyı değiştiremiyorsun, dolayısıyla dinlediğin şarkının keyfine varıyorsun. Bu, cep telefonundan film izlemekle geniş ekrandan film izlemek arasındaki fark gibi.
Yurtdışında çok sık konser veriyorsunuz. Konser hedeflerinizden bahseder misiniz?
A. K. B.: Öncelikli hedefimiz sahneye çıkmak, ama Türkiye’de sahneyle ilgili fazla alternatifimiz yok. Özellikle Anadolu’ya gitmeyi çok istiyoruz fakat bu gerçekten büyük bir iş. O yüzden, “Önümüzdeki dönemde şuralarda konserler vereceğiz” gibi şeyler söylemek için henüz çok erken. Bu albümle beraber biz de önümüzdeki konserleri göreceğiz, henüz netleşmiş bir şey yok.
Saroyan ruhu
Albümde ‘Saroyan’ adlı bir şarkı var. Özellikle enstrümantal olduğu için her dinleyen farklı yorumlayabilir ama, ‘Saroyan’da siz ne anlatmak istiyorsunuz?
A. K. B.: William Saroyan’ı ben sadece ismen biliyordum. Onu da, bizimle yazarın bir kitabını paylaşan Yetvart Tomasyan’dan duymuştuk. Sonra, Saroyan’ın ABD’den Bitlis’e özünü bulmak için çıktığı yolu anlatan bir belgesel film projesi ‘Saroyan Ülkesi’ çıktı karşıma, filmin müziklerini yapacaktım. O zamanlar Maslak’taki stüdyomuzdaydık. Besteyi yapmaya başlarken belgeselin yönetmeniyle yolumuz ayrı düştü. Parçayı bestelerken ortada olan temayı, ruhu Gevende olarak işlesek nasıl olur diye düşündük ve onu Gevende’nin diline uygun hale getirdik. Şarkının bütün hikâyesi, Saroyan’ın sık kullandığı ‘wonderful’ (şahane) kelimesinden geliyor.