Tüm dünya, ABD Başkanı Trump’ın, yedi Müslüman ülkenin vatandaşlarının ABD’ye girişini engelleyen kararını konuşuyor, tartışıyor. Doğrusu sağ ve popülist bir figür olan Trump’ın kendi ve oy aldığı kesimin dünya görüşü doğrultusunda adımlar atması beklenmekteydi ama bu kadar hızlısı sanıyorum tüm dünya için sürpriz oldu. Söz konusu ülkeler şunlar: İran, Irak, Suriye, Yemen, Libya, Sudan, Somali. Bu ülkelerin neye göre seçildiğini henüz bilemiyoruz. Üenel bir “Ortadoğu’da tehlike üreten ülkeler” algısı üzerinden gidiliyor, bu belli, ancak böylesi bir genelleme hiçbir insan hakkı ilkesine sığmaz. Zaten tam da bu nedenle karar tüm dünyada büyük tepki yarattı ve özellikle Batı ülkelerinde “Hepimiz Müslüman’ız” başlıklı protesto gösterileri düzenlendi. Türkiye hariç.
Türkiye meselesine birazdan geleceğiz ama herhalde önce şu “Hepimiz Müslüman’ız” sloganının üzerinde durmak gerekiyor. Gayet haklı ve durumu tarif eden bir kampanya bu. Şu ilkeye dayanıyor: “Sadece kendi haklarınızı talep etmek kolaydır. Zor olan, zor durumda olan başkalarının haklarını da talep etmektir.” Zaten bu slogan ilk kez de kullanılmıyor. Irkı, dini, mezhebi, cinsi ya da cinsel yönelimleri yüzünden ayrımcılığa, şiddete uğrayan her grup için bu slogan üretildi, yıllar boyunca. Bu sloganın eşlik ettiği kampanyaları yürüten insan hakları savunucuları, elbette, kendilerinin o gruptan olmadığının farkındaydılar ancak zaten tam da bu nedenle bunu söylemekteydiler. Yani “Şu grup güçsüz ya da azınlıkta olduğu için bu ayrımcılığı yapıyorsanız, onlar güçsüz ya da azınlıkta değildirler, biz de onlardanız” demekteydiler.
Lafı getireceğim yer belli. Bu sloganı ve sloganın bu topraklarda kazandığı ölçülü (neden ölçülü dediğime biraz sonra geleceğim) takdiri görünce insanın aklına ister istemez Hrant Dink’in ölümünden sonra meydanlarda haykırılan ya da pankartlara yazılan “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz” sloganı geliyor. Evet, geniş denebilecek bir yaygınlık kazandı bu slogan ve hâlâ kullanılıyor ancak insan, bilhassa cinayetin hemen sonrasında sağ-muhafazakâr-milliyetçi kesimden gelen –ve aynı yaygınlıkta olmasa da hâlâ süren– tepkileri, saldırıları hatırlamadan edemiyor. Bu tepkilere o zamanki hükümet üyeleri de eşlik etmişti, hatırlayalım. Neydi zorlarına giden? Efendim, nasıl olur da “hepimiz Ermeni” olurmuşuz? Bu olamazmış. Bunu diyenler de zaten olsa olsa Ermeni olsalar gerekmiş, başka türlüsünü düşünmek zormuş.
Hrant Dink’in hayatına mal olan o ırkçı, ayrımcı atmosferin cinayetin sonrasında bile pervasızca üretildiğine tanık olmamış mıydık? Olmuştuk doğrusu, ve hâlâ oluyoruz.
Bu, elbette, bu topraklarda 100 yıl boyunca topluma aşılanmış Ermeni düşmanlığıyla ilgili bir durumdu. Ve şu ortaya çıkıyordu ki, cinayeti hazırlayan o karanlık atmosfere rağmen, egemenler hâlâ o zihniyet içinde yaşamaktan mutluydular, kendilerini ancak o atmosferde rahat hissediyorlardı. Ve Ermenilerin de o karanlık atmosfer, yani tedirginlik içinde yaşamalarını, her an bir suçluluk psikolojisi içinde, ses çıkarmadan hayatlarına devam etmelerini istiyorlardı. Hayal ettikleri toplum ve hiyerarşi böyle bir şeydi işte.
Dolayısıyla o slogana hızla reaksiyon gösterdiler. Çünkü içinde yaşamaktan mutlu, huzurlu oldukları o hiyerarşik toplum, o sloganla yara alabilirdi. Müdahale etmeliydiler. Başarılı oldular mı, olamadılar mı, şimdilik bilemiyorum. Net bir hüküm vermek kolay değil. Sadece bu atmosferin egemenler eliyle yaratıldığını ve müdahil olmadıklarında şartların pekâlâ normalleşebileceğini de biliyorum. Türkiye tarihi bunun örnekleriyle doludur. İktidar istediği zaman ateşi körükler, istediği zaman da soğutur.
Neyse, “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganından alerji kapan sağ-muhafazakâr-milliyetçi kesim “Hepimiz Müslüman’ız” sloganını beğendi, hemen anladı. Bu elbette ki –deyim buraya tam oturuyor– ‘kendine Müslüman’ olmanın maalesef bu topraklardaki yaygınlığı, geçerliliğiyle de ilgili bir durum. Nihayetinde bu deyimi üretmiş bir toplumuz işte. Başkaları için hak talep etmek, bu topraklara yabancı bir kavram.
Ancak mesele tam da burada bitmiyor aslında. Bu “Hepimiz Müslüman’ız” beğenildi ama iktidar çevrelerinde hayli alçak sesle. Türkiye kamuoyu günlerdir böyle bir uygulamaya karşı Türkiye’nin resmî olarak bu kadar ölçülü bir tutum takınmasının nedenini konuşuyor, anlamaya çalışıyor. “Türkiye kamuoyu” derken, iktidara yakın çevreleri kastetmiyorum. Orada herhalde nedenini herkesin içgüdüsel olarak bildiği bir suskunluk var. Geri kalanlar, bu ölçülü tavrın nedenini merak edenler.
E şimdi, insan düşünüyor ister istemez, AKP’nin ve iktidarda temsilini bulan esnek İslamcı dış politikanın Trump’tan beklentileri nelerdir diye. Ne bileyim, artık bir parti-devlet politikası haline gelmiş olan, Suriye’de Kürtleri sıkıştırma emellerine mi yardım mı edecek Trump? O yüzden mi kızdırmamak lazım? Fetullah Gülen’i mi geri verecek? 24 Nisan’da Obama’dan daha düşük bir ton mu tutturacak? Kim bilir, belki “Bize ne bundan?” filan der, yurtta bir bayram havası eser. Ya da başka bir beklenti mi? Doğalgaz, enerji filan... Ya da “Ülke içinde ne yaparsan yap kardeşim, ben de öyle yapacağım zaten” mi diyecek Trump?
Bilemiyorum tam. Sadece “Ey iktidar, sen nelere kadirsin” diyorum.