William Saroyan’ın ‘İnsanlık Komedisi’ eserinden, ünlü oyuncu Meg Ryan’ın yönetmenliğinde sinemaya uyarlanan ‘Ithaca’, ilham aldığı ana kaynağından özgürleşebilen bir film değil. Gelin görün ki, özündeki Saroyan büyüsü, filmi izlenmeye ve üzerinde düşünülmeye değer kılıyor.
Sinemanın edebiyatla büyük sınavı, kitaplardan uyarlanan filmlerle verilir. Bu noktada filmin, kitaptan bağımsız bir sinematografik dil üretmesi, ilham aldığı ana kaynağından özgürleşmesi esastır. Bu da her yönetmene nasip olmaz. Kısa öykü alanının büyük ustası ABD’li Ermeni yazar William Saroyan’ın ‘İnsanlık Komedisi’ eserinden, ünlü oyuncu Meg Ryan’ın yönetmenliğinde sinemaya uyarlanan ‘Ithaca’ da, bunu layıkıyla başarabilmiş bir film değil. Gelin görün ki, özündeki Saroyan büyüsü, filmi izlenmeye ve üzerinde düşünülmeye değer kılıyor.
2015 yapımı ‘Ithaca’, Saroyan’ın 1943 tarihli ‘İnsanlık Komedisi’ romanından Erik Jendresen tarafından senaryoya uyarlanmış. Başrollerini Alex Neustaedter, Jack Quaid, Meg Ryan, Sam Shepard, Hamish Linklater ve Tom Hanks’in paylaştığı film, bu yıl Eylül ayında vizyona girdi. Henüz Türkiye’de sinema salonlarına gelmeyen filmi, iTunes’tan satın almak mümkün.
Büyük oranda romana sadık kalınan filmde, Saroyan’ın Fresno’su yerine filme adını veren Ithaca’dayız. 1942’de, bisikletle telgraf ulaştırma konusunda şehrin en hızlı oğlanı olmaya azimli Homer Macauley’in (Alex Neustaedter) ilk aşk ya da engelli koşuda şampiyonluk gibi ergen hayalleri, arka planda uğuldayan savaş ve ölümle gölgeleniyor. Ağabeyi Marcus (Jack Quaid), diğer tüm gençler gibi askerde. Ailelerin, çoğu zaman günlük hayatın keşmekeşine dalsalar da içten içe endişeli bir bekleyiş içinde olduğu şehirde, Homer, erken büyümek zorunda kalmış bir çocuk. Zira babası da kısa bir süre önce ölmüş ve dul annesi (Meg Ryan), kız kardeşi Bess ve dört yaşındaki erkek kardeşi Ulysses’le ilgilenmek durumunda. Önceleri güle oynaya koyulduğu işin nasıl ağır bir sorumluluk taşıdığını, bir anneye, oğlunun cephede öldüğü haberini ulaştırmak zorunda kaldığında algılıyor.
Bitmeyen iyilik
Saroyan’ın çocuklar için Antik Yunan söylencelerinden seçtiği isimlerden başlamak üzere, kitabın ve filmin teması, hayatın en kaçınılmaz, en zorlu gerçeği olan ölümle yüzleşmek üzerine. İnsanlık tarihinin zaman ve mekândan bağımsız en temel hikâyesini aktaran filmde, sapsarı saçları, mavi, cin gibi gözleriyle ekranda göründüğü ilk anda izleyeni büyüleyen küçük Ulysses, Homer’e sorduğu sorularla, gidip bir daha dönmeyen babasına ya da ağabeyine neler olduğunu anlamaya çalışıyor. Ölümden sonraki hayatın anlamını yani... Marcus’un deyimiyle “iyi olan bir şeyin hiç bitmeyeceğine inanan”, insanın masum kalan yanının simgesi Ulysses.
Üstlerince emekli edilmeye çalışılan ve son gücüyle direnen sarhoş telgrafçı William Grogan rolünde Sam Shephard, bellekte iz bırakan bir oyunculuk sergiliyor. Zaman geçtikçe, onun ancak sarhoşken katlanabildiği gerçekleri görmeye başlıyoruz. Karşısında yanıtsız kaldığı sorular eşliğinde kıvranışını... Savaşın bizatihi hayatı anlamsızlaştıran yönünü...
John Mellencamp’ın müziği de iz bırakan bir diğer yönü ‘Ithaca’nın. Yazık ki, araya çok fazla arka plan radyo sesi, Marcus’un okunan mektupları ve Homer’in iç diyalogları giriyor. Bu da filmin diyaloglarını ve genel tonunu çok fazla kitabî kılıyor. Oysa okurlarının çok iyi bildiği üzere, Saroyan’ın anlatısı hayata çok sadıktır. Yalın ve çarpıcıdır. Kitaba fazla sadakat bu noktada sinemanın kendine has özelliklerinden yararlanma konusunda yönetmende çekingenlik yaratmış gibi. Tek bir savaş sahnesi göstermeden savaşın dehşetini, cephe önü ve gerisi bırakmayan atmosferi hissettirmesi açısındansa, film hayli başarılı.
“İyi bir insanın en iyi parçası burada kalır” inancına tutunarak yaşamanın gücünü gösteriyor Saroyan. En büyük bedeli insan hayatı pahasına en ucuz savaş çığırtkanlığının bu denli müdanasızca yapıldığı bir Amerika’da, bir Türkiye’de, savaşın ve zulmün hüküm sürdüğü ya da gölgesinin hiç eksik olmadığı her coğrafyada Saroyan’ın hikâyesi kıymetini ve geçerliliğini dün gibi koruyor. Yazılışının üzerinden yarım yüzyıl geçmişken yeniden filme çekilmesini sağlayan dürtü, hepimizin içindeki o elden alınamayacak olan umut ve inanca denk. Bunu bilmek bile dünyalara bedel.