Kamu görevlilerinin yargılandığı Hrant Dink Cinayeti Davası’nda sonlara doğru geliyoruz aslında. Bu hafta eski İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek ve eski Mülkiye Müfettişi Şükrü Yıldız savunma yaptı. Geriye kritik isimlerden eski İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer kaldı. Bir de diğer Mülkiye Müfettişi Mehmet Ali Özkılınç. Sonra da muhtemelen tanıklar dinlenecek.
Akyürek kritik bir isim. Cinayet öncesinde Trabzon Emniyet Müdürü. Takriben 2006 yılı ortalarında, tam olarak 9 Mayıs 2006’da Ankara’ya İstihbarat Daire Başkanlığı’na atanıyor. Cinayet sırasında da bu görevde. Cinayet sonrasında da etkin pozisyonunu uzun süre korudu. Cemaat ile kavga başlayınca önce kızağa çekildi, sonra da FETÖ soruşturmaları çerçevesinde tutuklandı, tıpkı Ali Fuat Yılmazer gibi. Davanın diğer tutuklu kamu görevlileri de eski Mülkiye Müfettişleri Şükrü Yıldız ve Mehmet Ali Özkılınç.
Evet dediğimiz gibi Akyürek dava için kritik bir isim. Hakkında iddianame düzenlenmeden önceki hali şuydu: Cinayet planı onun zamanında Trabzon’da oluşturulmuş, cinayet ise yine onun İstihbarat Daire Başkanı olduğu dönemde işlenmişti. İddianamede Akyürek’in cinayetle ilgili hazırlıklar hakkında bilgi sahibi olduğu iddia ediliyor.
Durum şu: Yardımcı İstihbarat Elemanı Erhan Tuncel’den elde edilen “Yasin Hayal ne olursa olsun Hrant Dink’i öldürecek” bilgisi 17 Şubat 2006’da yani cinayetten 11 ay önce, Ramazan Akyürek’in Trabzon Emniyet Müdürü olduğu sırada Akyürek’in imzasıyla İstanbul Emniyeti İstihbarat Şubesi’ne ve Ankara’daki İstihbarat Daire Başkanlığı’na gönderiliyor. (Araya girip şu notu düşelim: Tüm bir devlet teşkilatı bundan sonra tabir-i caizse hiçbir şey yapmıyor. Öyle bekliyor.) Akyürek’in cinayetle ilgili en somut bağlantısı bu. Akyürek savunmasında genel olarak şu noktalar üzerinde durdu: “Eğer cinayet hazırlıklarını gizlemek isteseydim böyle bir evrakı İstanbul ve Ankara’ya göndermezdim” ve “Koruma önlemi alma konusunda İstanbul sorumludur, operasyon konusunda da Ankara sorumludur”
Akyürek’in tezleri belki teknik açıdan ileri sürülebilir argümanlar olarak görülebilir. Ancak meseleye biraz yakından bakınca şu sorular akla geliyor. İlk olarak, Trabzon Emniyeti bu bilgiyi elde ettikten sonra ne yapmış? Öyle ya, böylesine kritik bir bilgi eden bir birim, bu bilgiyi iki yere gönderip hayatına devam mı eder? Edemez. Birisi öldürülecek, belli. Mesela şu soruldu: Düzenli olarak ildeki diğer birimlerle asayiş ve güvenlik toplantıları yapılıyordu, bu toplantılarda bu bilgi, diyelim Jandarma’ya iletilmiş miydi? Hayır. Neden? Çünkü toplantıların gündemi başka yerlerce hazırlanıyordu, istihbarat şube müdürü konuyu açmamışken, il emniyet müdürünün konuyu açması yakışık almazdı, üstelik ajan açığa çıkabilirdi. (Tekrar araya girelim: Görüldüğü gibi devlet gerektiğinde aşırı nazik olabiliyor) Peki bu planın varlığından haberdar iken cinayeti tasarlayan gruba yönelik ne yapılmıştı? O da şöyle: 2006 Nisan ayında Erhan Tuncel Yasin Hayal’i cinayetten vaz geçmesi için ikna etmeye çalışmış. Dikkat edin, çalışmış, ikna etmiş değil. Peki, sonuçta bir de elde böyle bir rapor var, ama bu rapor kimlerle paylaşılmış? Orası da belirsiz. Mesela İstanbul’a gönderilmemiş. Neden gönderilmedi sorusuna Akyürek’in yanıtı “Engin Dinç’in kanaati bu yöndeydi, ‘vazgeçme ihtimali belirdi’ dedi” şeklinde oldu.
Öbür meseleye gelirsek. Anladık, 2006 Şubat ayında bu bilgiyi alan İstihbarat Daire Başkanlığı operasyon başlatmamış ya da düğmeye basmamış. Peki Akyürek bu bilgilere haiz bir şekilde 2006 ortasında bu makama oturduğunda kendisi operasyon başlatamaz ya da operasyon başlatılması için ilgili kurumlara tavsiyede bulunamaz mıydı? Olamazmış, çünkü bilgi zamanında ilgili yerlere gitmiş ve onun üzerine yeni bir bilgi gelmemiş.
Peki 2006 sonlarında tüm Emniyet birimlerine gönderilen “Ermeni kurumlarını korumak için ekstra önlemler alınmasını” talep eden tamim de bir uyarıcı olamaz mıydı? Tüm devlet için? Açıkçası bunun için de doyurucu bir yanıt alamadık.
Geriye Akyürek’in “Cinayetten hemen sonra Cerrah Şubat 2006 tarihli raporun imha edilmesini istedi, hepimiz yanarız dedi” iddiası kalıyor. Bakalım bu iddia için nasıl bir araştırma yapılacak.
Şükrü Yıldız’ın savunması da elbette devletin kirli çamaşırlarını ortaya serilmesi açısından önemli. O dönem müfettiş olan Yıldız savunmasında İstanbul Emniyeti’nin cinayetten sonra sahte evrak ürettiğini tespit ettiğini öne sürdü. Bu ilk kez gündeme gelen bir konu değil ancak mahkeme vasıtasıyla artık kayıtlara geçmiş vaziyette. Bu ve diğer bilgelerin nasıl somut bir karşılığı olacağını göreceğiz elbet.
Son bir not da mahkeme başkanının değişmesine yönelik. Kamu görevlilerinin yargılandığı davaya en başından beri bir hakim başkanlık ediyordu. İsim ya da kişilik açısından söylemiyorum bunu. Hakim dosyayı okumuştu ve tüm sanıklara sorular yöneltiyor, savunmaları dinliyor, çelişkili ifadelere dikkat çekiyordu. Tam davanın sonlarına yaklaşılmışken, mahkeme heyeti başkanı başka bir mahkemeye atandı. Elbette yeni gelen hakim de dosyaya hakim olacaktır ancak sonuçta bu mahkeme, dava bittiğinde bir hüküm tesis edecek. Mantıklı ve makul olan, tüm sanıkları dinlemiş ve duruşmalardaki hallerini gözlemiş bir hakimin de bulunduğu bir mahkeme heyetinin karar vermesi değil miydi? Dediğim gibi, bunu isimler ve kişiliklerden bağımsız olarak söylüyorum. Bu da doğrusu yargılama tekniği açısından bir soru işareti doğurmakta.