Talin Suciyan’ın ‘The Armenians in Modern Turkey: Post-Genocide Society, Politics and History’ (Modern Türkiye’de Ermeniler: Soykırımsonrası Toplum, Siyaset ve Tarih) kitabı, Cumhuriyet dönemindeki ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ kampanyalarını, 1934 Trakya pogromunu, 6-7 Eylül olaylarını, Varlık Vergisini, 20 Kura Askerlik uygulamasını ve benzerlerini, birer arızi, üzücü, ‘keşke olmasaydı’ türünden kazalar olmaktan çıkarıp kurumsal, toplumsal, tarihsel bağlamına oturtuyor
Talin Suciyan’ın ‘The Armenians in Modern Turkey: Post-Genocide Society, Politics and History’ (Modern Türkiye’de Ermeniler: Soykırımsonrası Toplum, Siyaset ve Tarih) kitabı Ekim 2015’de I.B. Tauris yayınları tarafından Osmanlı Çalışmaları serisi içinde Londra ve New York’ta yayımlandı.
Kitap Suciyan’ın, halen yardımcı doçent olarak görev yaptığı Münih, Ludwig-Maximilian Üniversitesi’nde sunduğu ve doktora derecesini aldığı tezine dayanıyor. Doktora teziyle ilgili Emre Ertani’yle yaptığı geniş söyleşiyi Agos okurları hatırlayacaklardır. Söyleşide anlatılan tez nihayet kitap haline geldi ve Türkçesi de önümüzdeki aylarda İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan yayımlanacak.
Kevorkian’ın notu
‘The Armenians in Modern Turkey’ kitabının iç kapak sayfasındaki tanıtım yazısını Reymond Kevorkian yazmış.
“Bu çalışma tarihyazımındaki bir boşluğu dolduruyor. Burada ele alınan konular, hiç kuşkusuz Türkiye’de akademik çevrenin bu nitelikte bir araştırma yapmaya ilgi duymaması nedeniyle, bugüne kadar boş bir sayfaydı. Çalışma, kaynakların zenginliği ve orijinalliği açısından benzersiz; aynı zamanda Türkiye devletinin müdahale politikalarıyla, Ermeni toplumunun iç sorunları arasında da güzel bir denge kurmuş. Hararetle tavsiye ediyorum.”
Kevorkian’ın ‘bir boşluğu doldurmak’ sözüyle ne demek istediğini kitabın daha giriş bölümünden anlıyorsunuz. Kitap, soykırımla Cumhuriyet arasındaki sürekliliği, bu sürekliliğin temelini oluşturan inkâr habitusunu, Cumhuriyet döneminde Ermenilerin ne yaşadıkları üzerinden, ama en önemlisi ilk kez Ermenice kaynaklardan anlatıyor. Okudukça Ermenice kaynakların zenginliği ve çeşitliliği karşısında, bu kaynakların neden daha önce kullanılmamış olduğu sorusunu bir okur olarak sormaya başlıyorsunuz.. Suciyan, Türkiye’dekiler kadar dünyanın dört bir yanına dağılmış olan Ermenice kaynaklardan habersizliği ve onlardan yararlanılmamasını, hem inkârdan doğan, hem de inkârı besleyen bir olgu olarak görüyor ve Ermenilerin yaşadıklarını anlatan kaynakların “suskunluğu”na1 dikkat çekiyor.
Kitapta kullanılan kaynaklar, bugüne kadar alışageldiğimiz türden bir Türkiye tarihçiliğine çok temel bir noktadan eleştiri getiriyor. Bu eleştirinin merkezi “Bir soykırımın yaşandığı coğrafyada hayat inkârla nasıl devam eder?” sorusunun cevabında yatıyor: 1923 sonrasında Küçük Asya ve Kuzey Mezopotamya’da hâlâ varlığını sürdüren Ermenilerin sistematik bir politikanın, yerel nüfusun da desteğiyle uygulanması sonucunda yerlerinden sürüldüğünü, diyasporalaşma sürecinin Cumhuriyet’te de devam ettiğini, aynı zamanda milletvekili olan en çok satan gazetelerin “başyazar”larının resmi politikalara uygun kamuoyu oluşturarak Ermeni karşıtlığını körüklediklerini, Ermeni Nizamnamesi, yani Anayasasının içinin boşaltılıp, işlerliğinin akamete uğratılmasıyla Ermeni toplumunun hukuki varlık temelinin yok edilme süreçlerini, günlük ve haftalık gazetelerden, patriklerin anılarından, edebiyat eserlerinden, biyografik bilgilerden, son derece zengin bir kaynak olan yıllıklardan öğreniyoruz. Patrikhaneler ve Katolikosluklar arasındaki yazışmalar ve okurken elinizde tuttuğunuz kitabın neredeyse soluk alıp verdiğini hissettiğiniz o sözlü tarih görüşmeleri... Ve aslında bu kitapta kullanılan Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri’nin tüm bu saydığımız Ermenice kaynakları doğrulandığını görüyorsunuz. En önemlisi, Cumhuriyet Arşivleri’nin, araştırmacıya hangi konularla ilgili sözlü tarih görüşmeleri yapılması gerektiğine ilişkin önemli bir yol gösterici olduğunu anlıyor, böylece sadece arşiv merkezli bir tarihçiliğin eksikliklerini bir kez daha görüyorsunuz.
Suciyan, “İstanbul ve Vilayetlerde Kalan Ermenilerin Yaşadığı Toplumsal Koşullar”, “Hukuki Bağlam”, “Sürekli İzlenme ve Ermeni Karşıtı Kampanyalar” ve “Patrik Seçimi Krizi” olmak üzere dört bölümden oluşan bu kitabı kendisine yazdıranın “inkâr” olduğunun altını çiziyor. Yazıdan, sözden ibaret olmayan, insanları belirli biçimlerde düşünmeye, hareket etmeye sevk eden, bunları etkileyen ve bunlardan etkilenen, deyim yerindeyse bir canlı organizmayı oluşturan bu inkâr ortamını Suciyan, Pierre Bourdieu’nün ‘habitus’ kavramıyla tanımlıyor. Habitus hem yapılandırılmıştır, hem de yapılandırır, “bir dünya görüşü ve pratikler dünyası üretir.2 Her şeyi, herkesi içine alır, çünkü onun dışında var olma seçeneği yoktur.
‘Diasporalaşma’
Kitabın temel kuramsal kavramlarından biri ‘habitus’ ise, diğeri de inkâr habitusuyla iç içe geçmiş ‘diyasporalaşma’. Suciyan soykırımla birlikte İstanbul’da, hatta vilayetlerde yaşayan Ermenilerin bile bir diyasporalaşma sürecinden geçtiğini savunuyor ve şu soruyu soruyor: “Türkiye’deki Ermeniler söz konusu olduğunda sorulması gereken bir başka soru da, sağkalanların kendilerine ‘yurt’ bildikleri yerlerden geriye kalanın ne kadar ‘yurtları’ olmaya devam ettiğidir.”3
Özetleyecek olursak kitap, Türk okurların yaklaşık son 15 yılda nihayet varlığından haberdar olduğu Cumhuriyet dönemindeki ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ kampanyalarını, 1934 Trakya pogromunu, 6-7 Eylül olaylarını, Varlık Vergisini, 20 Kura Askerlik uygulamasını ve benzerlerini, birer arızi, üzücü, ‘keşke olmasaydı’ türünden kazalar olmaktan çıkarıp kurumsal, toplumsal, tarihsel bağlamına oturtuyor: 1923’ten sonra da devam eden sürgünlerle, günlük ayrımcılık ve şiddetle, yasaklandığı için kalorifer kazanlarında yakılan Ermenice yayınlarla, Ermenileri devletin tezlerini savunmaya çağıran “başyazarlar”la kendini sürekli yeniden üreten soykırım sonrası inkâr habitusuna.