Türkiye Ermenileri Patrik seçiminin resmen başlamasıyla birlikte, kararın alındığı Ruhani Meclis toplantısına başkanlık eden, seçimin doğal adaylarından Episkopos Sahak Maşalyan’la, ‘patriklik’ kavramının tarihten bugüne içerdiği anlam, önem, hak, görev ve yetkileri üzerine söyleştik. Maşalyan’ın, patriğin yetkileri konusunda işaret ettiği sorunun kıymetli ve gerekli bir tartışmayı gündeme getireceğini umuyoruz.
‘Patrik’ kelimesinin anlamıyla başlayabilir miyiz? Patrik ne demektir, kimdir, temel işlevi ve görevi nedir?
Sözcük anlamı ‘baş baba’ ya da ‘baş ata’ olan, dinî bir unvan. Baba, ataerkil sistemde bir ailenin ve evin en yetkili kişisidir. Baba figürü, koruyan, kollayan, kurtaran ve doyuran anlamlarını da içerir. Aslında tüm din adamlarına hitap biçiminde, bir şekilde yer alır: ‘Der Hayr’, ‘Hayr Surp’, ‘Sırpazan Hayr’... Patrik, Ermenice baba anlamındaki ‘hayr’ sözcüğünün türetilmiştir. Ermenice ‘badriark’ (patriarch, hayrabed), babaların başı anlamına gelir. ‘Babalar’, burada, emrindeki tüm din adamlarını ima etmektedir. Patrik, daha özel anlamıyla, bir coğrafi bölgenin ya da ulusun en yetkili din adamıdır. Hıristiyanlıkta en üst rütbeli episkopostur; dinî bir önderdir. Temel fonksiyonu din işlerinin düzenlenmesi ve yönetilmesidir. Ancak bizim tarihimizin bir cilvesi sonucu, din önderliği yanı sıra ona ‘milletbaşı’ olma sorumluluğu da yüklenmiştir.
Tarihimizin bu cilvesini biraz açar mısınız?
Devletini yitirmiş her Hıristiyan halk, özellikle Ortadoğu’da, İslam egemenliğinde dinî bir varlık olarak muamele görmüştür. Bu İslamiyet’in, din ile ulusun ayrılmaz bir bütün olduğu anlayışının bir tezahürüydü. Millet, İslam devleti için, aynı din ve mezhebe ait ümmetin topluluğuydu. Bizans’ın kurumsal yapısından da esinlenen Osmanlı İmparatorluğu, tebaası haline gelen Hıristiyan unsurları bu modele göre örgütledi. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u başkent yaptığında, Rum Patrikhanesi modelini diğer Hıristiyan mezhepleri için de uygun gördü, Ermeniler için de kendi mezhep ve kiliseleriyle özdeşleşmiş dinî-siyasi bir millet yapısı oluşturdu. Bursa Episkoposu Hovagim bu sistemin başına patrik olarak atandı. Böylece patrikler Cumhuriyet’e kadar dinî ve cismani otoritenin başı oldular. Osmanlı zamanında kendi içinde tutarlı olan bu yapı, Cumhuriyet döneminde iyi tanımlanamadığı için liderlik görevini yerine getirmekte büyük sorunlar yaşamaktadır. Osmanlı zamanında bir devlet kurumu olan Patriklik ve bir bakan statüsü taşıyan patrik, Cumhuriyet döneminde tüzel kişiliği bile bulunmayan, yüzüstü terk edilmiş, bütün sivil otoritesinden soyulmuş, kendi kilisesinde bile yetkileri kısıtlanmış bir dinî lidere dönüştü. Dolayısıyla, İstanbullu Ermenilerin patriklerinden ne beklemeleri gerektiği konusunda kafaları oldukça karışık, maalesef.
"Biz bölük pörçük edilerek ortada bırakılmış bir cemaatiz. Devlet ne olduğumuzu bir türlü tanımlamıyor. Ne patriğin, ne Patrikliğin, ne de cemaatin bir tüzel kişiliği var."
O zaman yeni bir patrik seçmek de Ermeni cemaati için liderlik sorununu çözmeye yetmeyecek...
Evet, tam da öyle. Bizim patriklerimiz varken de bu temel sorun ortada duruyordu. Biz bölük pörçük edilip ortada bırakılmış bir cemaatiz. Devlet ne olduğumuzu bir türlü tanımlamıyor. Ne patriğin, ne Patrikliğin, ne de cemaatin bir tüzel kişiliği var. Cemaatin bütününe ilişkin hiçbir yasa, tüzük, örgütlenme veya merkezî bir yönetim söz konusu değil. Eski bir alışkanlıkla, bu merkezin patrik ve patrikhane olduğu farz ediliyor. Ama pratikte sadece ‘iyi niyetle’ işleyen bir sistem var. İşlemiyor aslında, sadece günü kurtarıyor. Özetle, bizim sadece yeni bir patrik seçme sorunumuz yok, aynı zamanda patriklik sorunumuz var. Kim bu patrik, yetki ve sorumlulukları neler? Otoritesinin gücü ve sınırları nereye uzanıyor? Hangi kurum ve organlarla toplumun sorunlarına el atacak? Bu sorulara cevap vermeden, korkarım, yeni seçilecek patrikten çok şey bekleniyor.
Sizin yanıtlarınızı merak ediyoruz.
Yeni seçilecek patriğin ve yeni dönemin en önemli sorunu bu olmalı. Patrik açık ve seçik bir dille patriğin patriklikle eşit olmadığını dile getirmeli. Patriklik bir sistemin adıdır. O tarihsel bir zorunlulukla dinî ve dünyevi işleri bünyesinde toplamak zorunda olan ve bu işi yapabilecek tek kurumdur. Bu kurumun sivil ayağı, en az dinî işlevi kadar önemlidir. Patrikliğin böyle bir sivil otoritesi olmadığından, okullar, dernek, hastane ve vakıflar üstünde herhangi bir yaptırımı olamıyor. Şu anda patrikliğin sivil işlevi sıfırlanmış durumda. Dolayısıyla patrik halihazırda sadece manevi bir şahsiyet olarak iş gören, salt bir din adamı statüsündedir.
Ama beklentiler tavan yapmış durumda. Yeni patriğin, dağılmış olan sürüyü toplaması bekleniyor.
Evet, herkes yeni patrikten mucizeler bekliyor. Oysa bu sistemde patriklerin sadece söz söyleme hakkı var ama emretme ve emrettiğini yaptırabilmelerinin yasal dayanağı yok. Her şey iyi niyete bağlı. Dinlerlerse ne âlâ! Ama diyelim ki bir vakıf yönetimi kilisenin bir arsasını ve hatta kiliseyi izinsiz sattığında patriğin ya da Patrikhane hiçbir yasal girişimde bulunamaz. Görüyorsunuz, bırakın sivil meseleleri, dinî konularda bile Patriklik böylesine bir acz içinde bırakılmış. Ortak sorunlarımıza ortak çözümler üretebileceğimiz bir sisteme sahip değiliz.
Bu hep böyle değil miydi?
Elbette değildi. 1961 yılına kadar, Patriklik şu yada bu şekilde devletin onayladığı, merkezî, yasal bir sivil otoriteye sahipti. Cemaatin tek bir merkezden yönetilmesi mümkün oluyordu. Askerî cunta, Lozan’dan gelen bu yönetim hakkımızı tek taraflı olarak feshetti ve Patrikhane’yi sadece dinî bir merkez, ‘milletbaşı’ olması gereken patriği de salt ‘papazbaşı’ olmaya mahkûm etti. Şu anda, din işleri dışında, cemaatimizi ilgilendiren diğer sorunlarla ilgilenecek yasal hiçbir merkezimiz yok. Yeni patriğin işi bu yüzden çok zor. Kendisine sadece dinî otorite alanı bırakılmış. Bu otoriteyi cemaatte eksik olan sivil otorite alanına taşıyabilecek mi? Hangi hak ve yasal statüyle? Cemaat üyelerinin ‘iyi niyet’inin dışında, kullanabileceği herhangi başka bir araç mevcut mu?
Yeni bir patrik seçmeye hazırlanıyoruz. Sizin gibi bir patrik adayından gelen bu sözler biraz karamsar değil mi?
Bence karamsar değil, gerçekçi. Önce var olan durumun fotoğrafını çekmek gerek. Ben bunu yapıyorum. Neyin eksik olduğunu bilirsek, onu tamamlamaya çalışabiliriz. Sonra, elimizde olan değerler yeniden yapılanma konusunda bize umut veriyor. Yağ, şeker, un hazır, bize helva yapmak kalıyor. Aslında her şey ülkemizin genel gidişatına bağlı. Devletle kurulacak yapıcı diyalogların çok şeyi değiştireceğine inanıyorum. Mutsuz, huzursuz ve haklarının gasp edildiğine inanan bir Ermeni toplumundan bu ülkeye bir fayda gelmeyeceğini, devlet yetkililerinin en nihayet anlayacağı kanaatindeyim. Tam tersine, sorunları çözülmüş Hıristiyan bir azınlıktan yükselecek memnuniyet sesleri, bugün Türkiye’nin en çok gereksindiği çağdaş devlet imajına anlamlı katkılar sağlayacaktır. Yukarıda sözünü ettiğim, devletten kaynaklanan sorunlar çözülmeden o memnuniyet sesleri asla yükselmeyecek. Bu, yeni patriğin devletle diyaloğunda elini güçlendirecek bir husus olabilir.