Bizde ‘halkçılık’ olarak da tercüme edilir ve kısaca “halk dalkavukluğu” olarak da tanımlanır ama, günümüzde popülizm şudur: Halkı hoşnut tutacak söylemlerle, kitleleri dışa ve özellikle de içe karşı kutuplaştırarak kullanmak.
Önemli olan kolay oy avlamaktır; bunu sol politikacılar da yapar (Peron, Chavez, Morales ...), sağ politikacılar da. Ama tarihsel örneklerde sağcılar (Bulanjizm, Mussolini, Hitler, Salazar, Le Pen, Berlusconi, Çay Partisi, Trump ...) üstünlüğü kaptırmaz.
Kutuplaştırarak bölme sürecinde popülist politikacı, ‘okumuşlar’a karşı halkın ezici çoğunluğunu temsil ettiğini ilan eder. Sokaktaki adama doğrudan hitap edecek ‘lobiler’, ‘liberaller’, ‘masonlar’, ‘millî irade’ gibi seçkin karşıtı kavramları, uluslararası değerlere karşı da ‘yerel ve millî’ değerleri bolca kullanır. Yöntem olarak ‘halk oylaması’ gibi cilalı aldatmacalara bayılır. Milliyetçilik ve köktendincilik onun en yakın müttefikleridir.
***
Popülizmin yakın geçmişimizdeki yeri derseniz:
1) İttihat-Terakki döneminde, Türkçülük akımının doğmasına yardımcı oldu;
2) Kurtuluş Savaşı döneminde, Anadolu’nun ezici çoğunluğunu oluşturan Müslüman halkla Kemalistlerin bütünleşmesine yardım etti;
3) ‘Halkçılık’ ilkesi 1931’de Cumhuriyet Halk Fırkası programına, 1937’de de anayasaya girdi. Hedef, başlayan devletçiliğin kaçınılmaz olarak yaratacağı sanayi proletaryasının o günkü toprak ağası - tüccar - bürokrat koalisyonuna sorun çıkarmasını önlemekti. Nitekim, CHP Genel Sekreteri Recep Peker 1934’te bunu dile getiriyordu: “Bizim halkçı vasfımız sınıf mücadelesini yaratan doktrinlerin tamamı tamamına zıddınadır.”
4) Uzatmayalım, şu andaki fonksiyonu, Erdoğan’ın Tek Adam rejimine koltuk değnekliği. Bütün o “Yav!”ların, “Terbiyesize bak!”ların, muhtar toplantılarının, memurlara dağıtılan ulufelerin, idama güzellemeler düzmenin, bütün o “Senin her yerin yaptırım olsa ne yazar!”ların amacı, Kasımpaşa alışkanlığının çok ötesinde, planlı-programlı biçimde popülizm yapmak. En başta da, demokrasiye dönüşü isteyen Batı’yı hedef göstererek.
Baksanıza, kadın başdanışmanı Saadet Oruç, Reis’ine diktatör diyen Fransız gazeteciye hitaben ne kafiye tutturuyor: “Diktatör anandır!”
***
Popülizm, yıpratıcı sosyoekonomik koşulların vurduğu kitleleri kazanmakta faşizm tarafından büyük başarıyla kullanılır. Zaten bu kitlelerin desteği olmaksızın faşizm falan olmaz; sadece diktatörlük olur. Mesela 12 Mart ve 12 Eylül’e biz kestirmeden hep faşizm dedik ama o askerî darbeler sadece ‘faşizan’dı. Çünkü arkalarında kitleler yoktu.
Şimdi var. Erdoğan’ın; 1) Bitmez tükenmez FETÖ ve PKK öcüsünü kullanarak; 2) Bahçeli’nin MHP’sinden kan naklederek; 3) İnşaat şirketleri üzerinden rant üreterek ve el koyduğu holding mallarıyla oligark yaratarak; 4) CHP’nin ‘çekingen demokrat’lığına dua ederek, yetmedi; 5) ‘Musul Fatihi’ söylemi çıkartarak etkilediği milliyetçi-muhafazakâr-dinci kitleler var.
***
İşin kötüsü, sadece Türkiye’de de değil. Küreselleşmenin Vahşi Kapitalizm yüzü Hindistan’dan Güney Afrika’ya ama Batı’da da bir popülist devir başlattı. Esas olarak 1929’dan bu yana böylesine geniş bir dalga görmemiş, zaten 2008 krizini güç bela atlatmış Batı şu anda tam bir ‘etsuyu ortamı’ yani laboratuvar.
Meksika’dan akan milyonlara ilaveten, ABD’de büyük şirketlerin üretimi Çin gibi yerlere kaydırmalarıyla fakirleşen ve bu yüzden (Beyaz olmadıkları halde) oylarını Trump’a bastıran alt-orta sınıflar.
Bu üretim kaydırma olayının üzerine bir de Avrupa’ya karadan ve denizden akan Müslüman mülteciler kıtanın yaşam biçimini oyuyor, anti-İslam duyguları azdırıyor, popülizmin kardeşi milliyetçiliği ve ırkçılığı emziriyor. Eski sömürge ülkelerden akan insanlar şimdi emperyalizmin faturasını Britanya’ya Brexit olarak ödetiyor.
Eskiden Putin, Moskova ve Ankara olmak üzere iki yerdeydi, şimdi Washington’la birlikte üç oldu.
Batı’da durum böyleyse, bütün kötülükleri Batı’ya yormaya alışmış ülkelerde durum nasıldır, düşünmesi bile azap. Çünkü bunlar bu ‘yabancı’ kötülüklerin panzehiri olarak otoriterlik hatta Ortaçağ demek olan ‘yerel ve millî’yi biliyorlar sadece.
***
Epey karanlık bir tablo. Popülizmin faşizmi kolaylaştırması normal de, faşizme dönüşecek mi? Çünkü faşizm, malum kitleleri arkasına aldığından, gelince yıllarca gitmek bilmiyor. Franco ile Salazar’ınki 36’şar yıl sürdü.
Brookings’den Ömer Taşpınar P24’teki yazısında Avrupa ve ABD’nin sağlam kurtuluş yolları olduğunu hatırlatıyor: Avrupa faşizmi fiilen yaşadığı için buna aşılı. ABD’de ise kuvvetler dengesi mekanizması taş gibi.
Ama Türkiye gibi ülkelerde bunu sağlayan kurumlar halen zayıf ve şimdi Erdoğan tarafından tahrip edilmekteler.
***
Neyse ki başka durumlar da var.
Bu ülke neresinden baksan 1876’dan beri demokrasi talim ediyor. İsviçre’nin kadınlara 1971’de verdiği oy hakkını 1934’te verdi. Menderes’in son yılları kâbusunu yaşadı. 1961 Anayasası’nın tadı damağında kaldı. Şimdi Erdoğan Cumhuriyet gazetesi gibi bir cami duvarına hücumun ardından CHP’ye de bulaşmakta ve bu partinin bile ölü toprağını üstünden atmasını sağlamakta. Elleri dert görmesin.
Ayrıca, küreselleşme denen olgu her şeyden önce sürat demek. Eskiden otuz yıl süren durumlar şimdi üç yılda sonlanıyor. İnterneti önlüyorsun, VPN çıkıyor. Çözüm ibadullah.
Moskova’daki Putin’in dayanmak için petrol ve doğalgaz gibi kaynakları sonsuz. Ya ekonomisi her yandan fena halde su almaya başlayan Ankara’dakinin?
***
Diğer yandan, AKP’liler kontrolü fena kaçırmakta. Son ve en tipik örneği AKP İzmir milletvekili Hüseyin Kocabıyık’tan; “Devlet büyüklerine bir suikast halinde millet cezaevlerini basacak ve tüm FETÖ’cüleri ve PKK’lıları asacak. Halk arasında konuşulan bu” diye yazdı.
12 Mart cezaevlerinden bilirim, bizde devlet mahkûma içeride gelebilecek en ufak bir zarardan ürker. Hatta bakın size bir örnek, tahliyesi gelen kişi “Gece vakti gidecek yerim yok, sabah çıkayım” dese içeride bir saniye tutmazlar, çünkü ona son anda yapılacak bir kötülükten devlet fena halde sorumludur, altından kalkamaz.
Kocabıyık hemşerimin halk arasındaki alıcı antenlerine, yani bıyıklarına kurban! Ama bu kadar büyük laf çıkarmanın faturası hiç iyi olmayabilir.
Çünkü ne demiş şair, “Bu terazi bu kadar sıkleti [yükü] çekmez” demiş...