İklim Aktivisti ve Paris-Sacley Üniversitesi doktora öğrencisi Cem İskender Aydın, Fas’ın Marakeş şehrinde geçtiğimiz Pazartesi başlayan ve 18 Kasım’a kadar devam edecek olan İklim Zirvesi’nden bildiriyor.
(MARAKEŞ) Yine yılın o vakitleri geldi ve resmi adıyla ‘Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi 22. Taraflar Toplantısı’, bildiğimiz kısa adıyla ‘COP22’ ya da ‘İklim Zirvesi’, 7 Kasım Pazartesi günü Marakeş’te başladı. Kısaca hatırlayacak olursa, geçtiğimiz sene Paris’te yapılan COP21 sonrasında uluslararası iklim rejiminde kritik bir nokta geçilmiş ve uzun süredir beklenen bir anlaşma ortaya çıkmıştı. İçeriğinin yetersiz olması nedeniyle oldukça fazla eleştirilse de, Paris Anlaşması çok sayıda ülkenin asgari müştereklerini bir araya getirebilmesi açısından çok önemliydi. Anlaşma kısa sürede aralarında ABD, AB, Çin ve hatta Suudi Arabistan gibi bir petrol devinin de olduğu birçok ülke tarafından hızla resmi olarak onaylandı. Yeteri kadar ülkenin onaylaması ile de 4 Kasım tarihinde, yani Marakeş’teki zirvenin hemen öncesinde yürürlüğe girdi ve bu kadar kısa sürede yürürlüğe girmeyi başaran ilk uluslararası anlaşma oldu. İşte Marakeş’te başlayan zirve, Paris’teki anlaşmanın nasıl uygulanacağının belirleneceği ilk toplantı olması açısından oldukça önemli.
‘Günün fosili’
Türkiye ise bu önemli zirveye oldukça hızlı başladı. Müzakerelerin resmen başlamasının üzerinden daha bir saat bile geçmemişken (ve herkes biraz da formalite olan açılış konuşmaların geçmesini sıkılarak beklerken) Türkiye baş müzakerecisi ilk fırsatta söz alıp, “özel koşullara sahip gelişmekte olan bir ülke olan” Türkiye’nin, Küresel İklim Fonu’ndan ve teknoloji transferi mekanizmalarından yararlanabilmesi konusunun resmi gündeme alınması talebinde bulunuverdi. Zira Paris Anlaşması metninde ülkece yıllardır peşinden koşturulan özel koşullar tanınmamıştı ve Türkiye’nin en büyük derdi buydu. Zaten Paris’teki zirvenin kapanış oturumunda da (yine herkes abartılı bir şekilde anlaşmayı kutlarken ve söz almayı akıl edemiyorken fırsattan istifade edip) yine ilk Türkiye söz alarak bu konuyu gündeme taşımış ve o zamanki konferans başkanı Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’dan “bu konuyu Marakeş’teki zirveye kadar çözeceğiz” sözünü almıştı. Sonuç olarak da onlarca önemli gündem maddesi dururken sadece bu konuyu tartışmak için toplantıya ara verildi.
Marakeş’te bunlar olurken, Türkiye’de Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, içinde kömürlü termik santraller de bulunan çok sayıdaki elektrik üretim tesisini aynı anda açıyordu ve konuşmasında yerli linyitin ülkemizin kalkınması için ne kadar önemli olduğundan bahsediyordu.
Ne yapmalı?
Türkiye’nin bu performansı uluslararası sivil toplum kuruluşlarının dikkatinden kaçmadı ve Uluslararası İklim Eylem Ağı (CAN International) 1999’dan beri iklim müzakereleri boyunca her gün verdiği ‘Günün Fosili’ ödülüne Marakeş’teki zirvenin ilk günü için Türkiye’yi layık gördü. Zira Türkiye geçtiğimiz yıl Paris’e gitmeden önce sunduğu Ulusal Katkı Niyeti belgesinde (INDC) sera gazı emisyonlarını 2030’a kadar iki katından fazla artırmayı planladığını söylemişti. Ayrıca bu belge ülke çapında planlanan 70 kadar yeni kömürlü termik santralin inşa edilmesine engel teşkil etmeyecek şekilde hazırlanmıştı. Haliyle Uluslararası İklim Eylem Ağı’nın Türkiye’ye “Bu kadar çok kömür yatırımı planlarken iklim finansmanına erişim isteyemezsin, üstelik finansman ile ne yapacağın konusunda düzgün bir plan bile sunmamışken” mesajı vermesi kaçınılmazdı. Bu noktada bir konuyu açıklığa kavuşturmakta fayda var. Aslında ne ulusal, ne de uluslararası sivil toplumda Türkiye’nin destek mekanizmalarından yararlanmasına karşı güçlü bir muhalefet yok. Zaten doğru ve efektif planlar ile Türkiye’nin teknik ve finans desteği almasında sorun da yok. Ama hem kömür yatırımımdan vazgeçmeyeyim, hem de zorla toplanan bu küresel fonlardan ben de yararlanayım derseniz, size “orada dur” derler.
Peki Türkiye’nin ne yapması gerekiyor? Öncelikle doğru planlar sunmalı ve diğer birçok gelişmekte olan ülkenin yaptığı gibi, teknik ve finans desteği aldığı takdirde o destekle tam olarak ne yapacağını ve emisyonlarını ne kadar azaltacağını açıkça ortaya koyması gerekiyor. Bunun için de geçtiğimiz yıl sunulan INDC belgesinin acilen daha iddialı hedefler içerecek ve Türkiye’deki yenilenebilir enerji potansiyelinin hakkını verecek şekilde gözden geçirilmesi gerekiyor. Diğer ülkeleri ikna etmek için iklim değişikliği ile mücadele konusunda ne kadar ciddi olduğumuzu doğru bir şekilde ortaya koymamız lazım, özellikle de 2020’de yapılacak olan COP26 iklim zirvesini Antalya’da düzenlemek için açık bir şekilde aday olmuşken. Yoksa Antalya’daki zirve bir tanıtım ve turizm faaliyetinin ötesine geçemeyecek. Sonuncu nokta da Türkiye Paris Anlaşması’nı kısa süre meclisten geçirip onaylamalı. Anlaşmaya resmen taraf olmadan müzakerelerde etkili olmak mümkün değil.