YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Şu karanlık günlerde Güntekin de olmasa...

Öyle bir dönemdeyiz ki, mevcut bir insan hakkı ihlali ya da antidemokratik bir uygulamayla ilgili olarak ne yapılacağını düşünürken, hemen ertesi gün bir yenisi patlak veriyor. Geçen haftadan bu yana olanlara bakın: HDP eş başkanları tutuklandı, Cumhuriyet gazetesinin yöneticileri ve yazarları tutuklandı, CHP’nin tüm bu olup bitenler hakkındaki gayet ılımlı açıklamasına karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan CHP hakkında suç duyurusunda bulunmaya karar verdi, 10 Ekim Katliamı Davası başladı ve öğrendik ki polisler sanıklardan biriyle selfie çektirmişler, sırtlarını sıvazlamışlar; ve final: ABD’de sağcı popülist, kadın ve göçmen düşmanı Donald Trump başkan seçildi.

ABD ile başlayalım. Trump’ın başkan seçilmesine pek ihtimal verilmiyor, buraya kadar gelmesi bile not edilmesi gereken önemli bir gelişme olarak görülüyordu. Ancak bu yorumların bile iyimser kaldığı, Çarşamba sabahı itibariyle ortaya çıktı. Şimdi ABD ile birlikte tüm dünya şaşkın. “Bu adamla ne yapacağız?” diyor herkes, bilhassa ABD’li demokratlar, göçmenler, kadınlar, eşcinseller. Haklılar. Fakat mesele şu ki, dünya bir zamandır bu yola girmiş durumda.

İşaret fişeğini Putin mi yaktı yoksa Fransa ve diğer Avrupa ülkelerindeki ırkçı, sağ popülist partilerin yükselişi mi? Tam hüküm vermek zor ama nereden baksanız bir 15 yıldır Avrupa ve Rusya bu iklim içinde yaşamaktaydı. Bizi hiç saymıyorum şimdilik. Bu yönelim muhtemelen en önemli sıçramasını İngiltere’deki “AB’den çıkalım mı, çıkmayalım mı?” referandumuyla yaptı ve beklenmedik bir sonuçla, İngiltere halkı ülkenin AB’den çıkmasına karar verdi. İngiltere hükümeti hâlâ bu kararla ne yapacağını düşünüyor. Ancak dünyanın bir kesiminde, önemli bir kesiminde, içe kapanmacı, sağ popülist akımların güçlendiği ortada.

Bir yönüyle 1930’ların dünyasına benzetebiliriz gidişatı. O vakitler de, başta Almanya ve İtalya olmak üzere Avrupa’nın önemli bir bölümünde totaliter sağ partiler, hareketler peş peşe iktidara gelmekteydi. İspanya ve Portekiz’de bu diktatörlükler yıllar boyunca sürdü, arada bir de II. Dünya Savaşı yaşadık.

Elbette, tarihte hiçbir olay bir diğer olaya tıpatıp benzer şekilde yaşanmaz ama benzer bir iklime girdiğimizi söylemek de hiç yanlış olmaz. Elbette, buna Türkiye de dahil. Ve bu aslında artık bir sonuç. Peki, neden böyle oldu? Yani neden ülkeler peş peşe bu içe kapanmacı, sağ popülist iktidarlara ya da eğilimlere teslim oldular? nNsıl oldu da bu akımlar gündemi, gidişatı belirler hale geldiler? Bu sorulara epey yanıt arayacağız belli ki. Böyle durumlarda akla gelen ilk analiz (ki bu ‘30’lar için sık sık yapılmıştı), sistemin işlemeyişi ya da alt sınıflara artık bir gelecek sunmamasıdır. Bir tür –zaten sorunlu olan– demokrasinin ‘krizi’ yani. Öyle mi, değil mi, bu konuya epey kafa yoracağımız bir döneme giriyoruz.

Türkiye’ye gelirsek; AKP iktidarı mağdur yaratma yolunda dörtnala gidiyor. HDP’li vekiller içerde; Cumhuriyet yöneticileri ve yazarları içerde; televizyon kanalları, gazeteler peş peşe kapatılıyor; yüzlerce gazeteci, tutuklanmadıysa en iyi ihtimalle işsiz; 15 Temmuz darbe girişimiyle mücadele devlet içinde AKP’li ya da MHP’li olmayan kim varsa ihraç edilmesi yoluna girdi; on binlerce insan işini kaybetmiş durumda; kimin başına ne geleceğini kimse öngöremiyor, medya her gün daha fazla tek ses haline geliyor. Bu gidişata AB kurumlarından gelen eleştiriler hükümet tarafından genel olarak umursanmıyor ya da absürt, ciddiyetsiz yanıtlar veriliyor.

HDP’li vekillerin tutuklanmasının üzerinde biraz durmak lazım. Kürt meselesinde geldiğimiz nokta açısından çok endişe verici bir hamleyle karşı karşıyayız. Belli ki iktidar bu hamlenin bilhassa Kürt halkında ne tür duygu kırılmalarına (artık buna ‘kırılma’ denebilir mi, onu da bilmiyorum) yol açtığını gayet iyi biliyor, ancak durulmak bir yana, baskıyı daha da artıracağının sinyallerini veriyor. Burada en büyük müttefiki MHP. Aydınlık çevresi bu işin halkla ilişkiler ayağını götürürken, CHP de ikircikli tavrıyla meseleye pek de yardımcı olmuyor. İşin aslı, Cumhuriyet operasyonunu da Kürt meselesinden bağımsız düşünmek mümkün değil.

Belli ki sol, sosyal demokrat kesim ile Kürt hareketi arasındaki ilişkiler, diyalog koparılmak isteniyor ve Cumhuriyet’in Sözcü benzeri sert ulusalcı bir çizgiye geçmesi hedefleniyor.

Bu plan şimdilik –ve iyi ki– büyük bir dirençle karşılaşmış görünüyor ama hukuku kendi istediği gibi yönlendiren iktidarın bundan sonra ne adımlar atacağını öngörmek de zor.

Ancak bütün bu baskı ortamlarında bir yerden bir hava deliği de açılıyor işte... Geleceğim yer şurası: Haftaya bir de, NTV Spor yorumcularından Güntekin Onay’ın futbol konuşulan bir programda yaptığı çıkış damgasını vurdu. Onay, bir spor gazetecisinin bir kulübün tesislerine alınmaması, dolayısıyla bunun basın özgürlüğüne sığıp sığmayacağı konuşulurken, yüzlerce gazetecinin hapiste olduğundan bahsetti, ve bunu demesiyle birlikte gündeme oturdu. Bu karanlık günlerde büyük medyada neredeyse tek tepkinin bir spor gazetecisinden gelmesi, zor günler yaşayan gazetecilere moral olduysa da, iktidar yanlısı medya hemen Güntekin Onay’ı hedef tahtasına oturttu. Umarız Güntekin Onay bu süreci herhangi bir olumsuzluk yaşamadan atlatır.

Şunu bir kez daha gördük: Ne kadar kontrol ederseniz edin bir yerden uç veriyor işte.