“Gelsin bağ bozumu, aşılsın çitler
Birlikte ağlanacak kan akan derelere
Bir ad konulacak beraber ölmelere
Eski ve yeni haramilere”
Necmiye Alpay
Çocukken bana “Büyüyünce ne olacaksın?” dediklerinde “Gazeteci olacağım” derdim. Severdim gazetecileri. Tanıdığımdan değil ama filmlerde gördüğüm gazeteci tipleri hoşuma giderdi. Biraz sarsak ama cesur olmaları mesela, çok havalı gelirdi bana. Zannetmeyin ki sadece Amerikan filmlerinde gördüm; Tarık Akan’lı, Cüneyt Arkın’lı gazeteci filmleri hatırlıyorum. Ne ara vazgeçtim o sevdadan bilmiyorum ama olmadı benim gazetecilik işi. Sonra bu köşeden biraz olsun kendimi tatmin etmeye başladım. Hayran olduğum gazetede adımı gördüğümde hissettiklerimi hiçbir zaman kaleme dökebileceğimi sanmıyorum.
Gazeteci olup başıma belaya sokacağıma büyük adam olmamı istedi anam-babam. Onların benim hakkımda hayal ettikleri büyük adam olma işine en yaklaştığım an, herhalde Kamu Yönetimi okumaya başladığım zamanlardı ama ufak bir ayrıntıyı unutmuştuk; Ermeni’den kaymakam yapmıyorlardı. Madem kaymakam olamayacaktım, gazetecilikten daha kötü bir kariyer planı yaparak şarapçı oldum.
Sonra çok gazeteci arkadaşım oldu. Bugün sabahtan beri o gazeteci arkadaşlarımı arıyorum. Sanki bir cenaze varmış gibi, aramak istiyorum. Uzun zamandır konuşmadıklarım garipsiyor aramamı. Kendimi bir yakınımı kaybetmişim gibi hissediyorum, Cumhuriyet gazetesini bastıklarından beri. Yanlış anlamayın, çok sevdiğim, sürekli okuduğum bir gazete değildir. Ama bir gazetenin bu kadar bariz saldırı altında olması beni en yumuşak ifadesiyle korkutuyor. “Bu da geçer, hep böyle kalmaz” demek istiyorum, diyemiyorum. İnsan inanmadığı şeyi öyle kolay söyleyemiyor.
Memleketin kaderi, “Daha kötüsü olamaz dedikçe” hep daha kötüye gidiyor. Bekliyorsun olacakları, üç aşağı beş yukarı tahmin ediyorsun ama “Olmaz” diye ümit etmeden de duramıyorsun, sonra o umutlar hep boşa çıkıyor.
Hayatımda ilk defa mücadele etmeye değmeyeceği hissi uyanıyor içimde. Bugün yani yazıyı yazdığım gün, kalkıp gidemedim Cumhuriyet gazetesinin önüne. Oysa aynı gazetede yazmayı şeref saydığım Aydın Engin’i aldılar bugün. Ama artık mücadele etmenin bir işe yaramayacağını düşünüyorum.
Garip bir savaş sonucunda şimdi galip olanlar, bu galibiyetlerini kutluyor. Bunlar hep o kutlama gösterileri. Cemaat’in eski müttefiki, yeni mağdurları gözümüze sokuyorlar zaferlerini. Ve en az cemaat kadar bize de dokunuyor yaptıkları. Aynı tedrisattan geçtikleri o kadar belli ki... Hep aynı tepkileri veriyorlar. Kendilerine muhalif olmak, yok edilmek için yeterli sebep. Cemaat de muhalif gazetecileri sevmiyordu, kendisine karşı olanı yok etmeyi hak sayıyordu.
Cemaat Ahmet Şık ve Nedim Şener için ne yaptıysa, şimdi kendileri beğenmedikleri herkese, her şeye aynısını yapmaya çalışıyor.
Şimdi nasıl oturup yemekten içmekten bahsedeceğiz ki? Hayatımız hep bir yerlerden kısıtlanıyor gibi. Boğazımıza bir ip dolanmış gibi. Bazen sıkı, bazen gevşek. Belki de, o iple yaşamayı öğreniyor olmak esas büyük mağlubiyet.