R. T. Erdoğan çok zeki ve çok karizmatik bir lider. Siyaset biliminde “tarihte kişinin rolü” diye klasik bir konu vardır, onu gündeme getiriyor. Rolü büyük, o kesin. Şöyle ki; o olmasaydı AKP Batı’daki Hıristiyan Demokrat partilerin Müslüman versiyonu olabilirdi. Nitekim en az 2006’ya kadar oldu.
Diğer yandan Erdoğan, yine siyaset biliminde pek önemli olan, liderin geribildirim alıp almadığı meselesini olumsuz biçimde hatırlatıyor. En yakınları bile, sağlam yerden biliyoruz, “Ben bunu Beyefendiye arz edemem” diyor.
Yani, ülkenin doksan yıllık demokrasi süreci çöpe atılırken, ayrıca, her yönden çıldırtılan Türkiyeli Kürtlerin bu ülkeden ilelebet soğuma tehlikesi çığ gibi büyürken, “Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” durumları.
***
Birinci soru: Nereye koşuyor? Kolay cevap: Başkan olmaya koşuyor. Alternatif cevap: Kendisi de bilmiyor. Tek bildiği, itiraz edilemeyen bir Tek Adam olmak istediği. Buna varayım derken kendisi ve yandaşları dahil tüm Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir duruma soktu. OHAL KHK’leriyle kanun değiştiriyor! Kapitalist bir ülkede mülkiyet ve miras hakkını kaldırıyor!
O derece ki, şimdi de “FETÖ’cü ve PKK’cıdır” gibi bir “kokteyl gerekçe”yle Kemalist gazete Cumhuriyet basılınca, en yakın çevresi dahi ‘Eleştiri yasaklanıyor; nereye gidiyoruz?’ demeye başladı (ör.).
Telaşın sebebi sadece bu Cumhuriyet olayı değil tabii ki. O, bir sürecin sadece bir parçası. Her biri anayasaya korkunç biçimde aykırı KHK’lerle askerinden şairine her kesimden yaklaşık bir milyon mağdur imal edip bir Korku İmparatorluğu kurma zincirinin (şimdilik) son halkası.
Korku konusunda şu kadarını söyleyip geçeyim ki, aylar önce içeri atılan eski bir öğrencimin eşi ve on yaşındaki çocuğuna geçmiş olsuna gittik Bodrum’dan dönünce, kadıncağız “İlk ziyaretçimiz sizsiniz” dedi.
İnsana en koyan da, bütün bunların üstüne parmağını sallayıp, “Sakın mağdur edebiyatı yapmayın ha!” diye bir yandan da korkuyla terbiyeye devamı, bir yandan alay edişi…
***
İkinci soru: Bunu neden, nasıl yapabiliyor? İki tür sebep var. Birincisi, “fıtrat”ı böyle ve/veya küçükten böyle yetiştirilmiş: “Bırakmam onu öyle!”nin özetlediği intikamcı bir tabiat.
İkinci sebep, bu korku atmosferini çok bilinçli olarak inşa etmesi. Çünkü şunu biliyor: “Yeterince korkutulan insanlar otoriteye sığınır”. Tek Adam rejimini kurmak için muhalefetin susturulması lazım. Bu amaçla ülkeyi alabildiğine korkutuyor, kutuplaştırıyor, geriyor. 7 Haziran’da kaybettikten sonra 1 Kasım’da bu sayede kazandı. Şu anda bu sayede yürüyor.
İçlerinde Diyanet’ten fetva talep eden savcıların bulunduğu yargı da korkutulanların en etkili kesimi. Başta da, 1991 içtihadını peynir ekmekle yiyip, anayasaya tümüyle aykırı KHK’leri incelemeyi reddeden Anayasa Mahkemesi.
***
Üçüncü soru: Nerelerden yardım alıyor? Cevap: Herşeyden önce, “malzeme”yi Kasımpaşa’dan iyi tanıyor. Malzeme derken:
Ankara’da Hasan Cemal’in duruşmasına gelmişiz, Adliye asansöründe hep bizim ekip, bir de kasketli vatandaş. Hasan adama sordu: “Kardeş senin dava nedir?” Cevap: “Önemli değil, basit yaralanma”. Hasan: “Yaa, geçmiş olsun”. Adam: “Yok, öyle değil. Bizim oğlan öğretmen, talebe şımarıklık etmiş, şımarma diye şöyle bi dokunmuş cetvelle, alnının şurası azıcık çizilmiş, öyle”. Bizim suratların allak bullak olması üzerine de: “Biz hep cetvelle büyüdük. Büyümeyen bakın nasıl sokaklarda öpüşüyor!”
Malzemeyi tanımanın da üstüne, özellikle CHP “sayesinde” alternatif lider bulunmayışı var. Buna da ilaveten, aynen o alçak darbenin “Allah’ın lütfu” olduğu gibi, içte ve dışta çok yararlı koltuk değneklerine sahip.
İçte: Meral Geliverir Koltuğumu Alıverir yüzünden “kayıtsız şartsız teslim” bir adet Bahçeli ve adam asma zihniyetine programlı MHP’si. M. Balbay gibi bazıları Cumhuriyet’i kapattıracak kadar gözü dönmüş Ulusalcılar. Ona da ilaveten; orada iki, burada dört, şurada üç asker ve polis vurup duran PKK.
Dışta: Muazzam bir konjonktür: Avrupa’yı titreten mülteciler sorunu. Batı’yı titreten IŞİD. NATO’yu Türkiye üzerinden parçalamaya girişerek ABD’yi titreten Rusya.
***
Dördüncü soru: Bunları “başarmak” için yöntemleri neler? Cevap: Tekmili birden oynayan dört film sayesinde sürdürülen bir OHAL ve KHK’leri düzenini kullanarak sadece tüm muhalifleri değil, tüm yandaş olmayanları temizlemek.
Dört film deyince: “Bizi Seksen Yıldır Mağdur Ettiler!” (Başörtüsünü yasaklama programı sponsorluğunda), “FETÖ’nün Bitmez Tükenmez Maceraları” (Havuz Medyası ve Sözcü’nün manşetleri sponsorluğunda), “Kürt Öcüsü” (PKK saldırıları sponsorluğunda), “Musul ve Misak-ı Milli Fatihi” (Lozan’ı kötüleme sponsorluğunda).
Bu sonuncusu o kadar fantastik ki, özellikle komşu Suriye’yi parçalamak için yaptığı girişimleri “Türkiye’nin parçalanmasını önlüyorum” diye izah edebiliyor…
Daha bile fantastik bir olgu aranırsa: Önce anayasayı fare yemiş peynire döndürüp, ondan sonra da Tek Adam rejiminin gerekçesi olarak “İstediğiniz kadar yok deyin, fiilî başkanlık var” ve “Delik deşik olup hayatiyetini kaybetmiş bir Anayasa’dan medet umulmayacağı ortadadır” dedirtmesi...
Ek program olarak, çevresine enfes bir rant dağıtımı.
***
Beşinci ve en vahim soru: Böyle koşmaya ne kadar devam edecek? Cevap: Sonuna kadar. Tek Adam rejimini kurduktan sonra da. Çünkü hukuka o kadar aykırı davrandı/davranıyor ki iktidardan düştüğü ânı tahayyül etmek bile istemiyor. 17-25 Aralık rezaleti bile KHK’lerin hukuk dışılığı yanında çocuk oyuncağı kaldı.
Geri vitessiz ve frensiz bir Erdoğan çok dar bir çıkmaz sokağa girdi. Önündeki duvarı tos vurup yıkmaya çalışmaktan başka çaresi yok.
Yok da, Türkiye bunun için fazla gelişmiş bir ülke. Libya, Afganistan, hatta Pakistan olsa “umut” olabilir, ama Türkiye bunun için fazla badire atlatmış, fazla gelişmiş bir ülke. Yaşayacağız, çekeceğiz, perişan olacağız, bu karabasandan uyanınca da “Vay be, niye bu kadar uzun sürdü bu!” diyeceğiz.