Başbakan Erdoğan’ın “Her kürtaj bir cinayettir, bir Uludere’dir” sözlerinin ardından yaşanan tartışmaları İslami kesimden kadınlara sorduk. Kürtajla ilgili yaklaşımları farklı farklı da olsa hepsinin ortak kanaati bu çıkışın gündemi saptırma amacı taşıdığı. Kimi “Kürtaj konuşacağımız en son konu” derken kimine göre ise bu konuda atılacak ilk adım yasaklamak olmamalı.
FUNDA TOSUN
fundatosun@agos.com.tr
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Her kürtaj bir cinayettir, bir Uludere’dir” sözlerinin ardından yaşanan tartışmaları İslami kesimden kadınlara sorduk. Kürtajla ilgili yaklaşımları farklı farklı da olsa hepsinin ortak kanaati bu çıkışın gündemi saptırma amacı taşıdığı.
Fatma Bostan Ünsal (Başkent Kadın Platformu):
“Gündemi saptırmaya çalışıyorlar”
Bu dönemde böyle bir tartışmanın ortaya atılması manidar. Kürtaj gerçekten ciddi bir mesele olsaydı on yıldır iktidar olan parti bu konuyu bir kere gündeme getirirdi. Dolayısıyla böyle bir tartışmanın hakiki olduğuna inanmıyorum, gündemle ilişkili olarak değerlendiriyorum. Roboski çok büyük bir acı ve halkın hassasiyetlerine cevap verecek tarzda politikalar geliştirilmeliydi. Oradaki halkın sınır ticareti yapıyor olması, kaçakçı denmesi ölümleri meşruymuş gibi gösteren bir argümana dönüştürüldü. Bir kere oradaki insanların kaçakçılık yapıyor olmasıyla bu devletin hesaplaşması gerekiyor. Kimileri için 13 yaşındaki çocuk şehrin göbeğinde o saatte ekmeğe gönderilemezken, aynı yaştaki Muhammed Encü gece mayınlarla dolu bir arazide ekmek parası kazanmak zorunda kalıyor. Sadece bu durumun kendisi bile “komşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturunu sahiplenen Müslümanlar için büyük bir günah. Kaldı ki bu insanların bir de bombalanması var. Çok yakın zamanda iki gazetecimiz Suriye’den Başbakan tarafından gönderilen özel uçakla getirildi. Mavi Marmara sürecinde yaşananları biliyoruz. Ama Roboski’de insanlar bombalandığında devletin tüm kademeleri bilgilendirilmesine rağmen tek bir ambulasın bile bölgeye gitmesine izin verilmedi, acil yarım ekipleri engellendi. 13 insanımız orada soğuktan donarak ve kan kaybından hayatını kaybetti. Şimdi bütün bunlar olurken yaşananları kürtaj ile aynı bağlama oturtmaya çalışmak gündemi saptırmaya çabalamaktan başka bir şey değil. Öte taraftan İslam hukuku çok zengin ve çeşitliliği barındıran bir müktesebat. Modernist hukuk gibi bütün zamanlar ve bağlamlar için geçerlilik iddiasını barındıran “mutlak” bir hukuk değil. Şu andaki hukuka göre kürtaj iki aya kadar yasal bundan sonrasında anne ve çocuk sağlığı tehlikede olduğu durumda müdahale edilebiliyor. İslam hukuna baktığınızda ise üç ay dört aya kadar müdahale edilebileceği yönünde ayetler var. Bana göre İslam’ın bu zengin yanını esas almak gerekir. Ben bir Müslüman olarak kimsenin kürtaj yapıp yapmamak konusunda zorlanamayacağına inanıyorum. Diğer taraftan bedenimizin kendimize ait olduğu gibi bir inanca da sahip değilim. Bedenimiz dahil her şey bize bir emanet. “Bedenime her şey yapabilirim” gibi genel bir başlığı olan feminist felsefe de bana çok doğru gelmiyor. Ahlaki ve dini olarak bunun bazı sınırlamaları olduğuna inanıyorum.
Cemile Bayraktar (Yazar):
“Kürtaj en son konuşacağımız konu”
AK Parti son bir yıla kadar Türkiye’deki özgürlüklerin önünü açan farklı kutupları dahi aynı söylem altında toplayabilen bir partiyken maalesef bugün neredeyse özgürlüklerin önünde engel teşkil eden bir partiye dönüştü. Kendisini destekleyenler tarafından “eleştirilen” bir parti oldu. Bunun son örneğini gereken özür dilenmediği ve faillerinin yargılanmadığı Roboski (Uludere) faciasında gördük. Uludere faciasında faillerin yargılanması, özrün dilenmesi gereği yerine getirilmemişken “bir siyasi illüzyon” olarak “kürtaj” bahsiyle bu acı kamufle edilmeye çalışıldı. Ama bırakın kürtaj bahsinin Uludere faciasını örtmesini, kürtaj bahsindeki açıklamalar Uludere faciası üzerine tuz biber oldu.
Başbakan “Her kürtaj bir cinayettir, bir Uludere’dir.” açıklamasını yaptığında, ilk aklıma gelen şu oldu: “Uludere’nin cinayet olduğuna inanıyorsunuz da, faillerinin yargılanması ve cezalandırılması gerektiğine neden inanmıyorsunuz?” Düşünsenize, doğmamış bir canlının yaşam hakkını düşünecek kadar kılı kırk yaran bir vicdanınız var ama mesele Uludere olunca “geçiştirici ve örtücüsünüz”. Bu nasıl bir tutarsızlıktır?
Ben ilahiyatçı değilim, ancak kendimce İslamî araştırmalar yapıyorum. Kürtajın dini hükmü hakkında fetüsün 17, 20 ve hatta 120 güne kadar “bir insan” olmadığını, bu zamana kadar kürtajın caiz olduğu söyleniyor. Benim araştırmamdan edindiğim sonuç ise; annenin ve çocuğun canı tehlike altında değilse çocuk özürlü doğacak olsa dahi ana rahmine düştüğü an canlanmıştır ve kürtaj yaptırmak dinen haramdır. Ancak kürtajın kişinin kendi tercihi olduğunu da düşünüyorum. Yani kürtajın anne ve babayı ilgilendiren bir karar olduğunu, devletin bunda söz sahibi olmadığını düşünüyorum.
Velev ki devlet müdahalesini kabul ettik, bunun sonucunda olacaklardan ürküyorum. Zira kürtaj yasaklandığında “merdiven altı” dediğimiz yerlerde yasal ve sağlıklı olmayan koşullarda kürtaj yapılacağı için –ki örnekleri mevcuttur- bu çok daha tehlikeli sonuçlar doğurur diye düşünüyorum.
Ayla Kerimoğlu (Hazar Eğitim ve Dayanışma Derneği):
“İnsaf sınırlarını aşan bir yaklaşım”
Başbakanın ifadesine göre “hataen” bombalanan çoğu çocuk 34 vatandaşımızın ölümünün üzerinden geçen bunca zamana rağmen Uludere’de ne oldu henüz tam olarak bilmiyoruz. Kaçakçılıkla geçinilmesini ölümlere bir mazeret olarak sunmak ya da bunun üzerinden yapılanı meşru göstermeye çalışmak insaf sınırlarını oldukça aşıyor. Hiçbir ananın ağlamasına rıza göstermeyeceğini söyleyen başbakanımızın ölenlerin Türk-Kürt diye ayrılamayacağını ifade etmesi, konunun takipçisi olacaklarına dair verilen sözleri umut olmuşken, Emine Erdoğan’ın Uludereli annelerle ağlayarak kucaklaşması henüz hafızalarımızda tazeliğini koruyorken, öldürülenlere dair yapılan “terörist” imalarını anlamakta güçlük çekiyoruz. Uludere ve kürtaj arasında kurulan paralellik her ne kadar kürtajın bir cinayet olduğunu vurgulu bir biçimde dile getiriyor ve Uludere olayını tersten bir okumayla cinayet olarak niteliyor olsa da yapılan tartışmalar bunun uygun bir anlatım dili olmadığını gösteriyor. Böylece hem kürtaj meselesinin hem de Uludere olayının bu söylemlerle yara aldığını düşünüyorum.
Kürtajı bir kadın hakkı olarak değerlendirmeyi doğru bulmuyorum. Dine göre bunun hükmünü verecek olan din alimleridir. Ancak ben ahlaki ve vicdani olarak kürtajı savunmayı doğru bulmuyorum. Özel haller ayrıca konunun uzmanları ve tarafları arasında tartışılabilir. Bence kürtaj bir “hak” olarak değil ancak tıbbi ve psikolojik gerekçelerle uygulanacak bir çözüm olarak düşünülmesi gereken bir uygulama olabilir.
Özlem Yağız (Buluşan Kadınlar Platformu):
“Nur topu gibi erken doğmuş bir yasamız oldu”
Başbakanın sözlerini soğukkanlı değerlendirmekte zorlanıyorum. Bu toplum için çok ciddi iki meseleyi bir araya getirip bu kadar ciddiyetsiz bir cümle kurmak aslında çok zor bir şey gibi geliyor bana, ama politik bir anlamı olduğu da çok açık. Anlaşılıyor ki kürtaj yasasında yapılacak değişiklikler bir şekilde hükümetin gündeminde vardı. Bu konuyu devreye sokma zamanı toplumun Uludere üzerinden hassasiyetlerinin arttığı bir zamana denk getirildi. Yani biz Uludere olayını gölgelemek yüzünden bir kürtaj yasası icat etmesek de katliama yönelik gitgide şiddete bürünen devlet diline ve adaletin askıya alınmasına karşı oluşan tepkiler sebebiyle nur topu gibi erken doğmuş bir yasaya sahip olduk.
Kürtaj meselesi benim de pek çok insan gibi normal şartlarda taraftar olabileceğim bir konu değil. Kadının kendi bedeni üzerinde bir hakkı varsa, anne rahmindeki ceninin de kolay kolay yok edilmesine rıza gösterilmemesi gereken bir yaşam hakkı var. Ne yazık ki kürtajın uzun yıllar Türkiye’de sanki bir doğum kontrol yöntemiymiş gibi çok büyük bir hafiflikle ele alındığını düşünüyorum. Belki meslek odalarının, adli kurumların takip etmesi gereken bir konu olabilir. Toplumu bir canlının yaşam hakkı hakkında bilinçlendirecek, kürtajın hem anne hem de cenin açısından çok hafifsenmeyecek bir konu olduğunu öğretecek kampanyalar, sempozyumlar yapılabilir.
İslami yorumlar kürtaj konuda çok çeşitli. Hatta şimdiki 2,5 ay sınırından daha fazla bir süreye cevaz veren yorumlar da var. Ama benim bu konuda kendi kişisel kanaatim normal koşullarda çok olağan bir şey görmesem de kürtaj için 2,5 ay olarak konulan sürenin mantıklı olduğu yönünde. 2,5 ay bir ceninin ilk defa kalbinin atmaya başladığı, organlarının oluşarak bir insan suretine dönüşmeye evrildiği zamandır. Üstelik bir insanın gebe olup olmadığını da rahatlıkla anlaması için yeterli bir süredir.
Neslihan Akbulut Arıkan (Sosyolog, AK-DER):
“Atılacak ilk adım kanunla yasaklamak olmamalı”
Uludere ile kürtajı aynı cümlede ele almak çok yanlış bir teşbih oldu diye düşünüyorum. Böyle bir örneği Başbakanın beyanatı üzerinden tartışırsak Uludere’de öldürülen çocukların da iktidar sahibi bireyler tarafından kasten öldürüldüğü düşünülebilir, ki bu durumda hükümet artık böyle söylemlerde bulunmak yerine bu katliama neden olan o iktidar sahiplerini ortaya koymalı, sorumluları hukuk karşısına çıkarmalıdır. Aksi halde kürtajı Uludere üzerinden tartışmak o acıyı yaşayan aileleri rencide etmekten öteye geçmez. Kürtajın tıbbi bir zorunluluk olmaksızın ya da tecavüz ve ensest gibi şiddet içeren suçlar sonucu oluşan gebelikler dışında uygulanmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Kürtaj tartışırken iki hayat hakkından söz ediyoruz aslında. ‘Bedenim benimdir’ tezi üzerinden sürdürülen tartışmalar sadece kadının bedenine odaklanmaktadır. Kürtaj yoluyla parçalanarak rahimden tahliye edilen bebeğin ise varlığı yok sayılmaktadır. O bebeğin kalbi atmasına rağmen canına kıyılmasına sadece annenin ya da babanın tercihi üzerinden karar verilmesini anlamakta zorlanıyorum. Öte yandan bebeklerin rahimlerde öldürülmesi ile mücadelede kürtajın yasaklanmasının amaca hizmet etmediğini, aksine kadın ve çocuk sağlığı açısından daha da vahim sonuçlara yol açtığını ortaya koyan ciddi istatistikler var. Bu nedenle kürtajı engellemek için devlet tarafından atılacak ilk adımın kürtajı yasaklamaya varan bir tedbir olması yanlış. Kürtaj ile gerçek anlamda mücadele edilmeli; kanun yapıp yasaklayarak yasadışı yollara itilmesinin ve kendi pazarını oluşturmasının önüne geçilmeli.