Yasin Duman’ın ‘Rojava: Bir Demokratik Özerklik Deneyimi’ kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Sabancı Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Doktora Öğrencisi olan Yasin Duman, ‘Bir Savaşın Ortasında Barış ve Çatışma Çözümü: Rojava Demokratik Özerk Yönetiminde Olanaklar ve Zorluklar’ başlıklı yüksek lisans tezinin sonucu olarak ortaya çıkan bu çalışmasında, Rojava’da geçmişten bu yana yaşanan çatışmaların, özerk yönetim ve sivil toplum tarafından nasıl algılandığına ve bu çatışmaların Rojava Demokratik Özerk Yönetimi altında nasıl çözüldüğünü birebir deneyimler ışığında anlatıyor. Kitapta, Rojava’da önümüzdeki dönemde yaşanabilecek muhtemel gelişmelere de yer veriliyor. Yasin Duman’la kitabından yola çıkarak, Ortadoğu’da Müslüman olmayan toplumların yaşadığı sorunlar ve çözüm yollarına uzanan bir söyleşi yaptık.
Rojava'daki demokratik özerklik deneyimi Ortadoğu'da yaşayan Müslüman olmayan topluluklar (Ortadoğu Hıristiyanları, Ezidiler vs...) bir umut olabilir mi?
Rojava’daki gelişmeleri 2011’den bu yana takip etmeye çalışıyorum. Rojava’da şimdiye kadar hayata geçirilen siyasi ve toplumsal projeler, Ortadoğu’nun farklı dinlere mensup topluluklarının bir arada yaşayabilmesine önemli bir imkân sunuyor. Rojava’nın Toplumsal Sözleşmesi’nin (son birkaç aydır Kuzey Suriye ve Rojava Demokratik Federasyonu Toplumsal Sözleşmesi olarak değiştirilmesi için çalışmalar yürütülüyor) birçok maddesi etnik, dini ve kültürel farklılıkların bir arada var olabilmesine yasal bir zemin sunuyor. Örneğin 23. maddenin a bendinde “Herkes etnik, dil, cinsiyet, dini, mezhebi ve kültürel kimliğini yaşama hakkına sahiptir”, 31. maddede “Dini inançların yaşanması hakkı güvence altındadır, dinin siyasete alet edilmesi, din üzerinden karşıtlık ve ayrımcılık yaratılması kabul edilemez”, 32. maddenin c bendinde “Êzidîlik inancı ayrı bir inançtır. Êzidîler her türlü toplumsal ve dini inançlarını yaşama hakkına sahiptir”, ve son olarak 91. maddenin a ve b bendlerinde “Din ve devleti işleri birbirinden ayrıdır” ve “İnanç özgürlüğüne sınır tanınamaz. Yönetimler tüm din, inanç ve mezheplere saygılıdır. Yönetimler ibadet özgürlüğünü savunur” ifadeleri geçmektedir.
Sözünü ettiğiniz Toplumsal Sözleşme, yasa hükmünde bir belge midir?
Toplumsal Sözleşme’de yer alan bu maddeler, demokratik anayasalar gibi yasal bir metindir ve yasaları ihlal edenler sözleşmede belirlenen yasalar çerçevesinde cezalandırılır. Toplumsal Sözleşme’nin varlığı önemlidir fakat insanların hak ihlalleriyle karşılaşmayacağını garanti etmez. Bunu garanti edecek olan, Rojava’da Toplumsal Sözleşme’de belirlenen ilkeleri benimseyen bir toplumsal sistemin inşasıdır. Sözleşme demokratik değerleri esas almıştır fakat Rojava’da zaman zaman hak ihlallerinin yaşandığını da biliyoruz.
Peki umut verici olan nedir?
Farklı etnik, dini ve siyasi topluluklara umut veren nokta, Rojava yönetiminin bu topluluklarla geliştirdiği toplumsal ilişkilerdir. Barışı ve uzlaşıyı esas alan, halklar arası dayanışmayı güçlendirmeye çalışan, inkâr ve asimilasyonu değil aksine birbirini daha yakından tanıma ve ortak mücadele ve inşa platformlarında insanları birbirine yaklaştırma gayretidir. Rojava’da rejimin ve muhalefetin şovenist, milliyetçi ve mezhepçi anlayışına ve IŞİD gibi radikal cihatçı grupların din anlayışına karşı bir mücadele var. Kürt olmayan toplulukları Rojava’nın siyasi ve ekonomik idaresinin dışında bırakmayı amaçlayan Kürt gruplarına karşı da bir mücadele var. Süryanilerin, Halk Savunma Birlikleri (YPG) ve Demokratik Suriye Güçleri (DSG) içinde silahlı birliklerinin olması çok önemlidir. Ermeniler gibi onlar da bir kıyımdan geçirildiler. Kendilerini korumaları gerekiyor. Toplumsal Sözleşme Rojava Savunma Güçleri çatısı altında olmak kaydıyla bütün etnik ve dini gruplara bu hakkı tanıyor. Araplar, Çeçenler ve Türkmenler de katıldı. Militarizmi kutsallaştıran bir açıdan bakmak değil bu, hayata geçirilen somut bir öz savunma modelidir. Rojava Demokratik Özerk Yönetimi, farklı etnik ve dini toplulukların üzerinde uzlaştığı ve pratik ettiği bir siyasi idaredir.
Üzerinde 3 milyondan fazla insanın yaşadığı oldukça geniş ve renkli bir coğrafyadan bahsediyoruz. Rojava, yerelden yönetilen bir idareye sahip olduğu için toplulukların yönetime katılımı daha yoğun ve güçlü oluyor. Yereldeki gruplar ve bireyler daha fazla inisiyatif alabiliyor ve bu da farklı renklerin ve seslerin yönetime ortak olmasının önünü açıyor. Hıristiyanların, Müslümanların ve Êzidîlerin aynı köy veya mahalle komününde bir araya geldiğini görüyoruz. Herkes farklı bir sorumluluk alarak, Toplumsal Sözleşme’nin esasları gereği hareket ediyor. Her komünde ‘Barış ve Uzlaşma Komitesi’ var örneğin. İnsanlar çok nadiren mahkemeleri tercih ediyorlar. Barış ve Uzlaşma Komitesi, çatışma yaşayan bireyleri, grupları veya aşiretleri uzlaşı ve ortak çözüme ikna ederek barıştırıyor. Böylesi bir sistem insanların ön yargılarını yıkmasına ve algılarını değiştirmesine yardımcı oluyor. Eğer böyle olmasaydı, Rojava’da her gün yeni bir etnik veya dini çatışmaya tanıklık edebilirdik. Bu farklılıkların bir arada yaşayabilmesi adına önemli bir toplumsal çabadır. Rojava’yı ayakta tutan ve umut veren de muhtemelen budur. Zamanla daha fazla insanın bu toplumsal çabaya dahil olması, bu yaşamı bir kültür haline getirebilir. İnsanları inkâr etme ve dışlama, onlara farklılıkları nedeniyle baskı kurma ve zulüm etme nasıl bir kültür haline dönüştüyse, Rojava’daki toplumsal yaşam da bütün bunlara karşı bir kültüre dönüşebilir. Bu anlamda demokratik değerlerden vazgeçmezse Rojava, bütün Ortadoğu’ya demokratik bir kültürü yaşatma potansiyelini barındırıyor.
Kitabınızın 206-207. sayfalarında yazdığınız Göçmen Mülkü Kanunu'yla ilgili son gelişmeler Rojava'daki Müslüman olmayan topluluklar açısından şu anda bir endişe konusu olmaktan çıkmış mıdır?
Rojava Demokratik Özerk Yönetimi ‘Göçmen Mülkü Kanunu’ ismiyle bir yasanın varlığını ve Müslüman olmayan halkların mallarına ve mülklerine el koyulduğuna dair iddiaları reddetmişti. Kısa bir süre sonra da ‘Göçmenlerin Mülkünü Kullanma ve Koruma Kanunu’ ismiyle bir yasa çıkardılar fakat bu yasa var olan endişeleri giderebilir mi bilmiyorum. Söz konusu iddia Hesekê bölgesinden gelmişti ve bu bölgede hem IŞİD, hem Suriye rejimi hem de Rojava savunma güçleri vardı. Rojava yönetimi topluma bu endişeyi yayan, insanların mal ve mülküne zorla el koyanların kim olduğunu tespit etmek için iddia sahipleriyle birlikte bağımsız bir komisyon tarafından araştırılmasını talep etti. Bildiğim kadarıyla sonrasında buna dair bir gelişme yaşanmadı. Şu anda durum tam olarak nedir bilmiyorum. Savaşın devam ettiği bölgelerde bu tür bağımsız heyetlerin kurulması ve araştırma yapılabilmesi biraz zor olabilir. Kaldı ki söz konusu yerlerde birbirine karşı çatışan güçler varsa, bu durum daha da zorlaşır. Rojava bunu çok sık deneyimledi. IŞİD ve El Nusra, YPG üniformaları giydirdiği üyeleriyle defalarca sivil insanlara saldırdılar ve yüzlercesini katlettiler. Bunu, YPG’yi veya Özerk Yönetimi savunmak adına söylemiyorum. Fakat Cezîre’nin diğer bölgelerinde, Kobanî’de ve Efrîn’de böylesi haberler duyulmazken, özellikle karışıklığın olduğu bölgelerde bu iddiaların gündeme gelmesi, bu tür olayları değerlendirirken daha dikkatli olmamızı gerektiriyor. Yaşanan bu endişe savaş bölgelerinde daha yaygın olabilir. Rojava Demokratik Özerk Yönetimi ve ona bağlı bütün kurumlar, Toplumsal Sözleşme’ye uygun hareket ederek bu tür bir ihlalin yaşanmaması için elinden geleni yapmalı ve toplumu buna uygun hareket edecek şekilde örgütleyebilmeli. Aksi takdirde endişeler son bulmayacaktır.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında gelişen atmosferde genelde Kürt sorunu özelde de Rojava'da PYD/YPG'ye yönelik olarak Türkiye'nin iç ve dış politikasında bir yumuşama bekliyor musunuz?
Bu henüz çok yeni bir olay. Neleri ne kadar uzun süre etkileyeceğini kestirmek biraz zor. Türkiye devletinin Kürt sorununa yaklaşımı şu an savaşı esas alıyor. ‘Darbe girişimi’ başarılı olsaydı yine bir savaş yaşanacaktı. Bu anlamda Kürt sorunu açısından çok şey değişmemiş olacaktı. Her iki taraf da PKK’yle ve onun etrafında örgütlenen Kürt halkıyla savaşarak bu sorunu çözeceğini düşünüyor. Tutuklanan birçok rütbeli halihazırda Kuzey Kürdistan’da savaşı yürüten isimlerdi. AKP, bu ‘girişimin’ başarısız olması sonucu elde ettiği ‘avantajı’ kendine muhalif bütün kesimlerin üstüne daha fazla gitmek için bir fırsata dönüştürebilir. Dolayısıyla iç siyasette yumuşama beklemek için elimizde hiçbir neden yok. PKK ve onun çizgisinde mücadele eden veya ona destek veren gruplar her zaman ilk hedeftir ve sanırım böyle olmaya devam edecek.
AKP’nin hazırlayacağı anayasayı ve başkanlık sistemini referanduma götürmesi, son yaşananlardan sonra, halkta çok ciddi bir destek görebilir. Dolayısıyla iç siyasette eli güçlenen bir hükümetin, Rojava’ya karşı yumuşamasını beklemek de zor. Hatta Rojava’yı daha da zora sokacak ittifaklar geliştirebilir. Kürtlere destek veren Rusya ile ilişkilerini düzeltmek adına Türkiye devleti birçok adım attı. Ülkenin cumhurbaşkanı bizzat ‘özür mektubu’ yolladı. Suriye hükümeti ile de diyalog gelişebilir. Bunun Kürtlerin lehine olacağını düşünmüyorum. Türkiye devleti, Suriye Ulusal Koalisyonu ve radikal cihatçı gruplarla yapamadığını Suriye hükümeti ile denemek isteyebilir. Rojava, PKK çizgisinde oluşan ve gelişen bir yönetim. Türkiye devleti Suriye içinde kendi çıkarlarına ters düşen bir yönetime izin vermemek için her yolu deneyecektir. Bunu devlet yetkililerinden defalarca duyduk. Rojava Demokratik Özerk Yönetimi’nin başarısız olması için bütün imkânlarını kullanacaktır. Başarılı olur mu olmaz mı bilmiyoruz, fakat Rojava’daki koşulların Kuzey Kürdistan’a benzemediğini biliyoruz. Türkiye devleti, Kuzey ve Güney Kürdistan’a gerçekleştirdiği saldırıların benzerini Rojava’da da yaparsa savaş ve çözümsüzlük hem Suriye’de hem de Türkiye’de daha da derinleşecektir. Bu nedenle doğrudan savaşmak yerine daha çok diplomatik kanallarla Rojava’ya baskı kurmaya çalışıyor. ABD ile bunu uzun bir süre denedi ama ABD’nin çıkarları gereği başarılı olamayınca şimdi Suriye ve Rusya ile deneyecek. Elbette Suriye ve Rusya ile ilişkiler geliştirmesinin tek nedeni Rojava değil, fakat Rojava en önemli nedenlerden biri.