Gazeteci yazar Cemal Uşşak, Hrant Dink Vakfı tarafından onarılan Habap Çeşmeleri'nde bu yıl ilk kez düzenlenen şenliklere katıldı. 26, 27 Mayıs tarihlerindeki şenlikleri oldukça anlamlı bulan Uşşak, izlenimlerini Rota haber sitesindeki köşesinde okuyucularıyla paylaştı. Fethiye Çetin'in 'Anneanem' kitabına konu olan anneannesi Heranuş hanımdan da bahseden Uşşak, 'Yüzleştikçe insanlaşıyoruz' diyor.
Gazeteci yazar Cemal Uşşak Habap izlenimlerini Rota haber sitesindeki köşesinde bugün (5 Haziran Salı) okuyucularıyla paylaştı.
Uşşak'ın yazısı;
Zaman zaman olduğu gibi, son iki ayda da, “leyleği havada görüp” yurt dışında ve yurt içinde peş peşe seyahatler yapmam ve dahi “teknoloji özürlü” olmam dolayısıyla siz değerli okuyucularımın karşısında olamadım.
9-16 Nisan tarihleri arasında bir grup “güzel dost”la birlikte Kutsal Topraklar’a gittik. Onun tadı damağımızda iken, 19-28 Nisan tarihleri arasında gerçekleşen Nurnberg’den Berlin’e beş şehri kapsayan Martin Luther’in misyon yolculuğunu izleyen bir seyahat yaptık.
12-19 tarihleri arasında Güney Kore’nin üç değerli Üniversitesinde, Türkiye’den kıymetli hukukçu, gazeteci ve siyasetçi dostlarla birlikte “Türkiye’yi anlama” toplantılarına katıldık.
26-27 Mayıs tarihlerinde Hrant Dink Vakfı’nın organizesi çerçevesinde Elazığ’a ve Tunceli’ye (Dersim’e) gittik; “Habap Çeşmeleri” nin açılışına tanıklık ettik.
2-3 Haziran tarihleri arasında ise, DASİDER’in (Doğu Anadolu Sivil Toplum Kuruluşları Birliği) Van’da organize ettiği toplantılara katıldık.
Her birinde edindiğim anlamlı izlenimlerin diğerinden geri kalan yanı yoktu. İnşaallah zaman içerisinde hepsini aktarma imkânı bulabilirim. Ancak ben şimdi sizlere “Habap Çeşmeleri” nin hazin, hazin olduğu ölçüde de ibretlik hikâyesinden söz etmek istiyorum.
Hikâye, Hovannes ve İsguhi kızı Heranuş’un, 1915 Tehciri bakiyesi olarak, birçok benzeri gibi, Diyarbakır’a bağlı Çermik kazasında yaşayan Hüseyin Onbaşıya evlatlık verilmesi ile başlıyor.
…Heranuş’un adı artık Seher’dir. Seher büyür; evlenir çoluk-çocuk; torun-torba sahibi olur. Bir gün torunlarına sergüzeşti hayatını anlatır. Hikayeyi dinleyen torunlardan biri de, bir kanlı ve kinli saldırı sonucu aramızdan ayrılan müteveffa Hrant Dink’in avukatı Fethiye Çetin’dir. (*)
Fethiye Hanım, anneannesinin köklerini takip edip, doğduğu köyü bulur. Burası Elazığ’ın, Kovancılar ilçesine bağlı Ekinözü köyüdür. Asıl adıyla Habab köyü. Anneannesinin ruhunu şad etmek üzere, köye kalıcı bir eser yapmak ister. Bu eser ise, anneannesinin henüz Heranuş iken, suyunu içtiği, evlerine kova kova su taşıdığı, geleneksel Ermeni mimarisinin bütün güzelliğini taşıyan, çeşmeleri toprak altından çıkartıp, anlamlı bir kampanya ile restore ettirir. İşte biz bir gurup, “ Barış ve Dostluk Gönülüsü” olarak bu çeşmenin açılış törenine katılmak üzere Habap köyüne gittik.
Fransa’dan, Ermenistan’dan ve Türkiye’nin muhtelif köşelerinden gelen güzel insanlarla unutulmaz anıları paylaştığımız merasime tanıklık etik.
Köyün yaşmaklı nineleriyle ve nur yüzlü Hacı Amcaları ile candan sohbetler yaptık. Elleriyle değil, gönülleriyle yoğurup pişirdikleri o güzelim tatlı-tuzlu ikramları yedik. Yedik ve hayıflandık, neden bu güzelim tadlar İstanbul’da bilinmez diye.
Türkçe, Kürtçe ve Ermenice şarkılar eşliğinde halaylar çekildi. Dizlerim elverseydi, gençliğimde olduğu gibi ben de halaya katılırdım ama katılamadım. Seyretmenin doyumsuz lezzetini tattım.
Benimle birlikte bu hazzı tadanlardan biri de, bu seyahat vesilesi ile tanımaktan bahtiyar olduğum, Lübnan doğumlu ancak 38 senedir Los Angeles’de yaşayan ve Habap köylülerinden daha güzel Türkçe konuşan Nazareth Kevonyan idi. Sevgili Nazar Abi; sık sık gel buralara emi! O çok sevdiğin “aslan sütü”nü içmede sana eşlik edemem ama, ben de meyve kokteyli ile muhabbete katılıp, dostluk ve sevgi üzerine konuşuruz tekrar…
Bir ara, “Keşke Hrant da sağ olsaydı da bu manzaraya tanıklık etseydi.. Ve şöyle deseydi, ‘İşte benim mücadele ettiği “kirli düşmanlık kanı” nı temizleyecek olan bu çeşmedi’ deseydi” diye düşündüm.
Ayağa kalkıp, halayları seyre koyuldum. Aha.. O da ne.. Hrant güleç yüzüyle Halay’ın tam ortasında… Sağ kolunda Habab köyünden Mehmet oğlan, sol kolunda ise Erivan’lı Armine kız var. Hani şu Habab köyünün okulunu birlikte boyayanlar…
Bilemiyorum, hayal miydi gördüğüm, yoksa gerçek miydi? Onu Rakel’e sormak lazım. Çünkü o, “Onun ruhu buralarda” demişti.
Evet, benim tanıdığım Hrant Dink, hep sağ koluna Mehmed’leri, sol koluna da Armine’leri almıştı. İki sevgiliden birini tercih etmezdi o. İkisini birden severdi. Birileri gibi, gönlü dar değildi onun.
Türkiye-Ermenistan maçı sırasında, değerli Hasan Cemal, “Hrant sağ olsaydı elinde Ermenistan bayrağı ile maçı izlerdi” diye yazmıştı. Ben de, “Hayır, o sağ olsaydı, bir elinde Türkiye bayrağı, öbür elinde Ernmenistan bayrağı olurdu” diye yazmıştım. Çünkü ben onu öyle tanımıştım.
Bu seyahate Dersim’in ve Elazığ’ın bazı köylerini de dolaşma fırsatını bulduk. Pagan dönemi kültürü ile Hristiyanlığın; Hristiyanlığın izleri ile Alevi kültürünün nasıl da iç içe geçtiğini gözlemleme imkânına sahip olduk. İnsafsız definecilerin hunharca harab ettiği kilise harabelerini gezdik.
Keşke, hiçbir kompleks veya erinme duygusu hissetmeksizin bu iç içe geçmişliği bir tarihi ve kültürel veri olarak kabul edip üzerinde çalışmalar yapılabilse… Etiketlenme korkusunu hissetmeyeceğimiz günler çok uzaklarda değildir inşallah.
…Ve Munzur’un güzelleştirdiği o muhteşem Dersim vadisini gördük. “Keşke “ dedik. “Bir gün, tepelerdeki gözetleme kulelerinin yerini, seyir terasları alır da bu muhteşem manzaralı bütün Türkiye rahatlıkla görebilir”.
Başlığa aldığım söze gelince:”Yüzleştikçe insanlaşıyoruz”.
Bu sözü o gün törende Rakel Dink söylemişti. Sözün kendisi elbette anlamlı. Ama onu daha da anlamlı kılan, eşini hunharca bir saldırı sonucu yitiren bir acılı eşe ait olması. Öyle iki kelime ki, üzerine sayfalar dolusu yazı yazılır. Her ne ise…
Şimdi Habap köyünün üç gözlü çeşmelerinden sadece su değil; dostluk ve sevgi akıyor.
Kuruyan tüm çeşmelerin yeniden akması dileğiyle…
(*) Hikâyenin detayları Anneannem’de. Metis Yayınları. 2004.