Öyle hazmedilemez şeyler yaşıyoruz ki günden güne zorlaşıyor yazacak konu seçmek, daha doğrusu, dövülüp duranlardan farklı bir konu seçmek. Onlar da o kadar kanıma dokunuyor ki avaz avaz bağırasım geliyor. Ne kadar açık sözlü olsan da inceden inceye hep sezilen zülfiyare dokunma endişesi bile önemini kaybetti artık. O derece çileden çıkıyor insan. Bir ara “Aman bu durum böyle işte, alıştık artık” moduna giriyorsun, zira bu ülkede Ermeni olmak böyle bir şey, sonra hiç beklemediğin birinden öyle bir laf geliyor ki yeniden depreşiyor isyanın. Evet, tabii ki ben de Nurettin Demirtaş’ın döktürdüklerinden etkilendim ve fikirlerine değer verdiğim dostların yorumlarını sevdim “Pek güzel söylemişler” dedim. Yine de durup durup takılmaktan kendimi alamadım. Mesela Ermeni devletinin Van, Ağrı gibi şehirleri alma arzusundan söz etmesi tam bir ‘güler misin ağlar mısın’ durumu. Bir de “Gerçek düşmanlarını bir yana bırakıp mazlum Kürt halkıyla niye uğraşıyorsun?” lafı var. Kim uğraşıyor Kürt halkıyla? Doğudaki Kürt köylerini yakıp yıkan Ermeni devleti miydi yani? Hangi Ermeni devleti?x
Bakın, 2011 yılında, yönetmenliğini Şehbal Şenyurt’un yaptığı, olağanüstü hal diye boşaltılan köylerdeki zorunlu göçün verdiği zararların, devletçe ‘sözde’ giderilmesiyle ilgili, ‘Sulhname’ adlı bir belgesel izlemiştim. Sonra da kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirmiştim. Başka bir yerde yayımlanması planlanıp da yayımlanamayan bir çalışmaydı bu. Bilgisayarımda kaydı duruyor. Tam yeri geldi şimdi, söyleşiyi değil tabii ama filmde gördüklerimin ve canlı canlı anlatılanların bir bölümünü buraya almak iyi olacak. Biraz fikir verebilir vaktinde olan bitenler hakkında.
Şöyle demişim: Şenyurt’un, Van ve civar köylerde yaptığı bu ciddi araştırma, ülke genelindeki aynı türde birçok mağduriyetin ortak sesi gibiydi. Bu ‘sözde’ sulhnamenin, hiçbir vicdana sulh getirmediğinin açık bir göstergesiydi.
Mağdurların ve tanıkların anlattıkları, yaşanan büyük travmanın izleri son derece çarpıcıydı. Zorla yerlerinden yurtlarından edilen insanlar, yakılıp yıkılan evler, dağılıp yok olan köyler… Telef olan hayvanlar, yok edilen tarlalar ağaçlar, ziyan olan çocuklar…
“Devlet, beni ite kaka zorla çıkarttığı evimin tapusunu istiyor benden… Yakıp yıkanların kimler olduğunu göstermemi istiyor…”
“Biz kadınız. Başımızda erkek yok. Nüfusta kaydımız bile yok. Tapumuz nerden olacak? İmam nikâhını saymıyorlar…”
“Asker geldi. Dipçiklerle vura vura bizi dışarı attı. Yerde yatan çocuklarımın kafalarına bastılar… Ekinimizi erzakımızı yaktılar…”
“Yukarda PKK, aşağıda asker…”
“Ya eline silah alıp zorla korucu olacaksın ya da gideceksin dediler…”
“Oğlan nasıl dağa çıkmasın? Okul almıyor, devlet inanmıyor. Kavgaya karıştı diye hapse attılar. Sonra asker kaçağı diye aradılar. Oğlun nerde diye beni dövdüler. Sonra dediler; Sabıkalı oğlun var, sen mallarını alamazsın…”
“1000 dönüm arazim vardı. 30 dönüm verdiler. Yıllarca ekip biçmedim, binlerce lira zarar ettim. 10 bin lira verdiler…”
“Burası Ermeni kilisesiydi. Aha bu taş oradan kalma. Yok edin dediler. Biz hep onlardan arta kalanlara konduk. Ah… 1915’te yaptıklarımızın aynısını şimdi bize yapıyorlar…”
“Ceviz ağaçlarım, elmalarım, armutlarım vardı. Hepsini yok ettiler. Evim, bahçem taa şuradan şuraya kadardı. Kâğıt istiyorlar, ispat istiyorlar. Yapan eden için de ispat istiyorlar…”
“Burası yasak bölge, giremezsin dediler. Yaylaları kaç senedir görmedim. Ben köylüyüm şehirde yaşayamıyorum…”
Anlatılanlar bu minvalde. Görülenler yürek yakıcı. Hukukçular resmen arada kalmış. Bir yanda yetersiz kalan kanun, diğer yanda çaresiz kalan insanlar. Ya devlet? Koca koca delikleri minik çaputlarla yamamaya kalkarak sözde vicdan muhasebesi yapıyor. Durum çok vahim, film çok ilginç.
O günden bu güne bin beter şeyler oldu hepimizin gözü önünde.
Şimdi böyle sözlerle neredeyse utanmadan “Vaktinde soykırımı yapanlar da Türk kılığına girmiş Ermenilerdi” demeye getirecekler. Yuh artık yani!
Kürt-Ermeni ilişkisine gelince… Bi kere Ermenistan hapishanelerinde olanlar hiç beni ilgilendirmiyor. Zaten tüm ülkelerin hapishanelerinde hep pis şeyler olur. İsterseniz Diyarbakır hapishanesinde olanlardan da söz edebilirim, hem de ilk ağızdan… Bizzat tanık olan, maruz kalan insanlar tanıyorum. Ama böyle saçma misillemelere gerek yok. Ne diyordum? Ha, Kürt Ermeni dostluğu. İnanın biz Ermeniler o dostluğun dozunu gayet iyi biliriz. Benim dedemi kesmek üzere çukura indiren Kürtlerin elinden, dağlardan inen Kürt eşkiyalar kurtarmıştır vaktinde. Onlardan bazıları, yıllar sonra kendi başlarına da aynı şeyler gelince bizi anladılar ve biz, hem onları hem diğerlerini affettik kanımca. Ama devleti asla.