Ailesi Maraş'tan tehcir edilen, tarih ve uluslararası ilişkiler profesörü Artin Arslanian ile Serdar Kaya'nın gerçekleştirdiği röportaj Today's Zaman'da yayınlandı. Tarihçi kimliğine rağmen 1915 hakkında konuşmamayı tercih eden Arslanian, geçtiğimiz yıl babasının hikayesini kaleme aldığı makalesiyle bu konuda ilk ve son kez konuşmuştu. Röportajın Türkçe çevirisini sunuyoruz.
Röportaj: Serdar Kaya / Fotoğraf: Esra Elmas (Sunday's ZAMAN)
taraf@serdarkaya.com
Artin Arslanian, ailesi Maraş'tan tehcir edilen bir tarih ve uluslararası ilişkiler profesörü. Kendisi ile iki yıl önce tanışmıştık. Agos'ta bir yazım yayınlandığından, gazetenin o zamanki yayın yönetmeni Etyen Mahçupyan adresime iki farklı Agos nüshası göndertmiş, ben de New York'a bir konferans seyahati öncesinde yanıma aldığım bu gazeteleri, konferanstaki panellerden birinde karşılaştığım ve soyadından Ermeni olduğunu anladığım Arslanian'a hediye etmiştim. Bu şekilde gerçekleşen tanışmamızın ardından, her yıl Nisan ayında aynı konferansta yeniden karşılaşma imkanı bulduk. Geçtiğimiz günlerdeki üçüncü karşılaşmamızda, beni kırmayarak 2010 yılında Today's Zaman'da yayınlanan yazısı hakkındaki sorularımı yanıtladı. Bu yazı, anlamlı ve önemli bir yazıydı. Zira Arslanian bir tarih profesörü olmasına ve anlatacak çok şeyi bulunmasına rağmen 1915 konusunda hayatı boyunca hep sessiz kalmış, ancak 2010 yılında babasının hikayesini anlatmak üzere ilk ve son kez 1915 konusunu yazmıştı.
Özetle, bugün hayatta olan hemen her Ermeni gibi Profesör Arslanian'ın da trajik bir hikayesi var. Dolayısıyla, bu röportaj bir yandan bir diğer Ermeni ailenin trajedisini dile getirirken, diğer yandan da, diaspora Ermenileri içindeki (çok sayıdaki) farklı seslerden birini tanıma imkanı sunuyor.
BİR AİLENİN TRAJEDİSİ
- 18 Haziran 2010 tarihinde Today's Zaman'da 'Of Turks and Armenians' başlıklı bir yazınız yayınlandı. Bu yazıda bahsettiğiniz şeylerden biri de, babanızın trajik hikayesiydi. Bu hikayeyi tekrar özetlemeniz mümkün mü?
A.A. - Babam tehcir esnasında henüz küçük bir çocukmuş. Amerikalı misyonerler onu küçük kardeşiyle birlikte Suriye çölünde bulmuşlar. Hemen sonrasında her ikisini de muayene ettiklerinde, küçük kardeşin epey hasta olduğunu görmüşler. Bunun üzerine, küçük kardeşi - muhtemelen tıbbi nedenlerle - abisinden ayırmak istemişler. Fakat küçük kardeş, abisinin elini tutmaktaymış ve bırakmak istememiş. Ağlaya ağlaya 'Abi, beni bırakma', 'Abi beni bırakma' diye bağırmaya başlamış. O şekilde ayrılmışlar ve babam onu bir daha hiç görmemiş. Ona ne olduğu konusunda hiçbir bilgimiz yok. Bu nedenle de, babam bu anı hep rüyasında görür, gecenin ortasında yatağından sıçrardı.
-
Bu olay yaşandığında yaşları kaçmış?
A.A. - Babam altı, kardeşi ise dört yaşındaymış. Fakat bu kesin değil, çünkü misyonlerler onların duvar önünde boylarını ölçerek yaşlarını tahmin etmişler. Hiçbirinin üzerinde kimlik yokmuş. Bu nedenle, babamın aslında kaç yaşında olduğunu hiç öğrenemedim.
- Yetimhanede daha sonra neler yaşanmış?
A.A. - Babam orada üç yıl geçirmiş. Sonra, ilginçtir, 1918 yılında dayısı onu bulmuş, evlerine götürmüş ve evlat edinmeye karar vermiş. Fakat sonra babamın ailesinden sağ kalan tek kişi olduğunu fark etmiş ve 'O Arslanyan olarak kalacak' demiş. Lübnan'da resmi evraklarda her ailenin bir numarası vardır. Bu ailenin numarası ise 818'dir. Ve enteresandır, babamın kaydında Halaçyan ve Arslanyan yazar. Yani iki aile adı vardır. Onlar için aile adını yaşatmak, hayatta kalma adına bir tür içsel mücadeleydi. Arslanyan soyadı Ermeniler arasında çok yaygın olsa bile, bu soyadının yok olmasını istemediler. Hatta benim eşimin Antepli ailesinin adı da Arslanyan. Enteresandır, onunla üniversitenin ilk yılında tanışmamız da bu şekilde oldu. Profesör yoklama listesini okurken 'Arslanyan' dediğinde, her ikimiz de 'Evet' dedik!
- Ailelerinizin tehcirden sağ kurtulması Maraş ve Antep'in konumu nedeniyle mi oldu?
A.A. - Evet. Maraş ve Antep, Suriye'ye çok daha yakın. Özellikle Antepliler arasında elbiselerinin içine altın para dikecek kadar zengin olanların, yol üzerinde rüşvetler vermek suretiyle nisbeten güvende olmaları ve ailelerine bakabilmeleri mümkün oldu. Hiçbir şeyi olmayanlar, açlıktan öldüler.
LÜBNAN
- Bu olaylardan ne kadar sonra doğdunuz?
A.A. - 1942'de doğdum.
- Burc Hamud'da mı?
A.A. - Evet. Burc Hamud, bir Ermeni anklavıydı. Bir gettoydu da denebilir. Mesela ben 10-11 yaşına gelene kadar Arapça lisanını hiç duymadım. Çünkü, bütün komşularımız Ermeniydi, polis Ermeniydi, muhtar Ermeniydi... Bir de Ermeni okullarına gittik. Bize okulda Arapça öğretmediler.
- Türkçe ne kadar yaygın konuşuluyordu?
A.A. -Yaşlılar Türkçe konuşurdu. Türkçe müzik ve haber dinlerlerdi.
- Bir gün herşey normale döndüğünde Türkiye'ye geri dönmek gibi bir umutları var mıydı?
A.A. -Duruma göre... Eşimin ailesi, evlerinin anahtarlarını yanlarında getirmişti. Eşimin ölüm döşeğindeki dedesi, anahtarı oğluna, yani eşimin babasına verdi. Bu şekilde bir gün Antep'e geri döndüklerinde evin iadesini talep etmeyi umuyorlardı. Ancak aile Antep'e gittiğinde, evin modern bir otele dönüştürüldüğünü görmüş. Yani, bazı insanlar geri döndüler... Ama Türkçe konuşmaları ve Türkçe müzik dinlemeleri, Türkçelerinin çok iyi olmasından ileri geliyordu. Ermenice konuşmuyorlardı. Today's Zaman'daki yazımda da anlattığım gibi, gençler olarak bizim görevimiz, yaşlılara Ermenice öğretmekti. Onların Türkçe konuşmalarını istemiyorduk. Fakat, bu süreçte, biz Türkçe öğrendik, çünkü bize her zaman Türkçe cevap veriyorlardı!
- Öğrendiğiniz Türkçenin bugün ne kadarını hatırlıyorsunuz?
A.A. -Çoğunu hatırlıyorum. Çünkü, doktoram için UCLA'e geldiğimde, dördüncü bir yabancı dil öğrenmem gerekti. Bu nedenle, İngilizce, Fransızca, Ermenice ve Almanca'nın yanı sıra, iki yıl da Türkçe eğitimi aldım. Fakat Türkçeyi epeydir kullanmadığım için, anlayabilsem de akıcı bir şekilde konuşamıyorum.
- Lübnan'da kaç yıl geçirmiş oldunuz?
A.A. - Lisans ve yüksek lisans eğitimimi Beyrut Amerikan Üniversitesi'nde tamamladıktan sonra Lübnan'dan ayrıldım. Enteresandır, branşım Britanya Tarihiydi. Daha o zamanlarda bile Orta Doğu ya da Ermeni tarihi ile uğraşmak istememiştim.
- Bu biraz ender, öyle değil mi?
A.A. - Epey ender. Herşeyden önce, bir muhacirin oğlunun sosyal bilimler okuması epey enderdir. Benim babamın neslinin anlayışına göre, üniversiteye gitmek, doktor, mimar ya da eczacı olmak içindi. Örneğin, benim abim doktordur. Kızkardeşim ise hemşireydi. İnsanlar babama çocuklarının ne işle meşgul olduğunu sorduğunda, 'Biri doktor, diğer hemşire, üçüncüsü ise siyasetbilimci' derdi. Tarihçi demezdi. Sanırım bu ifadenin kulağa daha etkileyici geleceğini düşünüyordu.
- Bu 'ender' kariyer tercihini neden yaptınız?
A.A. - Belki de bilinçli bir tercih değildi. 1967 yılında ABD'ye geldiğimde, doktora branşım yine Britanya Tarihiydi. Gerçi biraz ironik bir şey de oldu: Doktora tezim Rus iç savaşı ve Britanya müdahalesi hakkındaydı. Kafkas bölgesi üzerinde çalışıyordum. Kafkas bölgesi beni Karabağ'a götürdü ve aynı konulara arka yollardan yeniden gelmiş oldum ve kendimi bir anda başlangıçta hiç olmak istemediğim bir yerde buluverdim!
'TÜRKLER BİZE KENDİMİZİ HATIRLATIYOR'
- 2010 yılında Today's Zaman'da yayınlanan yazınızda, 'Türklerden ve Türklerle ilgili olan herşeyden nefretimiz hayatımıza hakim olmuştu' diyorsunuz. Bu cümle onyıllar öncesine atıfta bulunuyor. Bugün ise, Ermeni diasporasında çok çeşitli tavırlar görüyorum. Örneğin, bazıları, muhtemelen onlara memleketlerini hatırlattığımız için, Türklere karşı çok arkadaşça davranıyorlar.
A.A. - Türkler bize kendimizi hatırlatıyor. İngilizce aksanlarımız bile aynı. Birbirimize benziyoruz. Tavırlarımız aynı. Yemeklerimiz aynı...
- Peki eğer Türkler Ermenilerin geçmiş ve güncel acılarına karşı daha duyarlı olurlarsa, sizce Ermeni diasporasının reaksiyoner tavırları azalır mı?
A.A. - Bu ilginç bir soru. Bazı bilimadamları da bu soruyu sordular. Bazı insanlar daha rasyonedir, daha açık fikirlidir, oturup konuşmaya daha isteklidir ve bu insanlar Türkler ve Ermeniler arasındaki benzerlikleri görürler. Öyle insanlar bu konuya daha serinkanlı yaklaşıyorlar ve bunu tarihi bir vaka olarak değerlendiriyorlar. Fakat böyle insanlar Ermeni diasporası içinde güçlü konumlarda değiller. Benim sorunum, bazı insanların soykırımı kendi liderlikleri ve kariyerleri için bir platform olarak kullanıyor olmaları. Onlar soykırımdan bir ticaret, bir kariyer çıkardılar. Ben buna 'Soykırım Endüstrisi' diyorum.
- Tıpkı 'Soykırım İnkarı Endüstrisi' gibi...
A.A. - Evet. 'Holokost Endüstrisi' ve başkaları da var... Bunun, birbirlerine karşı tahammülsüz olan Ermeni diasporasını bir arada tuttuğunu da düşünüyorum. İranlı Ermeniler, Lübnanlı Ermeniler, Suriyeli Ermeniler, Ermenistanlı Ermeniler ve Sovyet Ermeniler... Birbirlerine katlanamıyorlar. Her zaman bir 'Öteki' var. Her zaman... Los Angeles'ta bile. Fakat, diasporayı bir arada tutan, soykırım inkarı. Ya Türkiye, 'Üzgünüz, soykırım yaptık' diyecek olsa? Ermeni komünitelerinin reaksiyonu ne olur? Bu önemli bir soru, çünkü öyle bir durumda Ermeniler kendilerini bir araya getiren platformu kaybetmiş olurlar.
DİASPORA
- Today's Zaman'da yayınlanan makaleye Türk ve Ermenilerin tepkileri nasıl oldu?
A.A. - Bazı Türkler makaleye katıldılar. Bazı Ermenilerin yorumları ise olumsuzdu. Ermeni konusundaki büyük resmi dikkate almam gerektiği gibi şeyler söylüyorlardı. Onlara göre, hipi, yumuşak huylu, omurgasız bir Ermeniydim. Fakat yazı, Arapça ve Rusçaya çevrildi. Arjantin ve İrlanda'da yayınlandı. Ermeni medyası ise yazıyı görmedi. Sadece, geçenlerde, Boston'daki bir Ermeni gazetesinin bir ay kadar önce yazıyı yayınladığını duydum. Yazıyı gönderdiğim Ermeni arkadaşlarım da herhangi bir yorumda bulunmadılar - ki bu da aslında epey manidar.
- Sizce neden böyle oldu?
A.A. - Çünkü, yazı, bir manada bütün çerçevelerini sorguluyordu.
- Sizce yazıdaki hangi argümanlar bunu yapıyor?
A.A. - Sürekli, nesiller boyunca, soykırımdan ve Türklerin inkarından bahsetmenin bize herhangi bir fayda getirmediği yönündeki argüman.
- Literatürde 'yaralı kimlik' adlı bir kavram var. Bu kavram, bir kimliğin tamamen geçmişte yaşanan bir acı üzerinden inşa edilmesine atıfta bulunuyor. Ermeni diasporasının durumu da bu mu?
A.A. - Durum tamamen bu. Bir manada, bu entelektüel bir hapishane. Bu nedenle, soykırımın halen devam ettiğini düşünüyorum.
- Ne şekilde?
A.A. - Ermeniler soykırımı entelektüel hayatlarının merkezine koydular. Zamanımızı, entelektüel sermayemizi, duygularımızı soykırıma harcıyoruz. Yüz yıl geçti. Kendimizi bu konudan kurtararak entelektüel hayatımızı yaşayamıyoruz. Bütün söylediğim bu.
- Bu aynı zamanda yazıda söyledilerinizle de bağlantılı: 'Ermeni soykırımı konusu bizim sorunumuz değil -- Türkiye'nin sorunu. Bırakalım Türkler kendi tarihlerini kendi ürettikleri efsanelerden kurtarmak, tarihlerini yeniden değerlendirmek ve ülkelerini, etnik manada sadece Türklere ait olan bir yurttan kendilerini Türkiye vatandaşı olarak gören farklı etnik ve dini gruplara açık olan bir yer haline getirmek suretiyle kendi tarihleriyle barışsınlar.'
A.A. - Tam olarak öyle. Öyle inanıyorum ki, çözüm, daha fazla sayıda ülkenin soykırımı tanımasıyla gelmeyecek. Şu ana dek 25 ülke soykırımı tanıdı. 40 ülke daha tanısa ne olarak? Neyi başarmış olacağız? Bu alanda çalışan bilim insanları ezici bir çoğunlukla 1915'in bir soykırım olduğunu düşünüyor. 25 ülke böyle düşünüyor. Bu yeküne bir 20 ülkenin daha katılması hiçbir şeyi değiştirmeyecek.
- Son olarak, yarı şaka yarı ciddi olarak sormak istiyorum: 24 Nisanlarda genellikle ne yapıyorsunuz?
A.A. - Hiçbir şey. Gelişmeleri takip ediyorum. Ama aktif olarak katılımda bulunmuyorum. Bu bir anı ve bu anı benim içimde.
- Ama acıyı elbette hissediyorsunuz...
A.A. - Ama sokağa çıkıp gösteri yapmayı anlamlı bulmuyorum. Gerçekten öyle. Bunu yapınca ne olacak? Konsolos dışarı çıkıp, 'Üzgünüm, hatalıydım' mı diyecek?
- Peki sizin alternatifiniz nedir?
A.A. - Benim alternatifim sadece hayatını kaybedenlere saygı göstermek, onları düşünmek, ders almak ve nezaketli olmak.
Ilgili makale 'Of Turks and Armenians' icin: http://www.todayszaman.com/news-216361-of-turks-and-aquaarmenians-by-artin-h-arslanian.html
Roportajin Today's Zaman'da yayinlanan Ingilizce orijinali icin: http://www.todayszaman.com/news-282307-professor-artin-arslanian--turks-remind-us-of-ourselves.html