İnsan tahmin ettiğinden hızlı değişiyor. Üstelik değiştiğini, ancak değişim tamamlandığında anlayabiliyorsun. Sadece kendin değil etrafındakileri de değiştiriyorsun. Nadin’le ilk tatil planlarımızı yaparken, o bir yerde sabit durup, güneşin yörüngesine girmeyi ve orta pişmiş bir kıvama gelecek kadar da o yörüngeden çıkmamayı istiyordu. Benim tatil hayalim ise değişik şerhler, değişik mutfaklar peşinde koşmaktı. Devran değişti. Bu sene tatil planları yaparken ben Nadin’i deniz kenarında uzun bir “yayma” eylemi için ikna etmeye çalışıyorum. O artık biraz gezme taraftarı.
Ne ben o ikna olmadık. İkisinin ortası bir tatil programı çıktı ortaya. Yanıma epey kitap almam gerekecekti ama bu sefer önceden akıllıca bir plan yaptım. Metro Gastro dergisinin son sayısını ve #tarih dergisinin son iki sayısını paketleri içerisinde bekletiyorum. Önce onları okuyacağım… Bir de son aylarımı feda ettiğim bir polisiye serisinin son kitabını okumamak için kendimi zor tuttum.
Ben kendi tatil okumalarımı hallettim. Siz hala tatil kitabı arıyorsanız bir iki ufak tavsiye;
Dedektif Bernie Günther, P.Kerr (Alfa, çev;Zeliha Babayiğit,2014)
‘İyi polisiye iyi edebiyattır’ demiş bu işten anlayanlar. Okuduğum tüm kitaplar içinde yaşadığı zamanının ruhunu bu kadar iyi anlatanını okumamıştım. Genelde dedektif romanı denilince akla Amerikan polisiyeleri gelir. Dedektif Günther ise Berlin polis departmenında çalışan bir Birinci Dünya savaşı gazisi. Nazilerden, Nazilere payende olan sosyal demokratlardan ve diğer tüm ideolojilerden nefret ediyor. Nazilerin nasıl yavaş yavaş iktidarını sağlamlaştırdığını, normal insanların bazı ufak çıkarları için nasıl Nazi partisine doğru dümen kırdıklarını, günümüz yaşantısına benzerliklerle anlatıyor. Kitaplarını okuyanlarda Berlin’e gidip “Unter Den Linden” caddesinde yürüme isteği hâsıl oluyor. 11 kitaptan oluşan serinin ilk üç kitabının çevirisi çok daha iyi. Kapakları, arkadaşlarımın babalarının kütüphanelerinde olup da babamın hep küçümsediği, benim de deli gibi merak ettiğim “sas” serisi kitaplarına benzese de serinin basılmış ilk on kitabı kütüphanemin iyi bir yerinde duruyor.
Arzunun Botaniği, Michael Polan (Domingo, çev; Sevin Okyay,2011)
Müthiş kitap ‘Etobur-Otobur İkilemi’nin (Pegasus, çev; İlke Önelge,2009) yazarının yeni kitabını görünce düşünmeden almıştım. Çok iyi etmişim. İnsan doğa ilişkisini elma, lale, marihuana ve patates ekseninden anlatıyor. Sadece özel botanik merakı olanlar için değil, tarımın ve bitkilerin toplumları şekillendirmede oynadıkları rolü merak edenler için de zevkle okunacak bir kitap. Kitabın kapağında ki soru zaten merakımızı harekete geçirmeye yetiyor; “Bir elmanın sizi kullandığını düşündünüz mü hiç?”
Mutfak Savaşı, Christian Boudan (Ayrıntı,çev;Yaşar Avunç,2006)
Yemeğin tarihi ve jeopolitiğini anlatıyor. Tüm dünyanın değişen yemek kültürünü ve damak tadının nasıl evrim geçirdiğini gözler önüne seriyor. Osmanlı Padişahlarının Fast –Food’u gibi ilginç başlıklarla, Antikçağdan, İspanyol sömürgeciliğine ve hatta günümüz diyetetik beslenme alışkanlıklarına kadar tüm beslenme tarihini ve günümüzü sorguluyor.
Duveen Antikacıların Piri, S.N.Behrman (Doğan Kitap, çev;Celal Üstler,2015)
1999 senesinde Portakal Kitaplığı adı altında basılmış bu kitap, Portakal Müzayede Evi’nin 100. yılı şerefine, Doğan Kitap tarafından tekrar basıldı. Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sanat simsarını, ona hiç güzelleme yapmadan anlatan bir kitap. Çeşitli kitapların sayfalarında ya da müzelerde görmeye alışık olduğunuz nice eserin oradan oraya nasıl yolculuk ettiğini öğrenmek müthiş keyifli. Kitaptaki onlarca enteresan hikayeden, Duveen ile Kalust Gülbenkyan’ın mücadelesi gerçekten okumaya değer.
Haftaya kitaplara devam… Ne de olsa sadece tatil için değil vapurda da kitap okumak çok keyiflidir… İyi yazlar…