Utanmak, mahcup olmak, pişmanlık,
nedamet, tövbe etmek insana özgü duygulardır ve birey
olgunlaştıkça terbiyeye, bilince dönüşürler.
Yalancının, yalanı ortaya çıktığında utanması, ar damarı çatlamamışsa yüzünün kızarması beklenir. Ama eğer yalan sahibine büyük menfaatler sağlamış ise, bu yalanı itiraf etmek zorlaşır. Yalanı ortaya çıkarana düşmanlık beslenir. Bu durumun son örneği MİT tırlarıdır.
İttihat ve Terakki Partisi kadrolarının siyasi programı çerçevesinde Türkler ve Türkiye’nin tüm Müslüman halkları elbirliği ile Ermenilere ve ülkenin diğer Hıristiyan halklarına soykırım uyguladılar. İşin bu tarafı su götürmez, tartışılmaz bir gerçektir. Nitekim Cumhuriyet hükümetlerinin geliştirdiği inkârcı söylem soykırım yapılmadığını söylemez, neden yapıldığına dair inandırıcı bahaneler üretmekle uğraşır daha çok. “Ama” veya “ancak” diye başlayan cümlelerle kurbanları suçlu kılmaya çabalar.
Yine bilinen bir gerçek olarak 1915’te işlenen cürüm tüm dünyanın bilgisi dâhilinde gerçekleşti. Avrupa’nın güçlü devletleri kendi diplomatlarının, gazete muhabirlerinin veya misyonerlerin raporlarıyla gün be gün yaşananlardan haberdar oldular. Ancak paylaşım savaşının ardından siyasi ve ekonomik çıkarları doğrultusunda bu büyük suçun örtbas edilmesine de asla ses çıkarmadılar. Sonuçta Türkiye bu gün 80 milyona yaklaşan nüfusu ile Batı için büyük bir pazar olmanın yanı sıra, NATO içinde de Avrupa’da en çok askere sahip ve yakın geçmişe kadar da batı siyasetinin önemli bir müttefikiydi.
ABD ve Avrupa ülkeleri Ermeni halkının adalet çığlıklarına karşı kulaklarını uzun bir süre daha kapatabilirlerdi. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’deki kirli savaşta desteklediği cihatçı gruplar bir süre sonra batı için de tehdit oluşturmaya başlayınca dengeler değişti. Şansölye Merkel’in çare sanarak giriştiği ‘Kayserili pazarlığı’ Avrupa halklarının öfkesine ve Türkiye’deki yönetime karşı tepkisine sebep oldu.
Almanya federal meclisi işte bu atmosferde oybirliğine yakın bir sonuçla 1915 katliamlarını soykırım sayan tasarıyı onayladı. Bu karar, daha önceleri yabancı parlamentolarda kabul edilen benzerlerine kıyasla önemli bir farklılık gösteriyor. Bu kez, insanlığa karşı işlenmiş suçun faili, sorumluluğunun bilincinde olarak Alman imparatorluğunun yol açtığı felaketten dolayı utancını ifade ediyor.
Bu gelişmelere karşı Türkiye ise sadece faşistlerin yiyebileceği bayatlamış argümanlara sığınarak bir kez daha çalışmak için Türkiye’ye gelmiş Ermenistanlıları sınır dışı etmek tehdidini savuruyor.
Türkiye Ermenileri Patrik vekili başpiskopos Aram Ateşyan’ın Cumhurbaşkanına hitaben yazdığı mektubun anlamı, işte bu yenilemez derecedeki bayat b..’a tüy dikmektir.
Hiç kimse toplumunu alçaltan bu davranışı ‘olası baskılar’ ile açıklamaya çalışmasın. Bizler Türkiye devletinin o baskılarını çok iyi biliriz. Daha iki gün önce gazeteci kılıklı devlet bezirgânları Kastamonu kırsalında bahçesini, tarlasını belleyen birkaç yaşlı Ermeni’yi çevrelemişler, sadakat testine tutuyorlardı. O garibanlar neyin ne olduğunu, o köylerdeki yüzlerce, binlerce soydaşlarının hangi şartlar altında yerlerinden sürüldüğünü çok iyi biliyorlar. Ama bunları söyleseler o bir avuç tarlalarının da ellerinden alınacağını da çok iyi biliyorlar.
Bizim de çok iyi bildiğimiz, sahipsiz garip köylülerin ağzından çıkan sözlerin kimseyi incitmediği, ama Patrik vekilinin halkı adına söylediklerinin tüm Ermenileri utandırdığıdır.