Başkanlık yolundaki iki en önemli unsur, siyasi deham sayesinde tereyağından kıl çeker gibi halloldu: Askerler ile Yargı.
Askerlerimiz için hayatta en önemli iki şey nedir? Silah ve milliyetçilik. Onların kafasında bu ikisini birleştiren şey de, yerli silah sanayii! Tabii, artık İslamcı kardeşlerimizden gayrısına piyasada hayat olmadığı için de, İslami sermayenin yerli silah sanayii yav! Zaten sermaye ile hemhal olmaya OYAK’tan alışmışlardı ve zaten Genelkurmay başkanı da pek uyumlu bir komutanımız, zor olmadı.
Yargımız için hayatta en önemli iki şey nedir? İtibar ve devlet. Ben Türkiye’nin tek karar vericisi haline geldikçe, benim yanımda görünmek onların kafasında kendiliğinden büyüyüverdi. Eh, içlerinden en önemlisi de eski tanışım idi, zor olmadı.
Bu ikisinin müşterek paydası dersen, daha önce de yazdım, Kürt alerjisi! Tabii bir de askerlerde İslamcı alerjisi var ama, anlatacağım, onu da FETÖ deyip hallediyoruz. Önce askerleri izah edeyim.
***
Bu alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksinti verici, vatan haini, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş akademisyenler gibi kendini beğenmişlere Deniz Yıldırım adlı bir sözde akademisyen tarafından yorumlanıp duyurulmuş bir mesajı çıktı Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül kardeşimizin: “Sivil ve askeri bürokrasi, yargı… bir merkezî devlet aklı ve iktidarı olarak yeniden biçimlenmektedir.”
Nasıl biçimlenmektedir? Bir kere, ordunun alt ve orta seviyeleri nezdinde komuta kadememizi Kürt ve İslam babında rahatlatmamız sayesinde. Bunun için epey mesai harcadım. Şöyle ki:
Evvela, kabineyi kurarken, Dolmabahçe Mutabakatı denilen o lanet Kürt toplantısını unutturmak için Yalçın Akdoğan’ı sepetledim. Askerlerin İslamcı eğitim reformlarından duydukları huzursuzluk giderilsin diye, Milli Savunma’da askerlerle iyi geçinmiş İsmet Yılmaz’ı Milli Eğitim’e kaydırdım. Sanayi ile savunmayı evlendirmeye kararlı olduğumuzun idrak edilmesi için de ne yaptım, Sanayi Bakanı Fikri Işık’ı Milli Savunma’ya getirdim ve onun yerine de Savunma Sanayii Müsteşar Yardımcısı Faruk Özlü’yü sanayi bakanı tayin ettim. Bunlar ince işlerdir.
Hepsini bırak, imanı muazzam aile Bayraktarların oğlu Selçuk’u Sümeyye’ye aldım; ailesi askerî sanayi alanında roket üretiyor. Gerçek roketlerin kullanıldığı Efes Birleşik Fiilî Atışlı Tatbikatı'nda bizim yeni damat kendileri tarafından geliştirilen insansız hava araçlarını Genelkurmay başkanımıza bizzat tanıttı.
***
Bir değil iki değil, bundan sonrası müthiş olacak: Evvela, ekonomiyi canlandırıyoruz: Savunma sanayii proje sayısını 66’dan 269’a, tutarını 5,5 milyar dolardan 45,5 milyara yükselterek muazzam bir kamu pastası yaratıyoruz.
Saniyen, özel sektör benim iznim olmadan önünü göremeyeceğini kesin öğreniyor. Salisen, İslami sermaye bu başlayan iktisadi durgunlukta ihya oluyor. Rabian, bununla bağlantılı ve en önemli olarak, askerler hep arzuladıkları oyuncağa kavuşuyor: Yerli silah sanayii. Böylece İslami sermayeyle aynı gemiye atlıyorlar; siyasal ve sınıfsal olarak. Üstelik, ordunun alt ve orta kademesine karşı söyleyecek şeyleri de olmuş oluyor.
Başdanışmanlarım, bunun Amerika’daki adının Militeri Endüstriyel Kompleks olduğunu söylüyor. Ne kompleksiyse ne, önemli olan bunun çok yönlü bir deha ürünü olması. Dönem “yeni” olacaksa, işte bunun için olacak. Bizim başdanışman Yiğit de yazdı açık açık: “Yeni Türkiye yeni bir Milli Savunma Konsepti tanımlıyor… Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ‘ileriyi gören’ her mensubu, Yeni Türkiye kavramına uygun yeni bir TSK ortaya çıktığının farkında.”
***
Ne kaldı geriye? Yargı.
O goley. Geçen hafta da yazdım, hadi gidiyoruz dedin mi hazır kuvvet. Çünkü DÖVLET çağırıyor. 28 Şubat alçaklığı altında inletildiğimiz günlerde de Genelkurmay’da irtica brifingleri veriliyordu, hakim ve savcılar koşa koşa gidiyorlardı. Hey gidi günleeer hey!
Rize çay toplama partisinden sonra, Kırşehir’deki Ahilik Haftası kutlamalarına da koşup geldi Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay başkanlarımız. Koşmak bi yana, beni aslanlar gibi savunuyorlar. Yargıtay Başkanı Cirit önce “Bu resmî gezi ve programlarda devletimizi ve milletimizi temsil edenlerle birlikte olmak son derece doğal karşılanmalıdır” dedi. Alçaklar susmayınca da bi güzel tehdit etti: “Kurumumuzu yıpratma ve kamuoyunda algı oluşturma amacını güden bu neviden haber ve yorumların devam etmesi halinde yargının saygınlığını korumak amacıyla gereken yasal yollara başvuracağım” dedi.
Yargının saygınlığı en kutsal şeydir! Tabii ki koruyacaksın onu! Başvururum deme canım kardeşim, yekten vur! Bak, ben 2.000’i aşkın tazminat davası açtım ve Türkiye susta duruyor. Tabii ben başka ama, sen de önemlisin; Yargıtay başkanı dava açacak da hakim bey onu haklı çıkartmayacak!
Bi de, sakın alçakça dedikodularla seni etkilemelerine izin verme! Yok efendim sen beni 2003’te Akbil davasında 14 yıl istenirken beraat ettirmişsin. Yok efendim benim için yargılanma iddiaları varken Yüce Divan yetkisini Yargıtay’a istemişsin. Neymiş efendim HSYK’nın kontrolünün cumhurbaşkanında olması gerektiğini söylemişsin. Yok efendim ben seni yollamışım o alçak Zekeriya Öz’e, yolsuzluk operasyonunu durdursun diye. Sakın etkilenme! Ben halkımızın yüzde 52’sinin oyuyla seçilmiş olduğum için bunların hepsi bağımsız Türk yargısı önünde hesap verecekler.
***
Aslında benim esas götürmek istediğim iki tanesi daha vardı. Biri, geçen seneki geziye aldığım Askerî Yüksek İdare Mahkemesi AYİM başkanı, bu sene gelmedi. Ben de nazik durumları bildiğimden ısrar etmedim. Hem sivil yargı başkanları yeter de artar, hem de yerli silah sanayii hikayesi varken o da zamanla gelecektir.
Gelmeyen ikincisi, Anayasa Mahkemesi başkanı. Bu adamı güya biz atadık, böyle çıktı işte. İnsanoğlu çiğ süt emmiş. İlk fırsattaaa, inşaallaaaah… Tabii, o Sami Selçuk ve Haşim Kılıç denen başkan eskilerinin o ihanet varakparelerinde çıkan yazı ve demeçleri etkiliyor bunları. Neler demiyor bu kenara atılmış ihtiyarlar yav!
Yok efendim, benim partimle bağlantımı kesmem gerekirmiş. Avucunu yala sen; bu şimdi çatır çatır anayasaya da girecek inşallah!
Neymiş efendim, başkanların gezilere katılıp beni alkışlamaları yargı bağımsızlığını etkilermiş. Öyle bi alkışlarlar ki! Üstelik ben o alçak 17-25 Aralık iddialarına darbe teşebbüsü dediğim zaman alkışlarlar, dokunulmazlıklar konusunda muhalefete kan emici siyaset vampirleri dediğim zaman alkışlarlar.
Ayrıca, Cirit açıkladı: Alkışlamalarının sebebi, Kırşehirli olan Danıştay başkanının memleketinde çok arzu ettiği kız yurdu müjdesini almasıymış. Kim bilir, torunları mı vardır, son turfanda çocuk mu yapacaktır…
Neymiş efendim, yargıçlar başkan girince ayağa kalkmazlarmış. Terbiyesiz Amerika mı burası be? Bunlar Allah (c.c.) bilir Obama’nın önünde ayak ayak üstüne de atıyordur. Zaten baksana, o fotoğraftaki en sağdaki bayan, kadın mıdır kız mıdır, atmış bile! Ne terbiye varsa Müslümanlıkta var.
Tabii, bir ihtimal daha var; bu Amerikan yargıçlar toplu olarak altlarına doldurmuş da kalkamamış olabilirler.
***
Netice-i kelam, önce N. Kurtulmuş’a söylettik: “Yargı güçleri de Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst makamı olarak Cumhurbaşkanlığı’na bağlıdır… Cumhurbaşkanı yargıya müdahalede bulunmuyor. Herhangi bir mahkeme toplantısına katılmıyor”. Sonra da ben gürledim: "Ben yargının da, yürütmenin de, yasamanın da Cumhurbaşkanıyım. Bunlar daha alışmadılar ". Bitmiştir!
***
Bitmiştir inşallah, çünkü bütün bunların ilk derece mahkemeler üzerindeki etkisi şimdiden başlamıştır.
Cumhuriyet denilen ihanet yuvasından iki gazeteciye o alçak Çarli Hemşo dergisinin sözde karikatürlerini yayınlamak suçundan verilen 2 yıl hapis cezasının gerekçesini okusunlar bak neler diyor:
“Peygamberimizin” diyor, zaten bir hakimin bunu demesi işi bitirir, “görüntüsünün yayınlanmaması toplumda genel kabul gören mutlak doğrulardandır, bu da mahkememiz tarafından dikkate alınmıştır”.
Neden dikkate aldığını da güzelce izah etmiş imanlı hakimimiz: “Hiçbir hakimin içinde yaşadığı toplumdan koparak farklı hareket etme hakkı ve lüksü yoktur. Unutulmamalıdır ki, hakimler sadece hukuka ve vicdana uygun karar vermezler”.
Kudurdular buna alçaklar. Neymiş efendim, Anayasa Md. 138 diyormuş ki, “Hâkimler, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler”. Be zavallılar, ben ne demiştim daha bu yılın başında kaymakamları toplayıp? “Mevzuat şöyledir, böyledir. Mevzuatı koyun şöyle bir tarafa yeri geldiğinde, ben bunu bu şekilde yaparım deyin ve yapın”.
Hiç mi duymadınız bu dediğimi? Üstelik hakimimiz burada kendi kafasına göre de hareket etmiyor. Allah’ın (c.c.) kelamına göre hüküm veriyor, amin. Daha neler diyor neler ama yazmaya vaktim yok, aşağıda Binali’yi kabul etmem lazım kabineyi kursun diye inşallah.
***
Bu kadarla da bitmiyor. Ankara’nın Kazan ilçesinde partimiz belediye başkanı bir et lokantası açıyor, açılışa oranın başsavcısı da katılıyor, başkanın arkasında el pençe divan durup.
Tabii duracak. Seçilmişler, atanmışlara üstündür! Bu sebepledir ki, başkanımızla ters düştüğü için Kazan kaymakamını yaz kararnamesini bile beklemeden uçurduk oradan. Başkan da arkasından teneke çaldı: “Her insan huzur verir. Kimileri gelince, kimileri gidince” diye yazdı feysbukuna. Bu durumda savcı isterse durmasın el pençe.
***
Biz atı almışız Üsküdar’ı geçmişiz, bunlar hukuk diye bağrışsın daha. Ne hukuku yav? Burada ben CHP’nin 367 dangalaklığı sayesinde anayasayı değiştirip halkımın yüzde 52 oyuyla başkan olmuşum, sizin hukukunuz da neymiş? Bırakın mazide yaşamayı. Yeni Türkiye’ye gelin, bugüne gelin, gerçeklere gelin!
Gelin de görün. Kararname çıkartıp MİT’in silahlarının kayıt dışı kalacağını ilan ettik. Artık kimin silahı kimde, o silahla kim kimi vurdu, bilinmeyecek! Ayrıca, bu kayıt dışı silahlar MİT’ten çıkarken hiçbir belge düzenlenmeyecek. Daha ne konuşuyorsunuz?
Elimiz öyle kuvvetli ki, İstanbul’da Dünya İnsani Zirvesi’ne ev sahipliği yapıyoruz, sonunda 48 ülkenin imzaladığı Uluslararası İnsani Hukuk bildirisine imza atmayı çatır çatır reddediyoruz. Ne olacaktı ya? İmzalayıp da mesela Cizre bodrumlarında kendi elimizi mi bağlayacaktık?
Hepsinden en güzeli, MGK’da askerlere de imzayı bastırtıyoruz, bu alçak 17-25 iftirasını atan Fethullahçıları ellerine tırnak çakısı almamış olsalar bile FETÖ diye tescil ederken.
Aslında orada herkes biliyor, terör örgütü ilan etmek için mahkeme kararı lazım. Ama komutanlarımız bizim fazla yanımızda gözükmenin kendilerine getirebileceği rahatsızlığı “dinci Fethullah’a karşı” olmakla giderip, dinci olmadıklarını ispatlamış oluyorlar ordunun alt ve orta kademelerine karşı…
Nasıl başkanlık rejimi olmadan başkanlık yetkileri kullanıyorum, burada da mahkeme kararı olmadan mahkeme yetkisi kullanıyorum. Tamam mı! Bu iş bu kadar!
Kadar da, şu Zarrab davası ile şu diploma işi hayırlısıyla bi kapansa, ah bi kapansa…
***
Vakit öğleye geldi, Binali aşağıda bekliyor, ama son güzel bişeyle bitireyim: Aziz Yıldırım denilen adam aynen şöyle dedi: "Fethullah Gülen'in dualarla Galatasaray'ı şampiyon yaptığı söyleniyor!”