Geçen haftaki yazı Cuma günkü oylama öncesinde yazılmıştı ve CHP’de hatırı sayılır sayıda vekilin dokunulmazlıkların kaldırılmasına ‘evet’ oyu vereceği ve teklifin kolayca geçmesini sağlayacağı pek öngörülmemişti. Gerçi CHP’ye yakın bazı gazeteciler “CHP referanduma gidilmemesi için ‘evet’ oyu verebilir” türünden kulis bilgileri aktarıyordu ama şu denklem de geçerliliğini korumaktaydı: CHP’nin “hayır” demesi AKP içinde “hayır” diyeceklerin de elini rahatlatabilirdi ve belki böylece referandum aralığına düşmeden bu anayasaya ve demokrasiye aykırı dokunulmazlık meselesi rafa kalkardı. Üstelik bu senaryoda CHP, AKP’yi hayli zor duruma düşürmüş olacaktı.
Öyle olmadı. AKP, gizli yapılması gereken oylama sırasında kabinlerin önüne parti komiserleri dikti ve öyle anlaşılıyor ki tüm AKP’liler ‘evet’ oyu verdiler. CHP ise bir son dakika manevrası yaptı ve “Referandum ülkede gerilim artırır, bir kısmımız ‘evet’ versin” mantığından hareket ederek, dokunulmazlıkların referandum aralığının üzerinde bir oyla kaldırılmasını sağladı.
CHP bu hamlesiyle eleştiriliyor. Bu gayet normal, zira ne yaptıklarını anlamak çok zor. İlk başta “Anayasa’ya aykırı ama ‘evet’ diyeceğiz”, “HDP’lilerin dokunulmazlıkların kaldırılmasına ‘hayır’ diyen parti olamayız” gibi hayli tuhaf ve ilkesiz bir mantıkla ortaya çıktılar. Sonra bazı CHP’li vekiller neredeyse hiçbir CHP’linin ‘evet’ oyu vermeyeceğini söylemeye başladılar, gazetecilerle sohbetlerinde. Sonra ilk oylama geldi ve gördük ki CHP’lilerin önemli bir bölümü gerçekten de “hayır” dedi ve mesele referandum aralığında kaldı. Sonrası malum.
Mesele doğal olarak geniş biçimde tartışılıyor ve ister istemez CHP’nin Kürt meselesindeki tarihsel tavrı mercek altına alınıyor. Evet, CHP ne yazık ki Kürt meselesinde –ve benzer diğer meselelerde– demokratik, eşitlikçi, yüzleşmeye dönük bir atılım yapamıyor. Bunda tarihsel bagajındaki yükün ağırlığı kadar mevcut siyasi denklemde politika üretemeyişinin de payı var. Milliyetçi tabana da oynamaktan vazgeçmiyorlar. Çözüm süreci boyunca ‘Oslo görüşmesi’ni ağızlarına doladılar. Öcalan ya da örgütle görüşülmesine daima karşı çıktılar ve çözüm için parlamentoyu adres gösterdiler. Kaçak güreştikleri ayan beyan ortadaydı ama diyelim ki dediklerini ciddiye aldık. Şimdi ne oldu peki? Kürt meselesinde çözüm için muhatap olabilecek en meşru güç olan, halkın oylarıyla seçilmiş HDP’li vekillerin parlamentodan atılmasına onay veren bir CHP var karşımızda.
Mesele bununla da bitmiyor. Oylamanın ardından, değişikliğin Anayasa’ya açıkça aykırı olmasından yola çıkan HDP’li vekiller, “CHP de katılırsa 110 imzayla Anayasa Mahkemesi’ne başvuralım” dediler. Ancak CHP’den gelen mesajlar hayli sertti. Böyle bir teklifin altında tek bir CHP’linin dahi imzası olamayacağını söyledi parti yöneticileri.
Neyin peşindeler, anlamak zor. Bu politikanın parti içinde bir çatırdama yaratması ya da mevcut çatlakları daha da derinleştirmesi muhtemel. Bu, tabii, sadece bir ihtimal. Türkiye, aynı zamanda, bu tip meseleleri günlerce kanırta kanırta tartışıp sonra da hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmeyi seven bir ülke.
Fakat yine de CHP yönetimi kamuoyuna bir yanıt vermek durumunda. Kürt meselesinde çözüm öneriniz nedir? Hâlâ “Adres parlamento” diyorsanız, bu meseleyi Meclis’te kiminle görüşmeyi düşünüyorsunuz, MHP ile mi?
Söz açılmışken... Dikkatle izlenen bir diğer parti ise MHP. AKP’nin gittikçe güçlenmesinden artık daha fazla tedirgin olan, Ülkücü denemeyecek bir kesim MHP’de ne olacağını merak ediyor. Mevcut Bahçeli yönetiminin AKP ile bu kadar paralel bir hatta olmasının MHP’deki oy kaybının ardından yatan başlıca neden olduğu ve MHP’de yönetim değişirse (“daha milliyetçi bir yönetim gelirse” gibi de okunabilir) partinin oyunun artacağını, AKP’nin 1 Kasım’daki kadar güçlü olamayacağını düşünen bir ‘kamuoyu’ olduğu ortada. Buradaki esas garabet, ‘Ülkücü’ olmayan bir kesimin ‘daha Ülkücü’ bir MHP yönetimine bel bağlaması. Bu elbette gazetemizin derdi değil ancak siyasi dengeleri etkileyen bir gelişme olduğu için, olan biteni özetliyoruz.
Sonuç olarak, Yargıtay MHP kongresi için nihai kararını verdi; önümüzdeki ay Bahçeli’nin de yarışacağı bir kongre olacak. Muhalefetin şansı ne olur, bilmek zor. Ancak şurası artık belli: AKP, daha doğrusu Erdoğan hâlâ bir kara delik gibi diğer başat siyasi aktörleri içine çekmeyi, zor durumda bırakmayı ya da kendi etrafında yörüngeye sokmayı şu ya da bu şekilde becerebiliyor. Anglosaksonların tabiriyle ‘günün sonunda’ tabloya baktığımızda, CHP öyle ya da böyle Erdoğan’ın istediği bir şeyi yapmış oluyor. MHP de öyle. Ve zaten bunların tümünün kesiştiği esas mesele de genelde Kürt sorunu oluyor. MHP ‘terörle mücadele sürdükçe’ şartıyla iktidara destek vermeyi taahhüt ediyor, CHP de “Aman referandum olmasın, ağzımızın tadı bozulmasın” gerekçesiyle.
Kürt meselesi memleketin gündemini şu ya da bu şekilde tayin ediyor. Gelin görün ki, kimsenin aklında çözüm modeli yok, kimse Kürtlerle barışmak istemiyor, kimse barıştan söz etmiyor.