‘Gelin, Garo burada’ diye bağırıyorlardı

Dokunulmazlıkları kaldıran Anayasa değişikliği teklifi için Meclis Anayasa Komisyonu 2 Mayıs günü toplandı ve teklifin TBMM Genel Kurulu’na sevkedilmesine karar verdi. Ancak bu ikinci toplantıya da kavga görüntüleri damgasını vurdu. Görüntülerde HDP’li vekiller İdris Baluken ve Garo Paylan’ın gerek sözlü gerekse fiziksel şiddete maruz kaldığı görüldü. Başına ve vücudunun çeşitli yerlerine darbe alan Paylan’la toplantıda yaşananları ve komisyonun aldığı kararı konuştuk.

Toplantıda neler olduğunu hepimiz gördük ama siz orada bulunan biri olarak bize yaşananları özetleyebilir misiniz?

Anayasa Komisyonu’nun ilk toplantısında büyük bir gerginlik vardı. Bu gerginlik zaten bir kavgaya dönüştü. Biz bu tasarının geri çekilmesini önerdik ve dokunulmazlıkların topyekûn kaldırılmasına dair kalıcı bir önerge sunduk ancak kabul görmedi.

İkinci toplantıda biz salona girdiğimizde, salon zaten dolmuştu. Bütün AKP’liler yerlerini almışlardı. İlk toplantıda kadın AKP’li vekiller varken, ikinci toplantıya 100’ün üzerinde yalnızca erkek AKP’li vekil hazır bulunmuştu ve bunlar özel olarak seçilmiş vekillerdi. Hınçlanmış, bilenmiş vekillerdi. ‘Biz bunlara haddini bildireceğiz’ amacıyla oraya gelmişlerdi.

Videoda görüldüğü üzere siz de fiziksel şiddete maruz kalıyorsunuz. Ermeni kimliğinize beslenen hamaset örneğini Meclis çatısı altında da görüyor muyuz?

AKP’nin de Ermeni bir milletvekili var. Onlar, biat eden Ermeni, kölelik yapan Kürt, sesini çıkarmayan eski solcu ve Tayyip Erdoğan’a, onun hayat görüşüne biat eden, her kimlikten insan istiyorlar. Ancak itiraz eden, onuruyla yaşayan, eşit olmak isteyen her kimlik, onlar için hain. Ben tamamen diplomatik bir dille ama kendimi ezdirmeden net bir duruş sergiledim ve özellikle halkımın yaşadığı felaket ile eşitlik taleplerini ortaya koydum. Bu duruş belli ki onlar için bir öfke birikimi yaratmış. Bugüne kadar hiçbir fiziki veya sözlü saldırıya uğramadım ancak ilk Anayasa Komisyonu toplantısında sergilediğim tavır, beni onlar için bir hedef haline getirmiş.

Anayasa Komisyonu toplantısında Adalet Bakanı’nın konuşması sırasında Bakan’a tek bir cümlem oldu, onda da ne bir hakaret, ne de bir küfür var. Zaten Meclis’te bu tip laf atmalar çok doğaldır, kaldı ki o toplantıda da defalarca oldu. Bakan’a itiraz ettiğim anda düğmeye basıldı. AKP İstanbul vekili Mehmet Metiner salonun diğer tarafından yanıma kadar geldi ve bunun üzerine diğer AKP’li vekiller de harekete geçtiler. Bana karşı önceden planlanan linç operasyonu o noktada başlıyor. Etrafımı sarıyorlar, tartaklamaya başlıyorlar, Metiner’in ilk darbesiyle de şiddet iyice artıyor. Sola doğru çekiliyorum, o esnada oradaki AKP’liler, ‘Gelin, Garo burada’ diye bağırıyorlar. ‘Asala bilmem nesi’, ‘Ermeni bilmem nesi’ gibi sözlerle kimliğime dönük nefret söyleminde bulunan pek çok AKP’li vekilin fiziki şiddetine maruz kaldım.

Bu tavrı nasıl yorumladınız?

Bu, büyük bir nefretle birleşen bir şiddet. Başıma aldığım darbelerden ötürü sersemlemiştim, daha sonra bir şekilde kendimi o güruhun arasından kurtardım, salonun ortasına doğru geldiğimdeyse ‘Sensin bu işin sorumlusu, Asala...’ diye bağıran ve aslında ne söylediğini bilmeyen, ne olup bittiğinin farkında olmayan onlarca AKP’linin arasındaydım. Bu, açık bir nefret suçuydu. Onların faşizan anlayışına karşı dimdik duran tek partinin hayallerine dönük bir nefret suçu... Daha önce buna benzer olayları pek çok kez yaşadık. 2016 Türkiyesi’nde bazı şeylerin değiştiğini düşündüğümüz anda yeniden böyle bir manzarayla karşılaşmak tabii ki hayal kırıklığı.

Parti olarak nasıl bir tutum sergileyeceksiniz?

Bizim bundan sonraki tavrımız çok net. Bu dokunulmazlık meselesini asla kişisel bir mesele olarak görmüyoruz, hapse de atılabiliriz. Bu bizler için şeref madalyasıdır çünkü biz hayal ettiğimiz Türkiye’ye barışı getirmek için mücadele eden insanlarız. Onlarsa kendi anlayışlarını diktatörlükle, faşizmle dayatmaya çalışan insanlar. Eninde sonunda kaybedecekler. 1994’te muzaffer komutan edasıyla geçinenlerin şimdi nasıl anıldıklarını hepimiz biliyoruz. Bu dönemin muktedirleri de bir süre sonra yaptıklarından utanacaklar. Bizse bugünkü mücadelemizi tarihe not düşürdük ve başımız dik bir şekilde mücadele etmeye devam edeceğiz. Asla kendi ayağımızla mahkemeye gitmeyeceğiz çünkü bu açık bir darbedir. HDP altı milyon oya sahip bir parti, onların hayallerini temsil ediyoruz. Ayrıca yalnızca altı milyonun değil, 78 milyon insanın bir arada yaşama iradesi için uğraşıyoruz.

Biz Meclis’in, demokratik siyasetin devrede olmasını istiyoruz. Şiddetin devre dışı kalması için demokratik siyasetin devrede olmasını sağlamalıyız. Buna benzer direnişler pek çok dünya örneğinde var. Hepimizin kaybedeceği bir döneme girebiliriz. Bunu istemiyoruz. O açıdan demokratik siyasetin devam etmesi için mücadelemize devam edeceğiz.

Nasıl bir süreç bekliyor bizi?

Tayyip Erdoğan bu anayasa değişikliğinden sonra siyaset üzerinde ameliyat yapmak için eline Demokles’in kılıcını almış olacaktır. HDP milletvekillerini rehine olarak görmeye ve bu Anayasa değişikliğiyle bizler üzerinde kademe kademe sindirme politikaları uygulamaya çalışacaktır. Ama şu bilinmelidir ki, tek bir milletvekili dahi buna boyun eğmeyecek.

Recep Tayyip Erdoğan’ın, diktatörlük hayali önündeki son engeli kaldırmaya çalıştığını, bir Kurtuluş Savaşı veriyormuş izlenimiyle, başkomutan gibi davranarak toplumun büyük bir kesimini konsolide etmeye çalıştığını halkımıza anlatmak için çabalayacağız. Siyaset çalkantılı bir döneme giriyor. Buradan çıkmanın yolu da toplumun buna itiraz etmesinden geçiyor. Ancak medya sindirilmiş durumda, toplumda bir korku hakim. İnsanlar korkularıyla ve bulanmış algılarıyla ses çıkaramayacak noktaya getirildiler. Türkiye insanı bu faşizme yol verecek mi, yoksa ona ‘dur’deyip tekrar barışa, demokratik bir Anayasa’ya, bir arada yaşama iradesine mi ortak olacak, karar vermemiz gereken şey bu olacak.

Demirtaş’ın ‘Parlamentoları halklar kurar, gerekirse halk yeni parlamento kurar’ sözü ne anlam ifade ediyor?

Dünyanın her yerinde, ABD’de, Fransa’da, Almanya’da yerel parlamentolar vardır. Bunu burada bir öcü olarak gösteriyorlar ancak yerel parlamento dediğimiz İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’dir. Bu da yerel bir parlamentodur. Bunu da biz seçiyoruz. Biz diyoruz ki yerel parlamentoların yetkileri arttırılsın. Merkezde olan tek bir adamın yönetmesinden ziyade yereldeki meclisler yönetsin diyoruz. İstanbul Büyükeşhir Belediye Meclisi de, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisi de yerel halkın değerlerine göre yönetsin şehirleri. İstanbul’da üçüncü köprü olacak mı, azınlıkların ibadethane sorunu var mı, bu konularda yetkili merci yerel meclisler olsun, talep ettiğimiz sadece bu.

Tayyip Erdoğan bu talebimizi bırakın kabul etmeyi, ‘Türkiye’de uçan kuş benden sorulacak’ demek istiyor. ‘İstanbul’daki üçüncü köprüye de, Sinop’taki nükleer santrale de, sizin ne yiyip içtiğinize, ne konuştuğunuza, ne düşündüğünüze ben karar vereceğim’ demek istiyor. Biz buna karşı mücadele veriyoruz ve bunun rahatlaması için yetkinin Ankara’dan azaltılıp yerel meclislere dağıtılması gerektiğini düşünüyoruz.

Bu da dünyada ilk kez olmayacak. Ülkelerin pek çoğu yetkilerini yerellere dağıtmış ve böylece barışı sağlamış durumdalar. Önerdiğimiz şey bu kadar basit ama Tayyip Erdoğan ve onun medyası bunu bir bölücülük olarak anlatıyor, tam tersine bu birleştiren bir girişimdir. Böyle okunduğu zaman kazanacağız. İspanya faşizmi de bunu yaptı ama sonra yetkileri yerellere dağıttılar ve İspanya birleşik kaldı, bölünmedi. Aynı örnek ABD’de, Güney Afrika’da da yaşandı. Her ülke bir iç savaşın ardından bu yerel değerlere ulaştı ancak biz bu acılar yaşanmasın, kan ve gözyaşı dökülmesin istiyoruz. HDP bunun mücadelesini vermeye devam edecek.

Kategoriler

Güncel Türkiye Gündem


Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.