DOT’un bu sezon sahneye koyduğu ‘Bunu Ben de Yaparım!’da, bir koruma görevlisinin yaşadıkları aracılığıyla, izleyiciye tanıdık gelecek bir tahammülsüzlük ve sanata sansür konusu işleniyor.
2005 yılından beri her sezon çağdaş tiyatro metinlerinden oluşan repertuarını izleyicisiyle buluşturan DOT, bu sezon İngiliz yazar Nick Hornby’nin ‘Nipplejesus’ başlıklı kısa öyküsünü oyunlaştırarak ‘Bunu Ben de Yaparım!’ ismiyle sahneye taşıdı. DOT’un bu sezon sahnelediği bir diğer oyun olan, Zinnie Harris imzalı ‘Kış Dönümü’nde içinde bulunduğumuz zaman dilimi ve toplumsal olaylarla ilişkili olarak savaş teması işleniyordu; ‘Bunu Ben de Yaparım’da ise, çok uzağımızda olmayan, sanata sansür ve tahammülsüzlük konu ediliyor.
Hikâyenin başkahramanı Dave, 38 yaşında, evli, iki çocuk babası, gece kulüplerinde koruma olarak çalışan biriyken, iş değiştirip bir modern sanat galerisinde çalışmaya başlar. Görevi, gazete kupürlerinden kesilmiş meme fotoğraflarından yapılan büyük bir İsa tablosunu korumaktır. En başta da, kendini yakın hissettiği muhafazakârlar, din adamları, sağcı politikacılardan... Oyun ilerledikçe bir yandan Dave’in değişimine şahit oluyor, diğer yandan da Türkiye’de yaşadıklarımızın, başka yerlerde devam eden paralel hayatlarda da yaşandığını hissederek, kapıldığımız devasa yalnızlık ve korku hissinden biraz olsun sıyrılıyoruz. Ne yazık ki, bu rahatlama hissi, dünyanın neresine gidersek gidelim kurtulamayacağımız bir korku tünelinin gerçekliğinin hızlıca izleyicinin yüzüne çarpmasıyla son buluyor.
Sanatla provokasyon
İzleyicinin oyunun samimiyetine inanıp, hikâyeye hemen dahil olmasında, metnin 2002 yılında yazılmış olmasına rağmen ülkemizde güncelliğini korumasının yanı sıra, oyuncu İbrahim Selim’in anlatım tekniğinin, ses tonunun, mimiklerinin ve izleyiciyle kurduğu bağın büyük etkisi var. Metni orijinalinden çeviren Melisa Kesmez ve Serkan Salihoğlu’nun çeviriyi yerele minimal düzeyde yaklaştıran ve buna rağmen hiç rahatsız etmeyen üslubu, başka etmenlerle güzel bir birliktelik oluşturup, oyunu ideal sahneleme zeminine oturtuyor. Salt bir soğan ağacı ve tabureden oluşan dekor, izleyicinin oyunda yöneltilen sorular üzerinde düşünmesini kolaylaştırırken, estetik olarak da sağlam duruyor.
Dave karakteri, izleyicilerin söylemek isteyip söyleyemediklerini dile getirerek, yapmak isteyip yapamadıklarını yaparak, onlarla arasındaki bağı oyun boyunca pekiştirerek koruyor. Öyle ki Dave’in, eserin yaratıcısı olan Martha’ya sanata bakış açısından dolayı duyduğu kırgınlıkla, bir noktada oyun modern sanat eleştirisine dönüşüyor. Oyun izleyiciyi, sanatın amacına, hedef kitlesine, insan ve toplum üzerindeki dönüştürücü etkisine yönelik bir düşünsel fırtınaya davet ediyor. Sanat salt provokatif midir, eserin varlığı mı değerlidir? Sanat, etkisini alıcı kitlesi olarak tanımlanan ve o çerçevede değerlendirilen ‘değerli’ kalabalıkların yanında orta ya da alt sınıftan gelen ve eserle ilişkisi yalnızca zaman doldurma isteğiyle sınırlı olan birine de gösterebilir mi? Bir sanat eserini anlayabilmenin, doğru değerlendirebilmenin yolu sanatçıyı anlamaktan mı geçer? Olay örgüsünü takip ederken, bütün bu sorulara da kafa yoruyorsunuz ister istemez. Sanatın değerini bizzat sanatla anlatmak zor olsa da, bunu başaran bir oyun ‘Bunu Ben de Yaparım!’. İsmiyle, çağdaş sanat eserlerine karşı kullanılan meşhur ifadeye gönderme yapan temsili izledikten sonra, içimizden “Hayır, bunu sen de yapamazsın!” demek geliyor.
‘Bunu Ben de Yaparım!’ 27, 28, 29 ve 30 Nisan’da DOT Kanyon’da izlenebilir. Oyunun başlangıç saati 21.00.