Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet Konferansı'nda, Ermeni Soykırımı toplumsal cinsiyet bağlamında değerlendirildi. Soykırım sırasında yaşanan tecavüzlere, kadınların zorla evlendirilmesine ve müslümanlaştırılmasına dair dair anlatılar konuşuldu.
Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet Konferansı'nın bugünki üçüncü oturumunda Ermeni Soykırımı toplumsal cinsiyet bağlamında değerlendirildi. BİA haber merkezinden Çiçek Tahaoğlu'nun aktardığı üzere konferansta Kalifornia Üniversitesi'nden Doris K. Melkonian, Ermeni kadın ve erkeklerin soykırıma dair cinsel şiddet anlatılarından bahsetti.
Soykırım sorasında tecavüzün rutin bir şekilde yaşanmasına rağmen, bu konuya değinen çok az çalışma olduğunu belirten Melkonian, soykırımdan sağ kalanlarla gerçekleştirdiği sözlü tarih çalışmasında cinsel şiddet anlatılarının yumuşatmalar ve üstü kapalı ifadelerle dile getirildiğini, bu olayların nasıl gerçekleştiğine dair detayların olmadığını söyledi.
'Yaşanan cinsel şiddete dair anlatılarda hem kadınlar hem erkekler için utanç duygusu ağır basıyor. Konuştuğumuz erkekler, ya bu konudan bahsetmek istemediklerini ya da bunu anlatmanın çok zor olduğunu söylüyor.
'Kadınlar ise başlangıçta yaşadıklarını anlatmak istemiyor. Sonra deneyimini bizimle paylaşmayı ve dünyanın bunu bilmesi gerektiğini kabul etse de, anlatısının kaydedilmesini kabul etmiyor.'
Söylenmesi reddedilen ve söylenmeyenlerin asla gözden kaçırılması gerektiğini belirten Melkonian, sessizliğin kendisinin bu anlamda incelenmeye değer bir dil olduğunu anlatıyor.
'Erkekler bunu bir namus meselesi olarak görüyor, 'onları kirlettiler' gibi ifadeler kullanıyor. Ayrıca tecavüz ve çekicilik arasında bir bağ kurarak, cinsel şiddete uğrayanların güzel kız çocukları arasından seçildiğini ifade ediyorlar.
'Kadınlar ise bunları alenen konuşmak zorunda kaldıklarında ikinci bir tecavüze uğramış gibi hissediyor ve sessiz kalmayı tercih ediyorlar.
'Düşmanla cinsel ilişki yaşamak lanetlenmiş bir deneyim olarak kurgulanıyor. Kadınlara böyle bir olayın karşısında yapılması gerekenin şehit olmak, yani kendi hayatlarına son vermek olduğu öğretilmiş. Bu 'namuslu' seçimi yapmayan kızlar ise cemaatleri tarafından dışlanıyor.'
Zorla evlendirilen kadınların yeniden Ermenileştirilmesi
Erivan'da doktora yapan ve Ermeni Soykırımı Müzesi Enstitüsü'nde çalışan Anna Aleksanyan, soykırım sonrası farklı coğrafyalarda yaşayan Ermeni kadınların 'yeniden Ermenileştirilmesi' sürecini ele aldı.
'Soykırım sonrası hayatta kalanların çoğu kadınlar ve çocuklardı. Ermeniler ve uluslararası girişimler hayatta kalanları bulma misyonu üzerinde yoğunlaştı. Amaç onları Ermeni kimliğine geri döndürmek, topluma yeniden entegre etmekti.
'Ancak Ermeni toplumunun bir kısmı onları reddetti ve bu misyonla onlara yardım etmeye çalışanları eleştirdi. Bu kadınların soykırım döneminde ahlaki olmayan bir hayat sürdükleri kabul ediliyordu. Kendilerine işkence ve tecavüz edenlerin kanına sahip çocuklar taşıyan bu kadınlar da utanç hissediyordu. Ermeni Kilisesi bu kadınlara destek oldu.
'Arap Bedevilerle evlendirilen Ermeni kadınlar, kendilerini kurtardıkları için onlara müteşekkirdiler. Bazıları dünyada hala yaşayan Ermeniler olduğunu bilmiyordu. Bazıları da Araplardan, Türklerden veya Kürtlerden olan çocuklarını alıp cemaatlerine dönemiyordu. Yani doğuştan sahip oldukları köklere, utanç nedeniyle dönemediler.'
Soykırımın ardından sessizlik ve sır anlatılarının hikayeleştirilmesi
Concordia Üniversitesi'nden Hourig Attarian, Halep'teki Ermeni hayır merkezindeki kayıtlar üzerinden yaptığı çalışmayı anlattı.
'Kadınlar soykırımın ardından Türk, Kürt ve Arap Bedevilerin konutlarında ikili bir hayat yaşamak zorunda kalmışlardı. Halep'teki ermeni hayır merkezi, 1920'de Halep Genç Kadınlar Birliği yönetiminde faaliyete başladı. Halep ve Kahire arasında bir haberleşme söz konusuydu.
'Bu merkezin kayıtları 1928'de sona eriyor. Dosyalarda nüfus bilgileri ve ilginç notlar var. Kadınların Türkçe isimleri, Ermenice isimleri, nereden geldikleri, zorla evlendirildikleri kocalarının nereli olduğu ve adı, Ermeni kocalarının adı, çocuklarının adı...
'Bütün bunları incelediğimde bu kadınların ülkenin bir ucundan diğer ucuna nasıl savrulduklarını gördüm. Bu iktidar yapılarının içindeki varlıklarını bölük pörçük sürdürmenin onlara haksızlık olduğunu düşündüm.
'Tüm bu belgelerdeki satıraralarını dikkatlice inceleyerek, soykırım anılarını bu kadınların perspektifinden yazdım.'
Müslümanlaşmış Ermeni kadınlar
Sabancı Üniversitesi'nden Ayşe Gül Altınay, müslümanlaştırılmış Ermenilerle yaptığı çalışmayı anlattı, tarih yazımının din değiştirmiş Ermeniler konusunda sessiz kalmasının sorgulanması gerektiğini ifade etti.
'Hayatta kalan Ermeniler, müslüman ailelerin çocukları olarak evlat edinildi veya evlendirildi. Türk, Kürt ve Arap isimleri aldılar.
'200 bin kadar müslümanlaşmış Ermeni olduğu söyleniyor. Sayıları bilemeyiz ama şu ya da bu şekilde Ermenilerle akraba olan birkaç milyon müslümandan bahsediyoruz.
'Bu konuda çok fazla tanıklık var ancak bilimsel çalışmalarda yer almıyor. Çünkü onlar tarih yazımında yokolan Ermeni toplumundan sayılıyorlar.
'Ermeni kadınlar sadece soykırım edebiyatında değil, soykırım sonrasında da yoklar. Bilim insanları da onlara sahip olan erkekler vasıtasıyla bakılıyor. Kadınlara erkeksiz olduklarında 'sahipsiz' deniyor ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde kadınlardan bir mal olarak bahsediliyor, bir mülkiyetle ele alınıyorlar.'
Altınay, bu durumun son yıllarda giderek artan feminist yazın ve kadınları adı konmamış kurbanlar yerine özneler olarak gören bakış sayesinde değişmeye başladığını söylerken, bunun ulusal kimlikle ilgili kaygıları da beraberinde getirdiğini ifade etti. 'Ama Ermenilerin müslüman ailelerle içiçe geçmiş hikayeleri sadece milliyetçiliğe meydan okumakla kalmıyor, araştırmacılara da pandoranın kutusunu açıyor.'
Altınay konuşmasını, 'Torunlar' adlı kitabından, kültürel ve etnik ayrıştırmaya, milliyetçiliğe meydan okuyan bir alıntıyla sonlandırdı:
'Bazen katıldığım toplantılarda inanılmaz bir milliyetçilikle karşılaşıyor ve kaçıyorum. Bu bazen Türk bazen Kürt milliyetçiliği oluyor. O zaman onlara 'ben Ermeniyim' diyorum, 'Bu topraklarda ne oldu hatırlayın. Kimse sırf Kürt ya da sırf Türk değildir'.
'Beş yıl öncesine kadar 'ben Türkiyeli bir Kürdüm' diyordum ve bitiyordu. Ama artık bu çokkimlikliliğimin farkına vardım. Çokkimlikliliğin birçok insanın yanyana durup birbirine dokunmadığı birşey olarak görmek istemiyorum.
'İnsanlar birbirine dokunmaya başlayıp, ulus kimliği yokolduğunda çokkimlikli olursunuz. İnsanları bir parçanız olarak hissederseniz, onlara zarar vermezsiniz.'
(Çiçek Tahaoğlu-bianet)