Allah (c.c.) büyük muvaffakiyetlerle dönmeyi nasib etsin, tam Amerika’ya cami açmaya, pardon, Türk Amerikan Kültür ve Medeniyet Merkezi açmaya gidiyorum, bu Zarrab hakkında bir soru geldi.
Bu konuyu sormayı kesinlikle yasaklamıştık ama, bu sefer sorulmasını özellikle ben istedim. Çünkü bu soruya cevap için Kristof Kolomb’un yumurtalığı gibi bir buluş yapmış bulunuyorum. Hemen şöyle cevap verdim:
“Bu konu ülkemizi ilgilendiren bir konu olmadığı gibi, kara para aklamayla ilgili bir konu mudur onu da bilmiyorum, ama kara paranın babaları Pensilvanya'da duruyor!” İşte bu kadaaaar! 1 taşla 2 kuş.
Ama bu rezil sosyal medya denilen gazetede ne dense beğenirsiniz? “Doğru, bu sorun ülkemizin değil, Erdoğan’ın sorunudur” yazmışlar alçak oğlu alçaklar!
Daha da sıkışırsak, bundan sonraki safhada bizzat Zarrab’ın Paralelci olduğunu açıklayacağız! İspatı da hazır. Niye Fransa’ya, Patagonya’ya yahut Avustralya’ya gitmedi de Pensilvanya’nın bulunduğu ABD’ye gitti defolup?
Şimdi, o alçak iddianamede Sıtkı Ayan’ın ismi geçince, Yargı’ya kapattırmış olduğumuz 17 Aralık dosyasının yeniden açılabilmesi gibi haince bir ihtimali de düşündük. Meclis’te “Kişisel Verilerin Korunması” kanununa bir ek madde koydurttuk gece yarısını geçe. Artık bu veriler Dışişleri veya ilgili kurumların görüşü alınmadan aktarılamayacak yurt dışına.
***
Bu Paralelci lafı, tekerleğin ve ateşin icadından sonraki en büyük icattır ve mucitlik şerefi de bana aittir. Bir süredir deneme sürümünü arkadaşlara kullandırıyordum zaten.
Mesela, yandaş medyamızda bu alçak Amerikalı savcının Paralelci olduğu çarşaf çarşaf açıklandı.
Mesela, erkek çocukların ırzına geçilmesi, pardon, tacizi konusunda gül gibi Ensar vakfımıza çamur atmaya çalışıyorlar partimizi vurmak için. Saymakla bitmez. Bunlara sağlam biçimde karşı duruyoruz. Diyoruz ki, bu işler koskoca Katolik Kilisesi’nde de gırla. Fakat çok daha önemlisi, bu iş de Paralelcilerin işi!
Bu fevkalade önemli hususu en mükemmel biçimde anlatan, şahsıma neredeyse Şems Ethem kadar meftun olan Fatih Tezcan’dır. Akit TV’de aynen şöyle dedi: “FETÖ beş aylığına Ensar Vakfı’na bir tecavüzcüsünü sızdırdı, ona tecavüz emri verdi. Onlara günah yoktur, Allah rızası için tecavüz edeceksin der, gider bulur bir tane geri zekalı, psikopat, sapık, gider tecavüz ettirir.” Daha ne desin?
Mesela, şu sıralarda aziz şehitlerimizin sayısının durmadan artması iktidarımız için tehlikeli olmaya başlayınca, bu konuda da kullandım bu icadımı: “Paralel yapıya yakın polis ve askerlerden kaynaklanıyor. İstihbarat paylaşımında sorun çıkarıyorlar, yanıltıyorlar” dedim. Yine 1 taşla 2 kuş vurmuş oldum.
***
Bu Can Dündarların davası artık gizli görülecek. Alçak avukatlar bi de kalkmışlar, duruşmanın başlamasına iki gün kala atadığımız yeni savcının dosyaya hakim olmadığını söylemişler. Yok efendim kapalı olması için sözü edilen belgeler dosyada yokmuş!
Adam yeni gelmiş dedik yav! Ayrıca, yok ise ne olmuş? Koyarız bi tane! Ayrıca, belki vardı da sana göstermediler? Bu kadarcık şey bahane edilerek benim için bu kadar hayati bir duruşma aleni olur mu? Her şeyim olan karizmam bi çizilirse sonu felaketimdir. Bunun içindir ki ben ve MİT şimdi müdahil olduk.
MİT tamam da, niye ben? Çünkü Aralık 2013’ten beri içinde yaşadığım ağır ortamda benim babama itimadım yok! Bakarsın hakim, veremez ya, beraat meraat verir, benim avukatlar müdahil sıfatıyla hemen temyiz eder.
Birkaç gün önce 1.034 hakim ve savcının yerini değiştirttik. 54 hakim ve savcıyı casusluktan yargılıyoruz. Bölge İdare Mahkemeleri’ne hep Yargıda Birlik Derneği'ne üye olanları atadık. Ama yetmez. Öyle olmalı ki, ben Yargı’dan hiçbir kuşku duymamalıyım, böyle hesap kitapla uğraşmamalıyım. Şöyle:
Daha önce de yazdım, HSYK marifetiyle Yargıtay ve Danıştay üyelerinin görev süresini 5 yılla sınırlıyoruz. Vaktiyle kendi elimizle getirdiğimiz Paralelci kadroları sulandırmak için 2014’de Yargıtay üye sayısını 250’den 387’ye, Danıştay’dakileri de 95’ten 156’ya çıkarmıştık. Artık maksat hasıl oldu, işimiz bitti şükür, 129 Yargıtaycı ile 39 Danıştaycı dışındakileri seçip seçip tasfiye edeceğiz inşallah. Esaslı bir de gerekçemiz var: İstinaf mahkemeleri kuruyoruz, işleri azalıyor...
Anayasa Mahkemesi? Allah (c.c.) kerim yav! O kadar büyük mahkemeyi ihmal mi edeceğiz? Yeni anayasamıza inşallah!
***
Aslında, Yargımız genel itibariyle iyidir. Mesela, barış istemek bahanesiyle ortaya dökülen vatan haini akademisyenleri tutuklamış, hücreye koydurmuş, kitaplarını yasaklamıştır ve her biri için 7,5 yıl istemektedir. Ama “IŞİD davası” diye bir olaydan yargılanan, 625 senesindeki Uhud Savaşı’nda ölen pek muhterem bir sahabenin ismini taşıyan cihatçı Ebu Hanzala’yı 95 adamıyla birlikte tahliye etmiştir.
***
Yargı derken, bi de davayı izlemeye giden konsoloslar meselesi çıktı başımıza! Ânında ayar verdim, “Siz kimsiniz yav? Sizin ne işiniz var yav? Yani diplomasinin de bir edebi var, adabı var! Burası senin ülken değil, Türkiye. Sen konsolosluk binası veya konsolosluk sınırları içerisinde hareket edebilirsin, diğerleri izne tabidir” dedim.
Bunları hem sinirlerim bozulduğu için söyledim, hem de ben böyle Kasımpaşa ağzıyla konuşunca halkımız bayılır inşallah. Milli şuuru ve gururu okşanır. Övünmek gibi olmasın, Kasımpaşa tarikiyle Rizeliyiz elhamdülillah. Aslan ulusalcılar da benim yanımda olacaktır, bunlar emperyalisttir diyerekten. Haşşöylee, imana gel bakayım, yerli ve milli olanı iste!
Ben konsolosluk sınırları içinde hareket edebilirsin dedim ya, başdanışmanlarımdan biri geldi, başka iki başdanışmanım hakkında bana bilgi arz etti. Bu ikisi aralarında fısıldaşıyorlarmış ki, bu iş komünizm zamanında vardı, şehir dışına çıkmak için karşılıklı olarak izin istenirdi, 91’de komünizm kalkınca bu da kalktı, Sayın Başkanımıza acaba bunu nası söylesek, nası formüle etsek, diyesiymişler aralarında.
Sıkıysa söyleseydiler. Böyle lüzumsuz şeylere o kadar öfkeleniyorum ki mosmor kesiliyorum. Halkımız böyle şeylerle ilgilenmez! Hem, nereden belli bu uygulamanın kalktığı? Ya varsa? Ben ne dersem halkım için hakikat odur, böyle olması da gerekir. Ne demişti şarkıcı Barbaros Hayrettin, “Ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur!”
Ayrıca, neymiş efendim, Viyana Sözleşmesi miyana sözleşmesinin 3. maddesi varmış. İşleri güçleri gayri milli bahaneler, yazılar! Bizim dağlar gibi Misak-ı Milli’miz varken emperyalist gavurların Viyana Sözleşmesi de kim oluyor? Bi hatırlasana atalarımızın orayı kaç kere kuşattığını, ödlerini kopardığını!
Sonra, bi bak bakalım, Antalya Arena’da oynanan Türkiye-İsviçre maçında din kardeşlerimizin Özgür Suriye Ordusu bayrağı nasıl açıldı. Seyret bakalım videoyu, maç başlamadan şanlı Mehter Marşımız nasıl çaldı! Sen madde numaralarıyla oynayacağına, PKK kanlı terör örgütüdür diye iki maddelik bi bildiri hazırlayıp imzalasana!
***
Geçen gün bu Paralelci Amerikan savcısı beni tivitırda takibe girişti ya, eski Erbil başkonsolosu Aydın Selcen diye biri varmış, demiş ki Amerikalı savcı selektör yaptı Erdoğan’a! Ne demek istiyorsun be sen, monşer müsveddesi? Anlamıyor musun, bu Hindistan’dan gelmiş herif benden yararlanmak istiyor. Çünkü benim bugün Merkellerle, Obamalarla, bilmem Putinlerle oturup dünya politikasını çatır çatır konuştuğumu görüyor, acaba ne kapabilirim diye bakıyor!
***
Unutayım diyorum ama durmadan aklıma takılıyor bu rezil duruşma. Burada canımı biraz sıkan iki gelişme oldu. Birincisi, ağzımdan kaçtı, "Dün bir gazetecinin mahkemesi vardı" dedim. Oysa, “bir casusun” demem lazımdı.
Daha önemlisi, bu Can denen vatan haininin gazetesi benim 1998’deki hapis cezamın onanmasından dört gün sonra, 29 Eylül’de dönemin Amerikan başkonsolosu bayanın, kadın mıdır kız mıdır, bana destek ziyaretine geldiğinin gazete kupürünü yayınladı. Tabii ki paraleller bulup vermişlerdir.
Eyy alçaklar! Ne ilgisi var? Ben hapse şiir okuduğum için girmiştim, bunlar casusluktan girecek. Üstelik ben cezamın Yargıtay onayından sonra ziyaret edilmişim, bunlar daha duruşma aşamasında ziyaret ediliyor. Dahası, o tarihte Amerikalılar Suriye Kürtlerini desteklemiyorlardı. Üstelik o tarihte Geziciler camide içki içmemişlerdi, Kabataş’taki Müslüman kızımıza da afedersiniz o şeyleri yapmamışlardı!
Ayrıca, Amerikalılar zencileri öldürür!
***
Bu arada Kürtleri ihmal ettim sinirimden. Sur, Cizre, Şırnak, Silvan, Silopi tamam. Yerle bir. Temiz. Şimdi Nusaybin’i hallediyoruz. Onu da bitirince hemen TOKİ’yi sokacağız; bu ikisi tek paket.
Sur’da acele kaydıyla kamulaştırmayı Resmî Gazete’de yayınladık. O civarda ne varsa içine alıyor: Dört Ayaklı Minare, Meryemana Kilisesi, Cemilpaşa Konağı, Ulu Cami, Hasanpaşa Hanı, Sur Belediye Binası…
Başdanışmanlarım anlattılar: Paris Komünü denen 1871 komünist ayaklanması, dönemin TOKİ Başkanı Hosman Bey tarafından mahallelerin yıkılıp geniş caddeler açılmış olması sayesinde bastırılmış! Benim anladığım kadarıyla bizden oraya gitmiş olan bu Osman Bey veya Hüsmen Bey, yalnız barikat kurulamayacak kadar geniş caddeler açmakla kalmamış, zırt pırt isyan eden terörist ameleleri de şehrin merkezinden dışarı sürmüş. Sonra buraları ağzı yüzü düzgün biçimde imar ettirip zengin Parislilere yüksek fiyattan okutmuş.
Biz de öyle yapacağız. Sulukule’de ilk provasını yaptıydık zaten. Buralar turistik yerler. Kamulaştırıp, AK Partili düzgün Kürt kardeşlerimize vereceğiz, işletsinler. Mesela Surp Girogos kilisesine duhuliye parası bile ihya eder bizimkileri! Ne yapmış İttihatçılar, Ermenilerin emval-i metrukesine yani terk edilmiş mallarına el koyup memleketimizin öz menfaati için devreye sokmuşlar. Bizim yapacağımız da onu tamamlayacak İkinci Emval-i Metruke Operasyonu’dur! Tarihe böyle geçecektir!
Hasanpaşa Hanı gibi yerler zaten mimli. Bu Kürtleri azdıran hain solcular İstanbullardan Ankaralardan gelip gelip Dört Ayaklı Minareyi şöyle bi tavaf ettikten sonra, tövbe yarabbi sen günah yazma tavaf dedim, bu handa ziftleniyorlar. Müskirat zıkkımlanıyorlar. Diyarbakır’ı cenabet ediyorlar. Bi de onun için el koymak lazım.
***
Neymiş efendim, buralar Unesko’nun kültür mirası denilen zımbırtıya dahilmiş. Eyy Unesko! Sen kimsin yav? Senin ne işin var Diyarbakır’da yav? Sen mi yaptın buraları? Benim ecdadım yaptı buraları. Yapar da, yıkar da! Üstelik biz yıkmayacağız, sahip değiştirteceğiz! Senin ne söz söyleme hakkın var?
Ama şimdilik ihtiyatlı gidiyoruz. Tapusu bir Ermeni Vakfı üzerinde olan, ibadete açık Surp Giragos’un bulunduğu pafta Resmî Gazete’de kamulaştırılmış görünüyormuş. Batılılarla münasip bir zamanda hesaplaşana kadar, "Etrafındaki çirkin yapıları yıkacağız, o yüzden paftaya yazmak gerekti” dedirttik Vakıflar’a.
Bu arada, kiliseye el koymanın, “Türk Hükümeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere … tam bir koruma sağlamayı yükümlenir” diyen Lozan Md. 42 fıkra 3’ün açık ihlali olduğunu söyleyen mandacı artıkları varmış. Başlarım Lozanınızdan!
Bu Batılılar dediklerim de şu anda üstüme üstüme geliyor alçaklar. Alman Devlet Kanalı benim için şarkı yaktırıp bi programda klip oynatmış. Adı da “Erdowie, Erdowo, Erdowahn” imiş, ne demekse. Ama bana saldırdığı belli. Yasak harf kullanıyor üstelik.
Nasıl duruşmaya konsolos gönderenlere verdikse, Alman büyükelçisini de hemen bakanlığa celbedip eline verdik, notayı. Bununla da adam olmazlarsa mecburen oralara da birer kayyum tayin edeceğiz!
***
Artık yatmam lazım. Uyku muyku zor ama biraz sırtım dinlensin. İçimi biraz rahatlatacak şeylerle bitirelim.
Harp Akademileri’nde konuştum. Konsolosların duruşmaya gittiklerinden bahsettim. "Başka bir yerde, bu tür davranışlar sergileyen diplomatları bir gün bile barındırmazlar" dedim. Çünkü askerlerimiz milliyetçidir, ulusalcıdır. Kürt meselesi bir, yabancı meselesi iki, bizim sağlam müttefikimizdir artık askerlerimiz maşallah.
Fakat şu sıralarda askerî darbeden bahsedenler çoğaldı, şımarmasınlar diye kendilerine lisan-ı münasiple hatırlattım karşılarındakinin kim olduğunu:
“Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. Sizlerin huzurunda buna bir de tek ordu, tek komutan vurgusunu da eklemek isterim. Anayasamızın 117. maddesi, 'Başkomutanlık TBMM'nin manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur' diyor.”
Bunların yedeksubaylar için bir tabirleri vardır, burada yazılmaz, ben de aynı yöntemi uyguluyorum, mesele bundan ibarettir.
***
Beyaz Hareket Derneği bir “R. T. Erdoğan Sempozyumu” düzenledi. Genel Başkan Yardımcımız M. Ataş kardeşimiz, umarım başkalarının kulağına küpe olur, güzel şeyler söyledi:
"Eğer Tayyip Erdoğan olmasaydı, milletimizin nefesi kesilecekti, mazlum milletlerin nefesi kesilecekti. Yeniden nefesi tükenmek üzere olan milletlere, ümmetlere, ülkemize nefes aldırdığı için Sayın Cumhurbaşkanımıza teşekkür ediyorum. Erdoğan anlatılmaz yaşanır. O, bu ümmete Allah'ın bir lütfudur."
Diyanet İşleri vaizlerinden emekli müftü Mustafa Polat, Cuma namazı öncesi verdiği vaazda memleketimizin atom silahı yapması gerektiğini söyledi. “Atom bombasını sende gördüler mi tüm gavurlar korkar. Kedi gibi siner. Sana dokunamaz, barış meydana gelir” dedi.
Her zaman düşündüğüm ama söyleyemediğim şey! Elimde bi atom bombası olsa! Ah, bi atom bombası olsa! Görürüm ben o kepçekulak Esed’i, hamam oğlanı Sarı Putin’i! Ayrıca, halkımız beni daha ne biçim bağrına basar, içine sokar.
Ayrıca, şu hain akademisyenlerin dediğine baaaak, bi de bu hocamızın dediklerine. Hangisi daha hakiki barışçı?