Almanya Ermenileri Ruhani Önderi Başepiskopos Karekin Bekçiyan: Devletin yasalarına ve işleyişine aykırı bir durum olmadığı sürece esas olan halkın iradesidir. Dolayısıyla, ‘Devlet izin vermediği için seçim yapılamıyor’ cümlesi bahaneden ibarettir.
Patrik seçimi sürecinin doğal adaylarından biri olan Almanya Ermenileri Ruhani Önderi Başepiskopos Karekin Bekçiyan da vâsi tayini sonrası yeniden hareketlenen tartışmalara katıldı. Aram Sırpazan’ı ağır bir şekilde eleştiren Bekçiyan, vakıf yöneticileri başta olmak üzere, toplumun fertlerinin, seçim iradesini çok daha yoğun şekilde ve cesaretle sergilemesi gerektiği görüşünde.
Patrik Mutafyan için vâsi tayin edilmesi son dönemde önemli bir gelişme olarak gündeme yansıdı. Sizce bu son gelişme sonrası patrik seçimine doğru gidilir mi?
Vâsilik ile patrik seçiminin, teknik olarak birbiriyle bağlantısı yok. Ancak vasilik, patrik seçimini tetikliyor, bunu da konuyu tekrar güçlü bir şekilde gündeme getirerek yapıyor. Biliyorsunuz, seçim birkaç yıl önce gündeme geldiğinde, adaylığımızı ortaya koymuştuk. O halen öyle duruyor, yani adaylığım muteberdir. Diğer adaylar da adaylığını çekmiş değil. Geçmişe baktığımızda, bugüne gelene kadar birçok yanlış yapıldığını görüyoruz. Bunlardan en büyüğü, devletten gelen bir yanıtın ardından Ruhani Kurul’un hızla toplanıp, şipşak ‘Patrik Genel Vekili’ni seçmesi oldu. Ben ve Sebuh Sırpazan, bize patrik seçimi için aday olup olmayacağımıza dair mektup gönderildiğinde açık bir şekilde adaylığımızı ortaya koymuş olmamıza rağmen, vekillik seçimi yapılırken hiçbir surette haberdar edilmedik. Şahsım adına itirazımı dile getirdim ve kamuoyunun da bilgisi dahilinde 10 soru ilettim. Tek birine dahi yanıt verilmedi. Aslında bunlara yanıt beklenemezdi, çünkü yanıt verebilmek için dürüst çalışmak gerekiyor.
Peki, teamüle göre patrik seçimi için nasıl bir süreç izlemek gerekiyordu?
Ben o süreçte Patrik II. Mesrob’un sağlık raporunun çıkarılmasını ve raporun devlete iletilip seçim başvurusu yapılmasını tavsiye ettim. Çünkü bu seçim geleneklerimize göre yapılacaksa, Sahmanatrutyun’daki yani tüzüğümüzdeki ikinci madde açık bir şekilde bunu gerektiriyor: “Patrik herhangi bir sebepten dolayı görevini yapamayacak durumda olursa, orada ‘patrik kaymakamı’ seçilir ve o, yeni seçimin hazırlığını yapar.” Bugüne kadar bunlar yapılmadı. ‘Eş patrik’ konusu da çok tartışmalı bir konu. Geleneklere uyulacaksa, tüzükteki madde açık bir şekilde patrik seçimini işaret ediyor. Bunu ilk kez gündeme taşıyan Rober Haddeciyan, ‘Azkabadum’dan (Patrik Mağakya Ormanyan’ın yazdığı, Ermeni Kilisesi tarihini konu olan kitap) örnekler göstermişti. Onların hepsini açtım, tek tek inceledim, hiçbiri bugünkü patrik derecesinde değiller. Orada ‘eş patrik’ (atoragits) sözü geçiyor, evet, fakat onlar patriğin yurtdışında olduğu veya görevinin başında olmadığı dönemlerde vekâleten görevi sürdürüyor ve patrik döndüğü zaman bu görevleri sona eriyor. Dolayısıyla, ‘eş patriklik’ meselesinin tekrar tartışılmaması gereken bir görüş olduğunun da altını çizmek istiyorum.
Bununla birlikte, İstanbul’da, Ateşyan üzerinde baskı oluşturup onu patrik seçimi yapmaya mecbur kılacak cesaretteki insanlar göremiyorum maalesef. Dikkatinizi çekerim, ‘kalite’ demiyorum, o cesareti görmediğimi söylüyorum. Kanımca bazılarının çıkarları vardır, bazıları da “Bana ne” diyordur muhakkak.
Ermenistan’ın Gugark Bölgesi Dinî Önderi Sebuh Çulcuyan: Patriğimizi çoktan seçmiş olmalıydık
Bahsettiğiniz sağlık raporu Adli Tıp onayıyla çıkmış oldu. Raporun çıkmasını sağlayanlar Başepiskopos Ateşyan’ın ağır ithamlarına maruz kaldılar...
Aram Sırpazan’ın ağır sözler söylemeye hiç hakkı yok. Ortada bir talep var ve kendisi de bunun farkında. Üstelik devlete seçim yapılması için müracaat ettiğini de söylüyor. Geçen Eylül ayında Eçmiadzin’de Yüksek Episkoposlar Şurası vardı. Ateşyan da o toplantı için Ermenistan’a gelmişti. Orada, kendisine “Yaptığınız müracaatın ayrıntılarını neden açıklamıyorsunuz? İçeriği nedir?” diye sordum. Aldığım duyumlara göre dilekçe 1863 Nizamnamesi’ne göre hazırlanmıştı. Ancak o tüzük çoktan ortadan kalkmıştır, 1930’da bitmiştir. 1960’a kadar Azkayin Getronagan Varçutyun (Merkezî Yönetim Kurulu) vardır, o da kaldırılmıştır ve sonrasında seçimler genelgelerle yürütülmüştür. Buna karşılık, Ateşyan, “Bu sizi ilgilendirmez, bu bizim iç meselemizdir” cevabını verdi. Toplantıya Katolikos başkanlık ediyordu ve Ateşyan’a “İki şıkta yanlışsınız” dedim, “Birincisi, ben İstanbul’daki Miyapanutyun’un (ruhaniler topluluğu) bir üyesiyim, Kilise takviminde ismim yazılıdır. İkincisi, aday olduğum için beni doğrudan ilgilendirir. Ayrıca bu ‘İç meselemizdir’ denip geçiştirilemez. Patriklik, bütün kilisenin ilgi alanındadır.” Hiddetlendi, ayağa kalktı, bağırıp çağırdı; Katolikos’un da hiçbir şekilde tasvip etmeyeceği bir durum oluştu. Sakinleşmesini, soruya düzgün bir yanıt vermesini söyledim. Bu sefer de, “Patrikhane’nin resmî yazışmalarını ilan etmeyiz” dedi. Bu da çok yanlış, çünkü tüm toplumu ilgilendiren, bu tür resmî mektuplar, her zaman kamuoyuyla paylaşılmıştır. Tutarsız açıklamalar, hiddetlenmeler ve azarlamalarla bugüne kadar idare edilebildi maalesef.
Peki, cesaret göstermesini beklediğiniz kesim kim? Cesareti ortaya koymak için ne yapılmalı sizce?
Bugün 2009’a oranla çok görünür bir şekilde olmasa da toplumun hâlâ güçlü bir talebi var. Burada görev vakıf başkanlarına düşüyor. Sonuçta devlet iki mercii resmî olarak tanıyor. Bunlardan biri Patriklik makamı, diğeri ise vakıflarımız. Dolayısıyla vakıf başkanlarımız bu sorunu sorgulama hakkına sahiptir. Vakıf yöneticilerimizin bir araya gelip, bu sorunun belirli bir tarihe kadar çözülmesi için şart koşma, “Aksi takdirde bizim de kendimize göre önlemler alma hakkımız var” deme hakları var. Ancak bugüne kadar öyle güçlü bir irade ortaya koyma cesareti gösteremediler.
Sonuç olarak Patrikhane sekiz yıldır patriksiz. Bundaki en büyük sorumluluk sizce kime ait?
Bunun tek bir sebebi var, o da Aram Sırpazan’ın fırsattan faydalanarak, patriklik oyunu oynamak istemesidir. Başka hiç bir sebep yok. Tabii ki devlet kendisiyle uyum içinde çalışacak birini arar, ama burada her zaman esas olan, halkın isteğinin ne yönde olduğudur. Mesela Mesrob Mutafyan seçilirken devlet onu istemiyordu ya da en azından öyle görünüyordu. Ancak buna rağmen toplum onun seçilmesini istediği için Mutafyan seçildi. O dönemde de devletten seçimlerin farklı bir şekilde yapılması yönünde yazı gelmişti, fakat gerekli tepki gösterildi ve sonunda seçim, geleneklerimize göre yapılabildi. Devletin yasalarına ve işleyişine aykırı bir durum olmadığı sürece esas olan halkın iradesidir. Dolayısıyla, “Devlet izin vermediği için seçim yapılamıyor” cümlesi bahaneden ibarettir. Önemli olan, gerekli iradenin sergilenmesidir.