Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken her şeyin tersinden yaşandığı bir ülke varmış. Günlük hayat hiçbir şey yokmuşçasına sıradan akışında sürer gibi gözükürken, ülkenin bir yanında halk abluka altında ezim ezim gelirmiş. Ölüler gömdürülmez, sağlar yaşatılmazmış. Farklı dil ve din hep tehlike sayılır, milli birlik ve bütünlük diye diye herkes kendi kompartımanında bölünür de bölünürmüş.
Dili, dini, varlığı, tarihi, kültürü inkâr edilen halklar kuşaklar boyu hayatta kalma mücadelesi verir, taş taş üstünde kalmaz, travmalar üst üste dizilirmiş. Köyler yakılır, gökdelenli şehirler kurulurmuş. Günlerden bir gün bu ülkenin kıymetli bir oyuncusu ‘gerilla annesi rolü oynamayı da istediğini’ söyleyince kızılca kıyamet kopmuş. Konuya dair pek çok film ve kitap olduğu, dağlarda gerillalar bulunduğu ve gerilla o ülke dışında da örnekleri bulunan bir topluluk olduğu halde nedense ülke, bu gerçeği sanki ilk kez o oyuncudan duyar gibi yapmış. Onu akıl almaz iftiralarla kuşatmış, oynadığı diziden kovalamış. Çünkü bu ülke belli kadınları cadılaştırmadan yapamazmış.
Bu ülkede okullarda ahlak bilgisi dersi verilir, sonra çocuklar bütün değerlerin enayilik olarak görüldüğü bir hayata fırlatılırmış. Dürüstlük lüzumsuz, sorumluluk tekinsiz sayılırmış. O kadar çok yalan söylenirmiş ki, insan günün sonunda kendi adını unuturmuş.
Tersine ülkede en tehlikeli söz barışmış. Barış isteyen akademisyenler tutuklanır, onlara desteğe giden ve yıllardır kendi isteğiyle burada yaşamayı seçen yabancı bir akademisyen de sınır dışı edilirmiş. Bu akademisyenleri savunan avukatlar da ertesi günün sabahı operasyonlarla göz altına alınırmış. Bu ülkede kimileri için sabahlar hep sevdiklerini yoklamakla başlarmış. Hayat sonsuz bir yoklamaymış.
Tersine ülkede katiller beraat eder, kariyer yapar, masumlar cezaevinde unutulurmuş. Katliamlar zaman aşımına uğrar da, hedef gösterilenler jet hızıyla hüküm giyermiş. Yöneticilerin işaretini alan mafya liderleri kanlı tehditlerle kanaat önderi olur, düşünürler meczup yerine konurmuş.
Bu ülkede silahsız teröristler, karanlık aydınlar, sözde soykırımlar varmış. Haber veren gazeteler kapatılır, yeşil vadiler, ormanlar yakılır yıkılırmış. Televizyon dizilerine gerçek muamelesi yapılır, haberler magazin sayılırmış. Tarih kitapları yalan söyler, gizlenenleri romanlar anlatırmış.
Bu ülkede yazmaktan başka bir şey bilmeyen bir kadın her şeyi ters yüz ederek habire hakikatini ararmış. Hakikat; Kaf Dağı’nın ardında, yaklaştıkça uzaklaşan bir rüyaymış. Kadın bazen dalıp da güldüğünde eliyle ağzını kapatır, bu kadar gülmenin bedelinin neyle ödeyeceğini düşünürmüş. Geceleri uyumaz ya da kabus görür, kabusunda da bütün korkularını karşısında bulduğundan, gündüzü de kabusunun devamı sanırmış. Yolları o yürüdükçe uzar, hayatı o çantasını topladıkça dağılır, içmeden sarhoş, sigarayla nefes alarak dünyaya bakarmış.
Tersine ülkede cinayetleri, faili meçhulleri, katliamları anan protestoculara polis saldırır, birkaç on yılda bir darbe yapan ordu ‘demokrasinin bekçisi’ sayılırmış. Muktedirler mağdura yatar, mağdurların sesi boğulurmuş. Cennet anaların ayağının altındaymış da, evladı öldürülen bazı anaları yuhalatmak, mubahmış. Kadınlara bayan denir, bayan olmak istemeyen kadınlar sokak ortasında bıçaklanırmış. Öyle erkekmiş ki toplum, eşcinseller ve transseksüeller yok sayılırmış.
Bütün bu tersine düzende sevgi en büyük politik eylemmiş. Sevince bağ kurulur, insanları ayırarak hükmedenlerin korkudan dizlerinin bağı çözülürmüş. Kadın eline bir şiir kitabı alır, okudukça bildiği her şeyi unuturmuş.
Sevgidir kendimi bildiğim, onunla başladım
Elyazın mı, adresin mi, resimlerin mi
Sen mi ömrün mü
Çıkardım onları şimdi sakladığım yerden
Kıyameti göğü kışı akşam sözlerini
Sevgiyi yaktım*
Kadın sevgiyi yaktıkça üşür, kimi ölenleri özler, kimi sağları içinde öldürürmüş. Çocuklarla büyür, yıkılan dünyayı her seferinde bir masalda sil baştan kalbine denk düşürürmüş.
Varmak yokmuş. Hayat bitmez bir yolmuş. O erememiş muradına. Çokları çıkmış kerevetine. Gökten üç elma düşmüş. Üçü de kadının kafasına, kafasına, kafasına vurmuş…
*şiir: Gülten Akın