LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Baharı bekleyenlere

“ben kışın güzelliğini söylerim ne gelirse dilime 
çünkü kış bir hazırlıktır soluğuma kıpkırmızı gülüme”

Turgut Uyar

“I Love Paris, in the springtime” (Paris’i baharda severim) diye başlayan, meşhur bir şarkı vardır. Hem Ella Fitzgerald, hem Frank Sinatra müthiş seslendirir. Önce Paris’i tüm mevsimlerde sevdiğini söyler şarkı, sonra da ekler: “Paris’i severim, çünkü aşkım oradadır.” “Her zaman güzeldir” demenin biraz zahmetli bir yolu – bir şehri sevmek için güzel bir sebep… Bazı şeyler şehirleri de, mevsimleri de güzelleştirir. Bana sorsanız İstanbul’un en güzel mevsimi nedir diye, kolay cevap veremem. Bahar aylarında muhteşem bir güzelliğe ulaştığı kesin. Bir sabah bir uyanırsınız ki, geçerken her defasında küfrettiğiniz köprü, Boğaz sırtlarındaki mosmor erguvanları görmenizi sağlar ve o trafiğe neden katladığınızı o an anlarsın. Ama sıcak mı soğuk mu belli olmayan o güvenilmez havası insanı yatak döşek yatırabilir baharın ortasında. Ya da kar yağdığında, Nuri Bilge Ceylanvari manzaralar kaplasa da dört yanı, o sırada şehrin trafiğinde kalmış birilerine soğuktan donmasınlar diye, Belediye battaniye ve kumanya dağıtmak zorunda kalabilir. Serin bir yaz gecesi Kalpazankaya’da rakı içerken aldığın keyif, ertesi gün, sanki bir yerlerden biri fön tutuyormuş şüphesi uyandıran sıcak yüzünden buharlaşıverebilir.

O nedenle, bir obur olarak bana iklimleri de şehirleri de sevdiren, tamamen gırtlak mevzuları. Böyle olunca, en ‘kıymetlimisss’ mevsim, uzak ara ilkbahar tabii ki. Turgut Uyar’ın ‘Baharı Bekleyene’ adlı şiirindeki gibi, benim için bütün mevsimler baharı beklemektir.

Bir defa, doğa ana uyanıyor. Yeşillikler ortaya çıkmaya başlıyor. Diğer mevsimlerde kötü kopyalarına alıştığınız kuşkonmaz gibi bir cennet meyvesi kendini gösteriyor. Güzel bir hollandaise sosla servis edilen bir kuşkonmaz, sofrada 10 kaplan gücündedir bence. Hele bir de yanına güzel bir Riesling şarabı denk gelmişse, sormayın gitsin.

Tabii, baharın başka konukları da var. Şubat-mart gibi kendini gösteren süt kuzuları varken başka et yememek lazım; bu aylarda böyle bir yemeğin lezzetsiz olma imkânı yok. Bu mevsimde, kendini çok kısa süreliğine gösteren kuzu sarma kokoreci de unutmamak lazım. Bence bu bahar yapılacaklar listenize bunu da ekleyin. “Öyle bir listem yok” diyorsanız, aman, hemen edinin. Kısacık bahar aylarını kaçırırsanız bir yıl beklemeniz gerekecek.

Baharın biz oburlara sunduğu başka bir ganimet ise oğlak. Yolunuz Trakya taraflarına düşerse İstanbul’a iki saat mesafede bulunan, Lüleburgaz’a bağlı Büyükkarıştıran kasabasındaki Çamlık Restoran’a gitmenizi tavsiye ederim. Güzel bir piknik alanında temiz ama iptidai şartlarda gerçekten iyi pişirilmiş oğlak bulabiliyorsunuz; üstelik yörenin iyi şarapları da servis ediliyor. İki saat yola değer mi demeyin; o meşhur sözü “Yemek Çin’de de olsa gidip alınız” diye anladığımdan, bence değer.

Tabii bir de, Paskalya’nın resmî yiyeceği olan kalkan var. Gerçi, artık kalkan yiyebilmek için para biriktirmek gerekiyor ama yine de iyi bir kalkanı hiçbir balığa değişmem (belki lüfere değişebilirim, o anki ruh açlığıma bağlı). İstanbul’dakilerden biraz daha ucuz, çok iyi kalkan yapan bir yer var: Karaburun’daki Hanımeli Restoran. Tandırda pişirdikleri kalkan denemeye değer.

Sabırsızlıkla beklediğimiz baharın iyi geçmesi dileklerimle; baharı bekleyen herkese iyi baharlar...