Dünya kadar haince şey oldu bu hafta. Sırayla ele alıp teşhir edeyim de tarihe geçsin. Evvela, bu AYM denen mahkeme Can Dündarlar denen canilere 26 Şubat’ta tahliye verdi. Yani casusluk artık serbesttir dedi!
Hay ellerim kırılaydı da 2010’daki “Yetmez Ama Evet” referandumuyla bu AYM’ye bireysel başvuru yetkisi vermez olaydım! Vermeseydim, yıllar sonra, çıkmaz ayın son çarşambasında dava bitince başvururlardı AİHM’ye, artık orası da kaç yılda ele alırsa alırdı, onlarca yıl sürüm sürüm sürünürlerdi inşallah.
Şimdi sadece 92 gün sürünmüş oldular! MİT tırlarını teşhir edip bizi perişan etmek alçaklığının fiyatı bu kadar ucuz olmamalıydı yav! Önce “İnsani malzeme” dedik. Sonra “Türkmenlere gidiyordu” dedik. Ne diyeceğimizi bilemedik. Üstüne, şimdi başbakan yardımcısı yaptığımız Tuğrul o zaman MHP’liydi, çıktı, “Vallahi de billahi de o tırlar o silahlar Türkmenlere git-mi-yor-du! Bilerek söylüyorum!" dedi; boğacaktım yav!
***
Bu asla bir tesadüf değildir. Alacakları olsun, bu Abdullah’ın seçtiği Paralelci hakimler hesapladı ve yaptı bunu bana. Oysa hem mübarek Cuma günüydü, hem de benim doğum günümdü. Burnumdan getirmek istediler. Dünya alem benim doğum günümü bilmez mi! Hatta o gün, Etimesgut İlçe Milli Eğitim Müdürlüğümüzün yaptığı organizasyonla, engelli-engelsiz 2023 okul çocuğunun Külliye’ye yürüyüş yapıp beni kutlamalarını bekliyordum hacı bekler gibi. Neticede böyle bir ihanetle karşılaştık…
Belliydi zaten, bu Numan’ın “Keşke tutuksuz yargılansalardı” deyişinden. Hep birlikte ayarlamışlar. Şimdi bu alçak Can Dündar bunun belgeselini yapar da para bile kazanır. Derhal başka bir suçtan girmeli bu cani.
Şimdi şımardı ya, alaya başladı. Ne diyor, “Tavsiye ederim, konu komşu hep okumuş-yazmış insanlar, hiç hırsız yok. Hırsızlar giremiyor biliyorsunuz” diyor alçak. Ne demek hiç hırsız yok? Ne demek istiyor bu? Kimi kastediyor bu? Derhal hakaret davası açılsın! Bu kadar da açık hakaret olmaz ki! Hangi devirdeyiz!
Doğum günümde artık başka şeylerle teselli bulduk. Kısıklı’daki evimin önüne gençlerimiz geldi, tekbir getirerek “Hepi böört-deeey Reee-is!” diye tezahürat yaptılar. Sonra da, “Cuma namazı, beyler!” diyerek dağıldılar.
Oysa başka cumhurbaşkanlarına ne güzel sürprizler yapılıyor her yerde. Mesela, Zimbabve başkanı Mugabe’nin bir hafta süren kutlamasına 50.000 kişi katılmış. Yüzlerce kurban kesilmiş. Zimbabve Harabeleri biçimindeki pasta tam 92 kg imiş. En olmazında, bana da Eyüp Sultan külliyesi biçiminde bir pasta hazırlayabilirlerdi. Ama bu AYM şoku…
***
İki günde kendimi toparladım. 28 Pazar günü Afrika’ya giderken konuştum: “Ben Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım, o kadar. Ama onu kabul etmek durumunda değilim. Verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum.” Devam ettim: “Aslında onlarla ilgili kararı veren mahkeme direnebilirdi.”
Arkasından, şöyle bitirerek yandaşlarımıza örtülü bir mesaj gönderdim: “Evet, şimdi tabii yola çıkıyorum, bundan sonra herhalde biraz daha ortalık çalkalanabilir yani.”
Neler demediler hainler. “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” diyen Anayasa Md. 153/6’yı okumaktan tut, “Karara uymuyorum da ne demek? Eline pankart alıp sokağa mı çıkacaksın?’a varana kadar. Kudurdular resmen.
Tanal diye bir CHP milletvekili, “Türkiye Cumhuriyeti anayasasını yok sayma, Anayasa Mahkemesi kararına uymama ve mahkemeyi aşağılama, halen görülmekte olan davayı etkileyici açıklamalarda bulunma, Cumhurbaşkanlığı yeminin gereğini yerine getirmeme”den suç duyurusunda bulundu. Bana ha? Güleyim de boşuna gitmesin!
Beni en çok sinirlendiren, şu eski sözlerimi hatırlatmalarıydı: “Hukuk sistemine biz inanmazsak, biz güvenmezsek, başkalarının inanmasını, güvenmesini bekleyemeyiz”. Güya 16 Şubat 2009 tarihinde söylemişim. Oğluuum,o günler çoktan bardak oldu inşallah!
***
Alçakların nasıl kudurduklarına daha fazla değinmeyeceğim çünkü esas yazmam gereken, bunları niye söylediğim. Bunlar anlamıyorlar, bari ileride tarih yazsın.
Bir kere, “mahkeme direnebilirdi” diyerek hakimlere talimat yolladım.
İkincisi, zavallılar farkında değiller, bunu ben her yurt dışına gidişte yapıyorum; arkamdan melanet kurmasınlar, bununla eşinip vakit geçirsinler diye önlerine bi mevzu atıp öyle gidiyorum. Ahmet Hakan uyanığı farkına varmış bunun.
Üçüncüsü, ki esas bu: Yarın öbür gün Allah (c.c.) korusun devran döner de hainler yine darbe teşebbüsünde bulunurlarsa diye tedbir alıyorum. Ne gibi; Gezi’deki gibi, 17-25 Aralık’taki gibi, MİT tırları’ndaki gibi. Maazallah iktidarı ele geçirirler de, anayasayı ihlal’i “vatana ihanet” olarak yorumlarlar diye.
Ben ne diyorum yav! Allaaah (c.c.) ağzımdan alsın, Allaaah (c.c.) esirgesin Rabbim!
Ama temkinli olmak lazım. Bunları söyledikten sonra artık 'Ben zaten Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını tanımadığımı açıklamıştım' diyebilirim. Bunu bi tek Cindoruk anlamış. Eski kulağı kesiklerden olduğu için.
Allaaah (c.c.) o günleri göstermesin zaten, bi saniye durmam, fırlar giderim, hiçbir yere gidemesem Sudan’daki Ömer El-Beşir kardeşimin yanına giderim…
***
İmkansız da olsa niye bu ihtimalden bahsediyorum, çünkü parti içindeki mızıldanmalar biraz fazla artmış vaziyette. Bir kere, Sadrazam Ahmet! Sadrazam diyorum, çünkü kellesi Sultan’ın iki dudağı arasındadır. Bu Ahmet ben ne desem tersini diyor. Akım derken, eeee, karam diyor.
Ben diyorum ki Suriye’ye kara harekatı yapılmalıdır, bu diyor tek başımıza giremeyiz, Arap ülkelerine güvenemeyiz. Bi de diyor, “Cumhurbaşkanımız efsane liderimizdir, şimdiki liderinizim”. Höst!
Ben diyorum MİT tırlarını sadece Türkmenlere yolladık, bu diyor “Rejim ülkeyi kontrol edemiyorsa bizim sayemizdedir”. MİT tırlarının Müslüman kardeşlerimize gittiğinin itirafı bu be! Sen kime çalışıyorsun Sadrazam; bunlar açıkça söylenir mi ortaya?
Ben diyorum “El Nusra da DAEŞ’e karşı savaşıyor. Ona niye kötü diyorsunuz?”, bu diyor “YPG bizim için El Nusra gibi terör örgütüdür”.
Ben diyorum Artvinciler yavru Gezicilerdir, bu diyor “Yargı kararı çıkana kadar olayı durdurdum”. Bunun üzerine ben mecbur kalıyorum, orman şefliğine emir vererek Cengiz Holding’e çaktırmadan yer tahsisi yaptırmaya! Bu arada söyleyeyim, Cengiz’in şirketine verilen olumlu ÇED raporunu iptal hainliğini yapan idari hakimleri de leblebi gibi dağıttık. Mahkeme başkanını düz hakim olarak Samsun’a, üyesini de Konya’ya tayin ettirdik.
En vahimi, bu Sadrazam anlamıyor ki, bunları yaparak gerginliği gevşetiyor! Bizi başkanlık rejimi için ihtiyacımız bunun tam tersi be adam! Gerginlik olacak ki insanlar bana sığınsınlar!
Ayrıca, bu Sadrazam Ahmet bakalım ne zaman anlayacak haddini bilmeyi. Geçenlerde çıktı, son Ankara patlamasından sonra “… bu terör olduğunda TBMM’ye çalışma emri verdim” dedi. Yav, sen kim oluyorsun da “parlamentoya emir” veriyorsun? Şimdiye kadar öğrenmediysen artık kafana sok: Sen başta olmak üzere, her şahsa ve her müesseseye bu memlekette sadece ben emir veririm!
***
İkincisi, balık baştan kokarmış, Sadrazam böyle olunca nazırlar ve hatta gazeteciler ihanete başlıyor. Şamil Tayyar hiç utanmadan, “Sembolik cumhurbaşkanı modeline geçmemiz lazım” diyor. Bu sefer de Yeni Şafak yazarı Ergün Yıldırım muhalefet ediyor! Hepsini beşiğinde boğmak lazımdır. Çünkü bi başladı mı gider…
***
Şimdi gelelim, koleje gittim İngilizce biliyorum diye kendini bişey sanan şu alçaklara. O alçak, lümpen, zalim, terör örgütünün maşası, tiksindirici, kapkaranlık aydın müsveddelerine. Ne yaptıksa teker teker almışlar, yere çalmışlar.
Bunlar hep aynı olağan şüpheli takım. 18 Şubat’ta Savaşa Hayır bildirisini yayınlayanlar. Benim 19 Şubat Cuma namazı çıkışında “Birkaç kitabı olan veyahut da herhangi bir yerden profesörlük unvanı alanlar, öğrencilerin eline silah verdiler, üniversitelerimizi kan gölüne dönüştürdüler, şimdi kuduruyorlar” diye yerine dibine soktuğum herifler.
Ondan sonra bana 20 Şubat cumartesi günü, yine utanmadan, “Kuduruyorlar cinsinden hazin ifadeler değil bir cumhurbaşkanının ağzına, hiç kimsenin ağzına yakışmayacak ayıplardır” diye cevap vermeye cür’et ettiler. Benim için “Hem öfke kontrolü yok, hem de ortalığı germeye çalışıyor” deyip insanları aleyhime tahrik etmeye çalıştılar.
Can Dündar denilen cani 26 Şubat Cuma tahliye edilmiş, ben kendime gelip 29 Şubat Pazar günü kabul etmiyorum diye suratlarına vurmuşum, işte bu güruh kalkıp 29 Şubat Pazartesi günü, tam ben Afrika’dayım, bakın nasıl bir başlıkla bildiri yayınlıyor: “Erdoğan Rejimi Türkiye’yi Felakete Götürüyor”. Dur seen, bedelini ağır ödeyeceksin, öyle bırakmam sizi! Bak neler söylüyor:
***
“Muhalif gazeteci yaşatmıyor. Muhalif ekranları karartıyor” diyor. Yaşatmayacağım! Karartacağım! Bütün paralelleri, bütün teröristleri, bütün hainleri, hepsini! Her bi yazılarına dava açılacak. Telefonları dinlenecek. Terör propagandası ve casusluktan içeri atılacaklar! Sulh Cezalara tutuklatılıp en az 3 ay yatırılacaklar!
Ayrıca ben yakalamıyorum, savcımız ve polisimiz yakalıyor. Ben karartmıyorum, Digitürk ve Türksat karartıyor. Açık açık da ilan ettiler, “ticari gerekçelerle” çıkardık, diye. Çıkaramazlar mı? Siz komünist misiniz şirket kararlarına müdahale edecek?
Ayrıca, savcılık da yazmış, çıkartın bunları dağıtımdan diye. Siz Cumhuriyet Savcısı’na karşı mı çıkıyorsunuz? Üstelik kanun hükmü varken!
Evet efendim, kanun hükmü! Hani, vatan hainlerinin “yazboz kanunları” diye karaladıkları kanunlarımız. 2014’te çıkardığımız bir torba yasayla, soruşturma aşamasında yargı görevlilerine emir ve talimat vermeyi Ceza Muhakemeleri Kanunu Md. 277’yle mümkün kıldık. Eskiden buna 2 ila 4 yıl ceza veriliyordu; artık serbest. Savcılara yol gösteriveriyoruz artık.
Ayrıca, neymiş efendim, biz bu torbayı bir gecede çıkartmışız! TBMM’nin geceleri çalışması anayasaya aykırı mıdır? Kendilerini komik duruma düşürmesinler!
Bir de, medyanın özgürlüğü hangi ülkede sınırsızdır ki? Yargı tarafından sınırlanamaz mı? Herkes yargı kararlarına saygı göstermekle mükellef değil midir?
***
Peki, madem Digitürk ve Türksat’tan atılmışlardı da, biz niye bu terörist Paralellerin medya şirketlerine TOMA takviyeli kayyum gönderip yayını bizzat kestirdik?
Çünkü bu alçaklar kanuna karşı hile yoluyla bozguncu yayına devam ediyorlardı. Digitürk’ten çıkartıyorsun, gidiyor yabancı bir dağıtıcıdan hizmet alıyor. Mesela Samanyolu ile İMC’nin durumu böyle şimdi; Hatbörd diye bir yabancı uyduya sığındılar; bunların yurt dışından beslendiklerini bin defa söylemiştik. Ayrıca, İpek Koza Holding denen terörist Paralelin tüm şirketlerini kayyuma devretmiştik ya, medya grubu bozgunculuğa devam ediyordu, onu da kayyuma kapattırdık inşallah.
***
Yeri gelmişken, bazı hainlerin iddialarını da suratlarına vuruvereyim: Neymiş efendim, radyo-TV yayınlarında denetleme ve işlem yapma yetkisi RTÜK’ünmüş, niye o yapmamış! Bunlar fazla uyanık, bu hainler. RTÜK’te bütün partiler temsil ediliyor da ondan! Oradan karar mı çıkar? Çıksa bile ortalığı birbirine katarlar. Oysa bizim kaybedecek vaktimiz yok memleketi bu alçaklardan temizlerken!
Vatana millete zarar veren hepsini karartıyoruz, karartacağız. Daha geçen yıl sonu 13 tane TV ve radyo kararttık. Ben değil, HSYK’ya kurdurttuğumuz Sulh Ceza hakimliklerimiz yaptı. Hadi, elinden geliyorsa engel ol bakayım! Seni de tutuklayıversin en az 92 günlüğüne Sulh Cezalarımız!
***
“Şirket ve bankaları iflasa sürüklüyor” diyor. Sürüklüyorum be, var mı! Bu alçaklar FETÖ’yü besliyordu! Teröristi öldürmeyelim de besleyelim mi? Mesela şimdi Bank Asya haraç mezat satılacak, satılamazsa düpedüz tasfiye edilecek inşallah! Neymiş efendim, bu banka el konduğu yıl 181 milyon kâr etmişmiş, el konduktan sonra kasten zarar ettirilmiş!
Bi kere, kâr etmesi falan tamamen bilanço numarası. Ayrıca, bunları iflasa sürükleyen ben değilim, sinirimden öyle söyledim. Biz daha iktidara gelmeden taa 1983’te kurulmuş olan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’muz TMSF yapıyor bu el koyma işini. El konunca da, sinirlerinden kendilerini iflasa sürüklüyorlar.
Evet, bu TMSF, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’muz BDDK’ya bağlıdır; ne olmuş bağlıysa? 1999’da kurulmuş BDDK’yı da Ağustos 2011’de ben özerkliğini kaldırıp Başbakanlığa bağladıysam n’olmuş? Biz milli iradeyle iktidara gelmiş hükümet değil miyiz? Bir devlet kurumunu bir diğerine bağlama yetkimiz yok mu? Hadi gel de engel ol bakayım milli iradeye; milletimiz tükürükle boğsun seni!
***
“Kürt meselesini çözmek için şehirleri tank ateşine tutmak, askerleri görünmez boyayla boyamak gibi inanılmaz yöntemler icat ediyor” diyor. Evet, ediyoruz. Bu işi kökünden sökeceğiz. Operasyonlarda işkence ve kötü muamele iftirasına uğrayan er ve subaylarımız hakkında başbakan ve milli savunma bakanının izni olmadan soruşturma bile açılamayacak!
***
Sinirlerim yine boşandı. Yazsam, yazacak şey çok. Mesela bir savcı efendi Cengiz Çandar denilen haini dinletiyor, sonra kendisine yazıyor: “Sizi PKK/KCK terör örgütüne üye misiniz diye dinlettik, yeterli delil elde edemedik, dinlemeye son veriyoruz, iletişim kayıtları imha edilmiştir. CMK 137/4 maddesi gereğince bildirim yapıyoruz.” diyor.
Allah (c.c.) seni tependen vurmasın inşallah savcı efendi! Seni dinledik de bişey bulamadık diye niçin herifin eline koz veriyorsun? Bilmemne kanunu icabı veriyormuş! Biz bütün bunları daha önceden tahmin edip demedik mi bizzat kaymakamlara, “Mevzuat şöyledir, böyledir. Yeri geldiği zaman koyun mevzuatı bir tarafa, zihinsel inkılabınızı devreye sokun; ‘Ben bunu bu şekilde yaparım’ deyin ve yapın” diye? Boşuna mı çene yorduk? Herkese ayrı ayrı mı söyliycez?
***
Artık güzel şeyler yazayım, ama önce şu Gana hikayesini not edeyim. Afrika gezimin ikinci ayağında Gana’ya vardık. Askerî törenle karşılandım. Ama buradaki alçak Paraleller bir kumpas hazırlamışlar. Önce beni upuzuuun bir kırmızı halı üstünde sünnet çocuğu gibi tay tay yüzlerce metre yürüttüler. Niye tay tay, çünkü önümdeki kılıçlı herif sümüklüböcek hızında yürüyor, ben de arkasından mecburen öyle.
Neyse. O şekilde merasim kıtasının önüne kadar yürüdük. Güya teftiş ettik. Bunların “Merhaba Asker”i yok ki söyleyeyim. Sonra aynı mesafeyi geri döndürttüler, yani bi daha yürüttüler yüzlerce metre daha. Bu arada ben tek başımayım, devlet başkanı falan görünürde yok, o kılıçlı zenci önümde, tay tay… Bu arada iki kere podyuma da çıkardılar, iki kere indirdiler. Hiçbir şey anlamadım. Demek âdetleri böyle.
Sonunda yüzlerce metre ileride, ufukta, niye orada bekliyor hiç anlamadım, devlet başkanı beyefendi gözüktü. Önüne ulaştık ve tokalaştık… Sonradan öğreniyorum, Abdullah buraya geldiğinde devlet başkanı havaalanında karşılamış ve birlikte yürümüş başından sonuna o bitmez yolları.
Oradan yorgun argın bi yere gittik. Bir de ne göreyim, okul çocukları başlamadılar mı horon tepmeye! Bizin oraların horonu! Demek buralara kadar etkilemiş! Nasıl heyecanlandım anlatamam!
Ama bir anda ayıktım! Bu zenciler nasıl bilmiş olabilirler horonu? Bu alçak FETÖ’cü Paraleller burada okul açıp öğretmiş olmasınlar? Mecburen alkışladık bi de! Ama bunun da bedelini ağır ödeyecekler, öyle bırakmam onları!
Bu zenci başkan da Ankara’ya gelmeye görsün. Alimallah Esenboğa’dan Külliye’ye yürütmezsem! Mehter yürüyüşüyle.
Neyse. Herhalde özür dilemek için başkentlerinin altın anahtarını verdiler; inşallah altın suyuna batmışı değildir çünkü çok üç kâatçıdır bu zenciler. Yalnız, bak burası çok önemli, bana “agrabe yapu” unvanı tevcih ettiler. Biliyorsunuz, "güç, cesaret ve bilgelik" anlamına geliyor…
***
Yazacak şey çok. Ama gücüm tükeniyor böyle şeyler yazdıkça. Güzel bişeyle bitireyim.
Bizim Emine Hanım Ensar toplantısında konuştu. “Türkiye'nin 90 yıllık enkazını kaldırdık. Şimdi bunun altından çıkan sorunlarla yüzleşiyoruz. Ben bu ülkede Kürt, Ermeni, Laz, Çerkes meselesi olduğunu düşünmüyorum" dedi.
Ağzına bin sağlık senin, Emine Hanım! Allah (c.c.) senden razı olsun! Bana emr-i hak vaki olunca benim yerime kim geçecek? Sen geçeceksin Emine!
Madam Peron gibi, Emine…