‘Bu suça ortak olmayacağız’ bildirisine imza atan ve savcılık tarafından ifadeye çağrılan, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Utku Sayın, “sürecin tek bir noktadan ve ciddi bir emir üzerinden yürütüldüğü ortada. Fiili baskılarla karşılaşma riskimiz var ve bu soruşturma, baskıların ilk basamağı olarak ortaya çıkmış olabilir” diyor.
‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildiriyi imzaladıkları için hedef gösterilmeye ve soruşturmaya uğrayan akademisyenler arasında yer alan, Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) Eğitim Fakültesi’nden Yrd. Doç. Utku Sayın’la akademisyenlerin yaşadıklarını konuştuk.
89 Üniversiteden 1128 Akademisyen ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ dediği için haklarında soruşturmalar başlatıldı. Siz de bu isimlere destek veren akademisyenlerden birisiniz. Öncelikle, neden imzaladınız? Attığınız imzanın anlamı neydi?
Ben, imzaladığım tarih itibariyle ilk grup içerisinde değildim, ki bildiriden de haberdar değildim. Ancak, Türkiye’deki idari yetkililerin, akabinde illegal bir suç örgütü liderinin akademisyenleri çok ciddi bir şekilde tehdit etmesi üzerine, hem akademik özgürlüğe hem de ülkenin barış ihtiyacına destek olma adına bildiriye imza attım. Dolayısıyla, imza atmamdaki en temel sebeplerden bir tanesi, destek amaçlıydı.
Akademisyenlere yapılan eleştirilerden biri de ‘neden örgüte çağrı yapmadınız?’ oldu. Ne demek istersiniz?
Bunu her platformda açıklamaya çalıştık. Biz, örgüte çağrı yapamayız. Çünkü bizim örgüt ile hukuksal bir bağımız yok. Bizim, bu ülkede ‘hukuksal’ bağımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’yledir, devletin temsilcileriyledir. Dolayısıyla, biz, çağrımızı ancak ve ancak devlete yapmak durumundayız. Kaldı ki, eğer bizler bu bildiri içerisinde örgüte de çağrıda bulunmuş olsaydık, bu defa ‘örgüt ile devleti bir tuttuğumuz’ yönünde bir suçlamayla karşı karşıya kalacaktık. Bu ülkede ‘barış’ istemek her yönüyle ‘suç’ gerektiren bir durum haline getirildi. Biz bunu zaten görüyoruz ve biliyoruz. Bu sebeple kendimizi ‘Barış’ çağrısında bulunma zorunluluğu içinde hissettik. Umarım halkımız da zaman içerisinde bunun gerekliliğini ve ihtiyacını çok geç olmadan, daha fazla canlar yanmadan görebilecektir diye düşünüyorum.
‘Belli ki tek merkezden yürütülen bir süreç var’
Önceki gün Savcılığa çağrıldınız ve ifadeniz alındı. Neler yaşandı?
İşin açıkçası, olumsuz bir şeyle karşılaşmadım. Oldukça olumlu bir görüşme oldu. Sadece, nedensellik içerisinde ve toplumun genel yargısındaki o ‘neden örgüte çağrı yapılmıyor’ ya da ‘neden devlet suçlanıyor’ gibi bir algı üzerinden yaklaşım sergileniyor, ki her yerde de ben bunun böyle olduğu inancındayım. Ama belli ki, tek merkezden yürütülen bir süreç var. Zira, idari bakımdan, 89 üniversitede, takip ettiğimiz kadarıyla, arkadaşlarımıza hiçbir şekilde sorgulama yapılamayacak maddeler üzerinden sorgulama yapıldı. Bizi kapsamayan yasalar üzerinden sorular soruldu ya da bunlar üzerinden sorumlu tutulmaya çalışıldı. Hatta bazı şehirlerdeki savcılık soruşturmalarında, çok radikal ve çok doğrudan, ‘PKK’yi terör örgütü olarak kabul ediyor musun’ gibi sorularla karşılaşıldığını da biliyoruz. Ancak biz burada öyle bir süreçle karşılaşmadık. Buna rağmen, bize yöneltilen ‘suçlama’, herhangi bir gerekçe göstermeden, sadece bildiriden birkaç cımbızlanmış sözcük üzerinden ‘örgüt propagandası’ yapma yönünde oldu.
Sizce bu yaşananlar neyin işareti?
Yaşananlar, Türkiye’de akademik özgürlüğün ya da düşünce hak ve özgürlüklerinin çok da olumlu yönde gitmediğinin bir işaretidir diye düşünüyorum.
Bildiride imzası olan bir akademisyen olarak, MKÜ içinden size yönelik bir baskı, tepki ya da destek oldu mu?
Şu an itibariyle herhangi bir şeyle karşılaşmadım. Yakın çevremden destek oldu ama, ne öğrencilerden ne üniversite içerisindeki farklı politik yapılardan ne de idari anlamda kendi Fakültem ya da Rektörlükten doğrudan olumsuz bir şeyle karşılaşmadım. Ama tabi bu, karşılaşmayacağımız anlamına da gelmiyor. Çünkü dediğimiz gibi, sürecin tek bir noktadan ve ciddi bir emir üzerinden yürütüldüğü ortada. Dolayısıyla, süreç içerisinde fiili baskılarla karşılaşma riskimiz var ya da bu soruşturma, baskıların bir ilk basamağı olarak ortaya çıkmış da olabilir. O nedenle bu sürecin nereye varacağını, bizleri nereye götüreceğini hep beraber göreceğiz.
‘Keşke imza atmasaydım’ dediğiniz oldu mu hiç?
Hayatımda attığım iki imzaya çok sevindim. Birisi budur, diğeri nikahta attığım imzadır. Dolayısıyla hiçbir zaman ‘keşke atmasaydım’ demedim. Sonuç itibariyle evli bir insanım. İki çocuğum var. Herkesin yaşamış olduğu gelecek kaygılarını şüphesiz biz akademisyenler de zaman zaman yaşıyoruz. Ama bizim işimiz bu kaygıları yaşamak değil, bu kaygılardan pozitif bir ilim ortaya çıkarmaya çalışmaktır, doğruyu ortaya çıkarmaya çalışmaktır. Bu çerçevede, tehditlere boyun eğmemek ve tehdide uğrayan arkadaşlarımızı desteklemek amaçlı ortaya çıkan imzada hep şunu düşündüm… Benim işim, yaşayacaklarım ya da çocuklarımın geleceği, Cizre’de henüz 3 aylıkken öldürülen bebekten daha kıymetli değildi. Ben hep bunu düşündüm, hala da bu noktadayım. Biri bana bunu sorduğunda aklıma gelen tek şey, o 3 aylık bebeğin görüntüsü, ötesi değil…