‘Spotlight’, hiçbir duyguyu ajite etmeden, mağduriyetten nemalanamadan ilerliyor ve olduğu gibi araştırma sürecine, araştıran gazetecilere, onların gerçeğe ulaşma çabalarına odaklanıyor.
Kilisenin dokunulmazlığı, özellikle Katolik kilisesinin skandallarının örtbas edilmesi durumu, Batı’nın çoğu zaman bildiği ama görmezden geldiği bir süreç. Tom McCarthy’nin yönettiği ‘Spotlight’, 2000’lerin başında Boston’da yerel bir gazetenin uzun süre gün ışığına çıkmamış bir dosyayı yeniden aralamasıyla birlikte, rahiplerin küçük çocuklara yönelik taciz skandalını ortaya çıkardığı sürece odaklanıyor.
Boston’dayız, yerel bir gazeteye yeni gelen editör Marty (Liev Schriber), bundan birkaç yıl önce biraz konuşulup kapanmış olan rahiplerin çocuklara yönelik taciz dosyasını yeniden açmak için kolları sıvar. Yerel bir gazeteyi ayakta tutacak en önemi unsur şüphesiz özel bir haber yapıp öne çıkmak. Gazeteciler pek de sorgulamadan işe koyulurlar, konuyu kazdıkça altından halı altına silkelenmiş toz yumakları çıkmaya başlar.
Mike (Mike Ruffalo) başta olmak üzere Walter (Michael Keaton) ve Sasha (Rachel McAdams) kendilerince bölümlere ayrılıp işin peşine düşerler. Mike için en önemli kaynaklardan biri avukat Garabedian’dır. Daha önce bu davaya bakmış olan Garabedian’ın elindeki bilgilere, oradan da müvekillere ulaşmak, dosya için hayati bir önem taşır. Garabedian, filmin bir yerinde yeni gelen editör Marty’nin Yahudi olmasının altını çizer, kendisinin de Boston’da yaşayan bir Ermeni olduğunu hatırlatır: “Boston’da yaşayan kaç Ermeni tanıyorsun?” diye sorar Mike’a. Bu tür davaların ancak dışarıdan bir gözle bakıldığında şeffaflaşıp aydınlanabileceğini de ekler. Garabedian’ın filmde altını çizdiği üzere Marty’nin Yahudi olmasının dosyanın açılmasında etkisi olduğunu anlarız. Film içerisinde gazeteye daha önce Boston’da çok sayıda tacizci rahip olduğuna dair birkaç kez haber gönderildiğini, ama haberin gazetede kısacık bir değinmeden daha fazla yer kaplayamadığını anlamamız da uzun sürmez.
11 Eylül’ü de teğet geçen hikâyede gündem değişmiyor. Ne 11 Eylül ne de araya girebilecek ve bütünü bozacak başka bir unsur söz konusu. Yönetmen Tom McCarthy’nin, dikkati dağıtmamak adına bir aşk hikâyesine bile yer açmadığı filminde, tutarlı bir tavrı olduğu aşikâr.
‘Spotlight’ ağırlığını ne taciz edilen mağdurlara, ne de taciz eden rahiplere veriyor. Hiçbir duyguyu ajite etmeden, mağduriyetten nemalanamadan ilerliyor ve olduğu gibi araştırma sürecine, araştıran gazetecilere, onların gerçeğe ulaşma çabalarına odaklanıyor.
Mike Ruffalo ve Michael Ketaon özellikle performanslarıyla öne çıkıyor. Kendisi de bir oyuncu olan Tom Mcarthy’nin ilk uzun metraj denemesi değil belki, ama yönettiği filmler içerisinde en öne çıkan ve en güçlü olanı ‘Spotlight’. Bu yılki Oscar adaylarından biri olan ‘Spotlight, gücünü üstü kapalı olanı açmasından ve cesur tavrından alıyor.