Daha önceki notlarımda “Kendi içimizden korkuyorum” demiştim ya, partimizi sabote etmeye yeltenen sefiller başkaldırmaya başladılar. Önce, bu Bülent Arınç denen zat Dolmabahçe’den benim haberim olduğunu söyledi.
Hain çok fena bi yerimden vurdu. Şimdi, haberim vardı desem, bıyık. Haberim yoktu desem ise sakal, çünkü bu memlekette benim haberim olmadan kuş uçabildiğini söylemiş olacağım ve karizmam bi çizildi mi çorap söküğü gibi gider! “Çınarın altında daha neler var…” falan diyerek tehdit bile etti hain.
Bi de, bana çok koydu, benim “O zat, dürüst hareket etmiyor" deyişim üzerine o tivitır dedikleri pislikten tam saat 17:25'te cevap yolladı!
Korkarım bunlar sadece o zatın şahsi çıkışı olmayabilir. Çünkü Hüseyin Çelik, Suat Kılıç ve Sadullah Ergin yine tivitırdan desteklediler. Ömer Dinçer yerel yönetimler özerkliği denen hainliği Türkiye için önemli bir ihtiyaç ilan etti, DTK’nın özyönetim açıklamalarına ve bu alçak 1128 akademisyen bildirisine soruşturma açılmasına karşı çıktı. Beyefendi, darbecilere beraat verilmesini de beğenmemiş!
Neler oluyoruz? Eski Starcı Mustafa Karaalioğlu kalkıyor, o zatın 6 sayfalık yeni herzesini “Bülent Ağabey’den manifesto” başlığıyla duyuruyor!
Ben bu kalkışmayı ne yapıp yapıp beşiğinde boğmalıyım. Aksi halde parti içi muhalefet bi yükselirse beni boğar. Yemez içmez, 17-25 Aralık iddiaları dosyasıyla başlarlar. Bir an önce anayasayı değiştirip başkanlık rejimini getirmek fevkalade acilleşti şimdi. Oraya hemen geleceğim, ama önce başka zırıltıları özetleyeyim.
***
Can Dündar ile hempası Erdem’in iddianameleri açıklandı. Ağırlaştırılmış müebbet! Çünkü açıkça askerî casusluk! Ayrıca, silahlı terör örgütüne bilerek isteyerek yardım. Çok basit: MİT tırlarını yakalayanlar = Paralelci. Paralelciler = FETÖ terörcüsü. Dolayısıyla Can ve Erdem = terörist!
Medyamız, böyle durumların Amerika’da da büyük ceza gördüğünü bu Asanj ve Mening denilen alçakları örnek göstererek ispatladı. Ama hainler, hemen itiraz! Neymiş efendim, bunlar ABD’nin gizli arşivlerini çalmışlar, oysa bu Can ile Erdem gazetecilik yapmışlar. Üstelik, neymiş efendim, bunlar daha önce Perinçek’in Aydınlık’ı tarafından yayınlanmış imiş ve ona dava açılmamışmış!
Açarız, açmayız; sana ne? Perinçek artık bizim kan kardeşimiz. Hepsini bırak; ben ne demişim, “Yeri geldiği zaman koy mevzuatı bir kenara!” demişim. Niye demişim, çünkü alçaklar mevzuattan yararlanarak vatanımızı-milletimizi, yani beni ve partimi baltalıyorlar da ondan demişim.
Şunun artık iyi anlaşılması lazım: En iyi müdafaa hücumdur. Bak, Taner Yıldız’a mektup yazıp da, “Maazallah, bizim askerler sakalınızdan dolayı sizi yanlışlıkla IŞİD militanı diye vurabilirler. Traşımız Yıldız kaydı değil, sinek kaydı olsun” diyen adama kamu görevlisine hakaretten dava açıldı. Sürekli hücum edersen, senin üzerine gelemezler. Gezi darbesi, 17-25 Aralık darbesi, MİT tırları darbesi. Bunlar en ağır şekilde ve tek kelimeyle ibret-i alem olacak biçimde cezalandırılmalıdır. Aksi takdirde hedef ben olduğum cihetle, sonunda ya mahkemeye verirler yahut bunların kötü niyetlerine hedef olmamak için yurt dışına kaçmak zorunda kalırım…
***
Bir diğer saldırı, yine yazmıştım, bu alçak, zalim, kapkaranlık, tiksindirici, terör örgütü maşası, lümpen akademisyenlerin bildirisinden gelmişti. Tabii, bunların hempaları bol. Mesela, o PKK’cı partinin sözümona milletvekili Mithat Sancar, kendisi de akademisyen, “Üniversiteye yapılan baskıların araştırılması” diye Meclis araştırma önergesi verdi.
Sebep neymiş efendim, “… başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, çok sayıda kişi ve kurum tarafından hedef gösterilmişler”miş imzacı hainler.
Meclis Kanunlar ve Kararlar Dairesi “uygun değildir” diye püskürttü derhal. Gerekçe: Bu ifade cumhurbaşkanına hakaret!
***
Tekrar edeyim: En iyi müdafaa hücumdur. Bana en ufak bi laf söyleyen bile faturasını ödeyecektir. A. N. Sezer döneminin son 1,5 yılında 26 kişiye hakaretten dava açılmış, Abdullah’ınkinde 139 kişiye, benim şu 1,5 yılımda 1.300 kişiye. Yani, cumhurbaşkanlığı şerefini kurtarmak bana kalmış bulunuyor inşallah.
Yine de, avukatlarım atlayabilirler diye, bana hakaretler konusunda Emniyet Genel Müdürlüğümüzü devreye soktum ve bütün illere yazı yollattım: “Özellikle bireysel olarak devlet büyüklerine hakaret olaylarında suçun sıradan bir asayiş olarak değerlendirilmemesi, olaya karışan kişinin amacının, bağlantılarının tespiti…”
***
Gerçi, bu sözde akademisyenler arasından adam gibi adamlar da çıkabiliyor. Mesela Marmara Üniversitesi’nden Dr. Ahmet Keşli KRT TV’de şöyle demiş: "İhlas ve samimiyetle hareket ettiği için Allah onu muvaffak ediyor. Yani Cenabı Hak, mühim bir vazifeyle tensip buyurdular Tayyip Bey'i." Bunu tabii ki not ettim, unutmayacağım. Zaten not edeyim diye söylemiştir.
Ama, unutmayacaklarım da var. Geçenlerde de yazdıydım ya, bu sözde akademisyenlerin bildirisini imtihan sorusu yapan Gökçen adlı Mülkiyeli bayan profesörden sonra şimdi de aynı ihanet yuvasından Barış diye bi tanesi, ismi bile faul, “A. Öcalan’ın 1978 ve 2012 tarihli yazılarını kıyaslayınız” diye bir imtihan sorusu sormuş bizim iznimiz olmadan.
Savcımız atlamadı tabii ve 7 yıl istedi: “… terör örgütü propagandası yapılmış, ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılmış olan örgüt lideri övülmüştür”.
Bu imtihan işini kökünden halletmek lazım. YÖK’e telefon ettim, şu genelgeyi derhal bütün üniversitelere yollayacaklar:
“Üniversite öğretim üye ve yardımcıları ve öğretim görevlileri:
“1) a) Sabah fakülteye girerken, b) Öğle yemeğine çıkarken, c) Öğle yemeğinden dönünce, d) Akşam mesaiden çıkarken kapıda kart basacaklardır. Öğle yemeğini fakülte kantininde yiyecek olanlar için (b) ve (c) şıkları uygulanmaz;
2) Verecekleri derslerde, Başkanlığımızdan gönderilecek üniteleri müfredatta aynen okutacak ve bunlardan başka ders malzemesi kullanmayacaklardır;
“3) Dekanlıklar, her sınıfa bir kamera konulması suretiyle sınıfta düzeni sağlamakla görevli olacaklardır;
“4) Sınav dönemi gelince, üniversiteye giriş sınavlarında olduğu gibi, sorular kendilerine Dekanlıklar vasıtasıyla kapalı zarf içinde gönderilecektir. Sınavdan sonra kağıtlar aynı gün içinde Dekanlığa teslim edilecek ve değerlendirilmek üzere Başkanlığımıza yollanacaktır.
“5) Sayın Cumhurbaşkanımızın, “yeri geldiği zaman koyun mevzuatı bir tarafa” biçimindeki son talimatları bağlamında, işbu genelgenin uygulanması için mevcut YÖK yasa veya yönetmeliklerinde herhangi bir değişiklik yapmaya gerek bulunmamakta olup, ders ve sınavlara ilişkin bu kurallar bundan önceki mevzuat bir tarafa konularak aynen uygulanacaktır. Bunun aksine hareket edecek akademisyenler, Başkanlığımıza olay günü mesai saati sonuna kadar bildirilecektir.
“Gereğini aynen rica ederim. İmza: YÖK Başkanı”
***
Biz üniversite talebeleri imtihanla zehirlenmesin diye uğraşırken, bu Paraleller bu sözde karanlık aydınları Abant’ta toplamışlar.
Abant’ta değil tabii, çünkü biz oradaki otellerin tümünün kulağını bükmüştük. Yer verdirtmiyorduk. Veren otele ânında müfettiş gönderiyor, anasından emdiği sütü burnundan getiriyorduk. Ama zırhlı arabamla çıktığım G. Amerika gezimden yararlanmış olacaklar, gidip Bolu’da bi yer bulmuşlar, ne kadar devlet düşmanı varsa orada biriktirmişler.
Bundan sonra kesin talimat vereceğim, öyle sözlü mözlü uyarı değil, ülkemizde ne kadar otel, motel, düğün ve sünnet salonu varsa Emniyetimiz resmen yazı yazsın bu terörist paralellere yer kiralamamak konusunda.
***
Şimdi gelelim esasa. Malum, 2 temel stratejimiz var: 1) En iyi müdafaa hücumdur; 2) Halkı yeterince korkutursan otoriteye sığınır.
Bu ikisinin birleştiği yer başkanlık rejimimiz. Ben nasıl olacak dersem öyle olacak anlamında, açıkça söyledim: “İthal değil, yerli ve milli anayasa!” dedim; anlayan anlayacaktır.
Şimdiii, madem Meclis’te üçte iki çoğunluk (367) sağlayacak durumumuz henüz yok, MHP’den alacağımız oylarla 330’u bulacağız ve MHP’yi de HDP’yi de yüzde 10’un altına iteceğiz. Bunu da Kürt meselesindeki tavizsiz tutumumuzla sağlayacağız.
Olur da 330’u bulamazsak diye, tedbirimi de şimdiden aldım. “Parlamento bu noktada bir karar vermelidir, ama Parlamento'nun kararı sonrasında millete gidilmelidir. Nihai kararı vekiller değil asil olan millet vermelidir” dedim.
Yani, 330’u bulamasak bile, şahsen karar verip halkımıza “Başkanlık sistemine evet mi, hayır mı” diye resmen soracağım; nasılsa bu açıkça yasaklanmış değil. Zaten, yasaklanmış olsa ne olacak? Mevzuat hazretleriyle mi uğraşacağız bu saatten sonra? Neticeyi alınca da ‘Halkımızın milli iradesine karşı mı çıkıyorsunuz!” diye kesip atacağım.
Bu arada, TBMM’deki Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nu kesinlikle avara kasnak boşa çalıştıracağız; yani asla hiçbir şey çıkmayacak. Beklerken, STK’larla toplantı üstüne toplantı yapıyoruz.
Tabii, STK deyince yanlış anlaşılmasın, mesela bunları toplayarak kurdurduğumuz “Türkiye Anayasa Platformu”nun sözcüsü Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın açıkça demeç verdi, cuma günlerinin tamamen tatil olmasını istedi. Daima halkımızla birlikteyiz inşallah!
***
Her şey gerginliğin devamına bağlı. Tansiyonu düşürmemek için her şeyi yokuşa sürüyoruz. Mesela bu süreçte Cizre’deki bodrum katına ambülans filan yaklaştırmıyoruz. Maksat, başta Kürtler bütün hainleri çıldırtıp olmayacak işler yaptırtmak ve haber almanın yasaklandığı bir ortamda tabutlar gelirken milliyetçi ve ulusalcı oyları derlemek. Geçen gün Cuma’dan çıkınca dedim zaten: “Ambulanslar hazır, yaralıları kasıtlı götürmüyorlar. Belki de yaralı değiller” dedim. Ahmet de destekledi. Geçen hafta görüşmeyi kabul etmiş olduğum L. Zana için de, “Önce yemin etsin” dedim.
Tabii, bunu dış politikadaki tavizsiz tutumumuzla da destekliyoruz. Yine tehdit ettim Putin’i: “Rusya devam ederse sonuçlarına katlanacak” dedim. Allahtan (c.c.), içte nasıl PKK yardımcı oluyorsa, dışta da bu Putin yardımcı oluyor.
Kılıçdaroğlu’nun hakkını da yemeyelim. " Eğer angajman kurallarına uyulmuyorsa, bunun gereğinin yapılması bizim de beklentimizdir" dedi geçen gün. Hani, ‘Kurallar vardır ama, ihlaller başka türlü önlenemez mi, düşürüp Rusya’yı başımıza bela etmek şart mıdır’ gibilerden bişeyler söylemeyi de aklına getiremiyor hazret… Allah (c.c.) böyle muhalefetten razı olsun, aaamin.
Bugüne kadar iyi gitti. Yeter ki Kürt meselesi ve Rusya böyle devam etsin. Allah (c.c.) bin bereket, bakarsın bi punduna getiririz, bi baskın seçim de yaparız, 367’yi sağlarız, başkanlık getirecek yeni anayasayı çatır çatır geçiririz inşallah! Ahmet derdine yansın!
Ve yeter ki, “Bu böyle gitmez” diye şeamet tellallığı yapıp partimizin içinden başkaldıran baykuşlar başkanlığıma engel olmasın inşallah…