Ali İsmail Korkmaz’ın davasında karar tarihi yaklaştı. 4 Şubat’ta görülecek duruşma öncesi, ağabeyi Gürkan Korkmaz davanın gidişatını anlattı.
Yargıtay kararını bekleyen davanın, Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’de görülen son duruşmasında, tutuklu sanık Polis Memuru Mevlüt Saldoğan'a, “kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan”, suçun işleniş biçimi ve meydana gelen sonucun ağırlığı göz önüne alınarak 13 yıl hapis cezası verildi. İyi hal nedeniyle 1/6 oranında indirim yapılan ceza 10 yıl 10 aya düşürüldü. Tutuksuz yargılanan Polis Memuru Yalçın Akbulut'a ise “ölüme neden olma suçundan” 12 yıl hapis cezası verildi. İyi hal nedeniyle yapılan indirimle ceza 10 yıl olarak açıklandı.
Tutuklu sanıklar İsmail ve Ramazan Koyuncu ile Muhammet Vatansever’e "kasten yaralayarak ölüme neden olma" suçundan verilen 8'er yıl hapis cezası ise 1/6 oranında yapılan iyi hal indirimi ile 6'şar yıl 8’er aya indirildi. Tutuklu sanık Ebubekir Harlar'a "kasten yaralama sonucu ölüme neden olma" suçundan 8 yıl hapis cezası verildi. Fiil tam olarak gerçekleşmediği için, ceza önce yüzde 50, ardından 1/6 oranında iyi hal indirimiyle 3 yıl 4 aya düşürüldü. Harlar'ın, tutuklu kaldığı süre göz önüne alınarak, tahliyesine karar verildi. Tutuksuz yargılanan sanık Polis Memurları Hüseyin Engin ve Şaban Gökpınar ise beraat etti.
Dövülerek öldürülen 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz'ın yitip giden yaşamı, yitip giden bir yaşama eklenemeyen adaleti ve o adaletin il il taşınan gerçeği… Bugün, o gerçeğin yorgunluğunu iliklerine kadar hisseden Korkmaz Ailesi ile konuştuk, O direnişin en öndeki ismi, Ağabey Gürkan Korkmaz anlattı, ‘Vazgeçmeyeceğiz’ dedi ve umuda bir kez daha nefes verdi… Duruşmaların başladığı ilk günden bugüne olanları anlattı.
Ali İsmail Korkmaz’ın öldürülmesine ilişkin başlayan dava sürecinin Yargıtay aşaması için karar günü, 4 Şubat. Karar ne olacak, beklentiniz nedir?
4 Şubat’ta, Yargıtay’ın karar vereceği karar, Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararın onayı ya da bozması şeklinde gelişecek. Bizlerin temennisi, verdiğimiz Temyiz Dilekçesi’nde ayrıntılı olarak talep ettiğimiz üzere, cezanın az olduğu gerekçesiyle, Yargıtay’ın, Yerel Mahkeme kararını bozması yönünde. Aslında dosyadaki deliller de, hukuki değerlendirmeler de bu bozma talebini sağlayacak bir çerçeve sunuyor. Mahkemenin kendi hukuki değerlendirmesinde bile, sonuç ‘kasten adam öldürmeye’ bağlayabilecekken, sanki sonradan ‘sihirli bir el’ değmiş gibi, durum, ‘kasten yaralamanın’ ölümle neticelenmesi halini aldı ve sanıklara da bunun üzerinden ceza verildi. Bizler ise, oradaki eylemin, ‘yaralamadan’ değil, ‘kasten adam öldürme’ üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini savunduk, savunmaya da devam ediyoruz.
“Acımı arttıran bir mesleği icra ediyorum”
Gelinen nokta, bir avukat olarak size Türkiye yargısıyla ilgili ne anlatıyor?
Ben, maalesef, hukuktan da adaletten de avukatlıktan da, tabi ki üzülerek söylüyorum, soğudum. Çünkü parçası olduğunuz hukuk sisteminin aksak olduğunu ve doğru işlemediğini görüyorsunuz. Ama buna rağmen de bu aksayan ve doğru işlemeyen sistemin içinde iş yapmaya çalışıyorsunuz, inanmadan, güvenmeden, ne olacağını bilmeden… Dolayısıyla, evet, bu süreç beni bir avukat olarak etkiledi diyebilirim. Bu anlamda, Ali İsmail’in ağabeyi olarak, en şanssız mesleği icra ediyorum. Zira acımla harmanlanan, acımı arttıran bir mesleği icra etmek durumundayım. Çünkü hukuksuzluğu görüyorsunuz, usulsüzlüğü görüyorsunuz, işiniz olmasına rağmen müdahale edemiyorsunuz. Bu da hem yoruyor hem daha çok yıpratıyor.
Saldoğan’ın avukatından ‘mesaj’
Yargıtay aşamasına dahi baktığınız zaman, sanık avukatlarının halen bazı iddialarını sürdürdükleri görülüyor, ki ‘dövülen kişinin Ali İsmail olmadığı’ gibi… Nasıl oluyor da süreç geri sarıyor?
Aslında bunun çok basit bir açıklaması var: Eğer sanık sandalyesinde oturuyorsanız, 3 şansınız var, ya ikrar edeceksiniz, ya inkar edeceksiniz ya da firar edeceksiniz. İnkar edemediler, çünkü görüntüler vardı… İkrar etmek de, boyunlarına ipi tamamen geçirmek olurdu… Firar da edemediler… O nedenle, Ali İsmail’in olmadığını iddia etmekten başka bir kaçış yolları kalmadı. Baktığınız zaman görüntülerde kendileri var, vurdukları gözüküyor. Bunu inkar edemezler, ama vurduk da demek istemiyorlar. O yüzden de tek kaçış noktalarını kullandılar, ‘Ama vurduğumuz kişi Ali İsmail değildi’ dediler. Oysa olayın tanığı olan, Semih Berkay Yapıcı, daha bu görüntüler ortaya çıkmadan 1 ay önce Savcılığa gidip ifade verdi. Bir ay sonra olaya dair görüntüler ortaya çıktığında ise, bunların, tamamen o verilen ifadeyi destekleyen görüntüler olduğu anlaşıldı. Yani böylesi bir dosyada onların ‘hayır, biz yoktuk’ deme şansları olmadı. Ama buna karşılık, tutuklu yargılanan Polis Memuru Mevlüt Saldoğan’ın avukatı, “Benim müvekkilim polistir. 72 saat boyunca uyumadan görev yapmıştır. Yoğun molotof kokteyli, taş ve bilye saldırısı altında psikolojisi bozulmuştur. Hangi insan olsa bu hale girer” şeklinde bir savunma yaptı. Hatta dediler ki; “Kendisi orada emir kuludur. Emniyet Müdürü, Vali, hatta dönemin Başbakanı, ki bugün Cumhurbaşkanı olan Tayyip Erdoğan yargılanmadan sadece kendisinin yargılanması hukuka aykırıdır. Kendisi yargılanıyorsa, ona emir verenler de yargılanmalıdır…” Aslında burada verilmek istenen mesaj şuydu… “Eğer siz beni yargılarsanız, ceza verirseniz, ben de konuşurum, benim üzerimdekileri de aşağıya çekerim...” Bu, oldukça derin bir mesaj.
Üç sene içinde çok şey yaşadınız, çok yıprandınız ve çok yoruldunuz… Bunca zaman, sizleri ne derece değiştirdi, nasıl etkiledi?
Aslında, her şeyimiz değişti… Yaşananlarla beraber, toplumsal gündemin tam orta yerine düştük. O süreçle beraber, gündemle uyuyup gündemle kalkmaya başladık diyebilirim.
“Bu davanın en önemli özelliği, görüntü olması”
Bu zaman dilimi içinde çok önemli isimler, sanatçılar, STK’lar ve kurumsal kimlikler Ali İsmail Korkmaz isminde sizleri ve davanızı inanılmaz sahiplendiler. Neye bağlıyorsunuz?
Ali İsmail’in davasının en büyük özelliklerinden biri, görüntünün olmasıydı. Yaşanan vahşeti ve caniliği ortaya koyan görüntüsü ise, olayın ardından empatiyi maksimum düzeye çıkardı. Öte yandan, Ali İsmail’in bu olayın ardından hastanede, karakolda, ardından savcılıkta mağdur edilişi, bunlar yetmemiş gibi, ölümünün ardından mahkemenin başka bir şehre taşınması, hatta mahkemenin önünde biber gazı sıkılması… İşte tüm bu mağduriyetler hem çok konuşuldu hem de gündemde çok fazla yer aldı. Ama en çok da, herkes, Ali İsmail’in özelinde kendinden bir parça buldu. Ona baktığında o parçayı sahiplendi.
Son olarak, Yargıtay’ın karar gününe dönelim… Sonuç, beklediğiniz gibi olmazsa eğer, bundan sonra ne olacak?
Bu davayı, sonuç ne olursa olsun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyacağız. Verilen ceza bizlerin istediği oranlarda olsa dahi… Zira en başta, dava dosyasının hukuka aykırı olarak başka bir şehre taşınması durumu var. Ama 4 Şubat’ta çıkacak karar noktasında umutluyuz. Hak yerini bulacak ve adaleti sağlayacağız, hatta sağlayana kadar da adaletin peşini bırakmayacağız, ki bu adalet arayışı, Hrant Dink’ten Can Dündar’a aralıksız olarak devam ediyor. Ama elbet bir gün devran dönecek ve bu yaşananlar bu şekilde sürüp gitmeyecek. Bilsinler ki, bizler umudumuzu asla kaybetmeyeceğiz. Çünkü onların yapmak istedikleri şey bu, bizlerin bu umudu yitirmemiz. Ama yitirmeyeceğiz.