Başkanlık işimizi halletmeye adım adım yürüyoruz. Aynen 7 Haziran seçimleri gibi, Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndan da tabii ki hiçbir netice çıkmamasını sağlayacağız ve ardından referanduma gidip halkımızla doğrudan halledeceğiz.
Bu yoldaki ikili taktiğimiz mükemmel ve mükelleftir: 1) Karşımızdakilere her fırsatta vurarak yanımızdakileri kenetlemek; 2) Yanımızdakilere mükafat olarak, şeriatın o emsalsiz huzur verici nimetlerini vaat etmek. Bu tarihî ikiliyi bir daha özetleyip tarihe not düşmeliyim.
***
Birinci taktik açısından bu sözde akademisyenlerin bildirisi fırsat oldu. Aslında geçen ay, yani Aralık’ın 23’ünde çok daha sert bir bildiriyi, hani bu Yarsav var ya, onlar yayınlamışlardı. Ama halkımız yargıçlara büyük saygı duyar, mecburen duymazlıktan geldik. Oysa yenilmez yutulmaz neler söylemişlerdi:
“Devletin idari ve kolluk görevlileri ile askeri makamlarına, kanunsuz emirlere uymak zorunda olmadıklarını, bu türden emirlere uymanın kendi sorumluluklarını ortadan kaldırmayacağını, gerek TCK ve gerekse uluslararası sözleşmelerde ‘insanlığa karşı suç’ olarak değerlendirilebilecek bu türden eylemlerin zaman aşımı süresinin olmadığını hatırlatmak isteriz.”
Duymazlıktan gelince, bundan hiç kimsenin haberi olmadı. Ama halkımız, kolejlerde okuduk İngilizce biliyoruz diye kendilerini bi şey sanan sözde aydınları zaten hiç sevmez. Bundan yararlanıp onların bildirisine her fırsatta ağzıma geleni söylüyorum: “Kapkaranlık insanlar, zalimler”, “Alçaklar!”, “Terör örgütünün maşaları”, “lümpen aydın takımı”, “Tiksiniyorum”.
***
Bunlar bu laflardan bana güya tazminat davası açacaklarmış. Höst! Dava harç parası bile bulamaz bunlar, üstelik her kafadan ayrı ses çıkar. Dahası, milli iradeye saygılı hakimlerimizi daha anlayamamışlardır bunlar. Mesela:
Geçen gün bu alçaklar “hendekçi akademisyen” haberlerine erişim yasağı istediler, Samsun 2. Sulh Ceza hakimimiz püskürttü: “Söz konusu haberlerde bu bildiriyi imzalayanların PKK ile bağlantılı olduklarının ileri sürülmesi de son derece normal kabul edilmelidir” dedi.
Geçenlerde bana “diktatör bozuntusu” dedi diye bu Kılıçdaroğlu’na dava açtımdı ya, CNN Türk bunun haberini ekranda “Diktatör” Yargıda alt başlığıyla verince Bakırköy Başsavcılığımız re’sen soruşturma başlattı.
MİT tırları davasında Savcılığımız, “Tırlar yurt dışına çıkmadığı için uluslararası hukuk ihlalinden bahsedilemez” dedi. Benim bile aklıma gelmemişti!
Yasemin diye İzmirli bir bayan öğretmen, artık kadın mıdır kız mıdır, feysbukta bi arkadaşının “oyunu kime vereceksin?” sorusu üzerine, niye bana oy vermeyeceğini bahane ederek hakaret ediyor. Savcılık önce “cumhurbaşkanına hakaret”ten dava açıyor, henüz cumhurbaşkanı olmadığım itirazı üzerine de dava “kamu görevlisine hakaret"e dönüşüyor. Bu bayan sonuçta 354 gün hapse çarptırıldı, bu ceza 7.080 TL’ye çevrildi, ayrıca benim avukatıma 1.800 TL ödemesine hükmedildi. Öyle ertemele merteleme de yok bittabii! Kamu görevinden (başbakanlıktan) istifa etmeden seçime katıldığım itirazını yapmaya kalkıyorlar, tabii ki boşuna!
Hakimlerimiz nerede erteleme yapacaklarını bilirler. Geçen Kasım seçiminden hemen önce vatan millet aşığı insanlar HDP genel merkezini Türk bayraklarımızla basmışlardı, bina da yanıvermiş, mahkeme sanık D. H. Ciritçioğlu’na toplam 7 yıl 3 ay 14 gün hapis verdi. Ve erteledi…
***
Zaten üniversitelerimiz gerekeni yapmaktalar. Mesela, İstanbul Aydın Üniversitesi Rektörümüz Prof. Yadigar İzmirli, bir yardımcı doçentin işine “rektörlük onayı olmadan açıklama yapmama talimatımıza aykırı davranmıştır” diyerek son verdi. Darısı diğerlerinin başına inşallah, Allah’ın (c.c.) izniyle. Var mı rektörün talimatının dışına çıkmak yav?
Bu karanlık aydınların canına okuyacağız inşallah. Çok çeşitli biçimlerde. En basitinden, Maliyemiz şimdi yeni gelir vergisi kanunu hazırlıyor, “sanat ve fikir insanları”nın şu anda yüzde 17 olan vergilerini yüzde 35’e yükseltecek.
***
Bunlar bu cesareti nereden buluyor? Bir kere, Amerikalı ve Avrupalı emperyalistler destekliyor. Bu Baydın denen adam, ismiyle müsemma, zaten Ekim 2014’deki Harvard konuşmasından garezim var, geçen gün geldi, ne kadar bölücü ve hain varsa toplayıp gaz verdi. Can Dündar denilenin oğluna da, “Baban çok cesur biri” dedi. Şimdi de 30 Nobelci hain desteklemiş. Bunlar örgütlü suça girer yav! Savcılarımız uyuyor mu!
İkincisi, daha önce de yazdım, ülke içindeki alçaklar sırayla destekliyor. Hatta geçenlerde şu Mülkiye denilen fesat yuvasında bir bayan profesör, artık kadın mıdır kız mıdır, bir uluslararası hukuk imtihanı yapmış. Önce bildiriyi çarşaf gibi veriyor, ondan sonra da soruyor: “Bunu uluslararası hukuk ve iç hukuk bakımından değerlendirin, metindeki hukuk terimlerinden beşini de yazın” falan diye. Maksadı, imtihan bahanesiyle bildiriyi talebelere yaymak!
Ankara Rektörlüğümüz bu hainliğe tam soruşturma açacakken, bu Mülkiye’nin Akademik Kurulu denen zımbırtı parazit yapıyor. “Öğretim üyelerimizin gerek derslerde ve sınavlarda ele aldıkları konuların ve sordukları soruların, gerekse barış temalı bir bildiriye imza atmalarının idari ve adli makamlar tarafından disiplin soruşturması ve ceza yargılamasına konu edilmesini kabul edilemez buluyoruz” diyor.
Rahmetli Menderes’in bu Mülkiye’yi Konya’ya sürmek istemesi boşuna değildi. Rektörümüz bunların tümünü işten atmalıdır. Cennetmekan Kenan Evren Paşamızın yaptığını tamamlamalıdır. ‘Mevzuat yeterli değil’ diyecek olanların suratına ben cevabımı çarptım bile. Muhtarlardan sonra şimdi de kaymakamları topladım, şöyle dedim:
“Statükonun gardiyanlığını yapan bir bürokrasi ülkeye patinaj yaptırır. Mevzuat şöyledir, böyledir. Mevzuatı koyun şöyle bir tarafa yeri geldiğinde, ben bunu bu şekilde yaparım deyin ve yapın. İşte bu, iradeyi kullanmaktır. Kim için kullanıyorsunuz bunu? Vatandaş için. Hiç çekinmeyin kullanın.”
Sonra da, dediklerimi hafife almasınlar diye uyardım: “Bazı muhtarlar kaymakamları şikâyet ediyor; takip ediliyorsunuz ona göre."
***
Şimdi gelelim ikinci tarihî taktiğimize. Yani mübarek şeriat meselesine.
Mesela, geçen hafta Ahmet tüm garnizonlara Cuma namazı izin genelgesi yolladı.
Mesela, tivilerdeki bütün dizilerin örf ve âdetlerimize uygun olmasını denetlettiriyoruz.
Mesela, Eskişehir Milli Eğitim müdür yardımcımız bütün okullara gönderdiği yazıda, öğrencilerin sınıf öğretmenleri tarafından Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammed'in Hayatı ve Temel Din Bilgileri gibi seçmeli derslere teşvik edilmesini istedi.
Mesela, Memur-Sen Manisa il temsilcimiz ve Eğitim-Bir-Sen şube başkanımız, “Eğitim sistemimiz, ruh ve felsefe olarak da milli dokumuza uygun olmalıdır. Çocuklarımıza faiz ve havuz problemleri soruyoruz fakat zekat problemleri, fitre problemleri çözdürmüyoruz” dedi.
Hiçbir fırsatı boşa harcamayacaksın. Ölümler dahil. Ben de geçen gün Mustafa Koç’un cenazesi vesilesiyle, kilo almak üzerine kendisiyle yapmış olduğum bir konuşmayı dile getirdim: “Alkol kullanımını sordum; ne yaptın azalttın mı dedim. Evet, azalttım dedi; hepten bırak dedim”.
***
Hedefimiz, halkımızın imanını, hakiki Müslüman ülkeler seviyesine ulaştırmak ve hatta onu aşmaktır.
Mesela, El Ezher Üniversitesi’nden hanım profesör Suad Salih, El Hayat TV’ye çıkmış. Köleliğin İslam'dan önce de olduğunu, İslam'ın köleliğe bir düzen getirdiğini söylemiş. Ardından da, Müslüman erkeklerin savaşta esir alınan gayrimüslim kadınları aşağılamak için onlara tecavüz etmesinin İslam’da serbest olduğunu belirtmiş. İnanmayan internetten videosunu izlesin. Alt yazılı.
Mesela, Pakistan’da 15 yaşındaki bir genç, camide vaaz dinlerken imamın sorduğu bir soruyu ters anlayıp el kaldırmış. İmam kendisini kafirlikle suçlamış. Genç evine dönüyor, imanın şu kuvvetine bakınız, kaldırdığı o sağ elini çim biçme makinesiyle bilekten koparıyor. Sargılı resimleri var.
Bizdeki bazıları örnek alsın! Şeriata dil uzatanlar dillerini kendileri koparmalıdır! Mesela eski başkanlardan Mehmet Nuri Yılmaz Al-Monitor’a şöyle demiş: “Biz zaten Cuma namazını memurların yetişeceği saatte kıldırıyorduk. Böylece sıkıntı olmuyor, memurlar yetişebiliyordu. Diyanet şimdi de aynı uygulamayı devam ettiriyor. Niye böyle bir genelgeye ihtiyaç duyuldu, belki de amaç okullarda mesai saatlerinin Cumaya göre ayarlanmasıdır.”
Ama, artık halkımızda bir İslamî ahlak şuuru gelişmektedir. Nitekim, Bağdat Caddesi’nde evinin sokağında tecavüze uğrayan üniversite öğrencisine sosyal medyada sert tepki gösterilmiştir. “19 yaşında bir ‘kız’ gece 03.00’te ne tür bir eğlenceden dönebilir?” sorusu paylaşılmış ve 4 cevaptan birinin işaretlenmesi istenmiştir: “Saklambaç”, “İp atlama”, “Yağlı güreş, “Bilemiyorum”.
***
Yalnız, dikkat etmek lazım, bu CHP bile uyanıyor. İş işten geçtikten sonra Güneydoğu’ya 100 kişilik bir heyet yolladılar ya, demeç vermişler: “Bölgede savaş hukuku bile uygulanmıyor. Bu sürece sessiz kalmayacağız. Burada yaşanan katliamlara ve acılara karşı sol bir vicdanla bakarak sorununun çözülmesi için bir an önce ne yapılması gerekiyorsa yapacağız.”
Allahtan, bu partide dikkatleri gereken yönlere çeken ulusalcı vekiller var. Mesela, benim başkanlık projeme domuzuna karşı olan o AİHM’ci Rıza Türmen’in ayağını kaydırıp İzmir’den yine seçilen Sayın Aytun Çıray şöyle demiş:
“15 Ocak’ta bir Yunan sahil devriye botu Didim plajlarına adeta demirleyecek kadar yaklaşmış ve karaya oturmuştur. Bu durum Ege’deki egemenlik haklarımızın Yunanistan tarafından de facto olarak tanınmadığı anlamına gelmektedir. Gitgide artan bu ihlaller milli haysiyetimizi zedeleyecek olaylara yol açabilir”.
İyi ki varsıııın Aytuuun!