Akıp giden bir bataklığın içindeyiz ve artık David Bowie de yok

Gezegenin, ayakları yere basa basa hayal kuran tek adamı Bowie, son albümünün ismini "Blackstar" koymuştu. 69. yaş gününde yayınladığı albümünden iki gün sonra da, yıllardır hikayesini anlattığı gezegenlerden herhangi birine doğru yola çıktı. Yola çıkmak diye bir şey yoktu aslında Bowie için. Yolculuk zaten başladığı an biten bir şeydi. Yolculuk ancak hikayelerde anlatılabilirdi. Bowie’nin bir süre vakit geçirmek için bu “akıp giden bir bataklığı” seçmiş olması bizi hikayenin şanslıları yapıyordu.

"David Bowie'yi rüyamda gördüm. Sabah bir gözüm yoktu. Şiir yazdım. Tam üç tane. Birini rendeleyip makarna sosuma kattım. Diğerini yakıp küllerini kum saatine koydum..." Hakan Günday böyle güzel betimliyordu “Bowie” gibi hissetmeyi Kinyas ve Kayra’da. Herkesin David Bowie karakteri kendine, ister ‘Aladdin Sane’ olun, ister ‘Ziggy Stardust’...  Çünkü günün sonunda hepimizin ortak çabası, kendi yıldız sistemimizde bir şekilde hayatta kalmaya çalışmak. Bowie’nin yaptığı tam da buydu. Bizden tek farkı, cömertliğinden mütevellit kendi sisteminin yıldızlarını bizlerle tanıştırmasıydı.

Brixton’un muhtemelen ahmak ıslatan yağmurlu bir Ocak gününde doğdu, annesi sinemada yer gösteriyordu, babası yetimhanede çalışıyordu. Babası yeteneğini keşfedip ona bir saksafon hediye ettiğinde henüz 12 yaşındaydı. O dönemler en büyük hayali Little Richard'ın grubunda çalmaktı ve hayatını bir uzay gemisinin değiştireceğini henüz bilmiyordu. Sıra arkadaşı, kült gitarist Peter Frampton ile kendilerini bir odaya kapar, saatlerce çalarlardı. İlk sahne deneyimlerini Brixton'nun Rock&Roll ve Blues gruplarında saksafonuna kesik kesik üflerken kazandı.

14 yaşındayken, ilk albüm kapaklarına da imza atan en yakın arkadaşı George Underwood ile bir "kız meselesi" yüzünden ettiği kavgada yediği yumruğun ardından renkleri, şekilleri bambaşka görmeye başladı Bowie. Sağ göze gelen bir yumruktan beklenilenden çok daha fazlasıydı yaşanılanlar. Underwood büyük yüzükler takmayı severdi, ortada bir kavga vardı ve istemediğiniz kadar yumruk. Underwood’un yumruklarından bazıları Bowie’nin gözlerinde yerini buldu. Defalarca girdiği ameliyatlar, derinlik ve renk algısı değişmiş 8 aylık bir yıkımı beraberinde getirmişti.

Geri kalan her şey çok hızlı gelişti. Brixton’un kırmızı deri döşeli, ahşap bar tabureli kulüplerinde çalmaya devam eden Bowie, çaldığı grubun solisti gelmeyince kendini mikrofonun başında buldu. İlk 45’liğini yayınladığında 17 yaşındaydı. David Robert Jones, nam-ı diğer David Bowie, 1967’de kendi ismini taşıyan ilk albümünü yayınlamıştı. İsmini ‘The Monkees’ elemanı Davy Jones ile karıştırılmaması için değiştiren Bowie, Bowie bıçaklarından aldığı ilhamla koyduğu yeni ismini Rolling Stone’a verdiği bir röportajda şöyle açıklıyordu: “13-14 yaşlarında kendimi bir tür felsefenin içinde kafa yorarken buldum. Biricik hakikate ulaşmak adına etrafımdaki yalanların içerisinden bir bıçakla geçmek, onları delmek istedim.” 

Bowie’nin miladı, 1969 yılına denk geldi. O yıl, bu gezegenin gerek müziğiyle, gerek politik duruşuyla gerekse sevgiye olan inancıyla en kafası karışık ama en üretken zamanına denk geliyordu. Apollo 11 aya iniyor, Neil Armstrong’un ayakları aya basıyor, devrimin aksine ayın üzerindeki ilk ayaklar televizyonda yayınlanıyor ve pikapta “Space Oddity” çalıyordu. Ekranda ay vardı ve Bowie uzayın sonsuz derinliklerinde yolunu kaybeden astronot Binbaşı Tom’un aşırı acıklı hikayesini anlatıyordu.

“100 bin mili geçmeme rağmen, çok sakin hissediyorum
 ve bence uzay gemim nereye gideceğini biliyor.
 Karıma söyle, onu çok seviyorum (o bilir!)” 

“burada teneke kutumda yüzüyor muyum?
 ay’ın çok üstünde
 dünya gezegeni mavi
 ve benim yapabileceğim hiçbir şey yok.”

1971’de yayınladığı “Hunky Dory”nin kapağıyla ‘kitch’ kavramını sorgulatan Bowie, yarattığı türün kilometre taşlarından birine imza atmış, albüm "Tüm Zamanların En İyi 100 Albümü" listelerine girmeyi başarmıştı ve isminin yıllar sonra bir örümceğin ismine ilham olacağından habersizdi. Bir bilim adamının, Malezya’da keşfettiği sarı tüylü bu örümceğin adına “Heteropoda davidbowie” vermesinin nedeni Bowie’nin 1972’de yayınladığı albümü “The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders from Mars”ın en sevdiği albüm olmasıydı.

Glam Rock'ın yaratıcısı, Folk’tan Rock'a ve hatta Hard-rock’tan elektronik müziğe kadar her türe rengini katmıştı. O iyi müzik zevkinin turnusol kağıdıydı. Rock müziği yeni bir tarife muhtaç etti. Şarkılarındaki distopik anlatımıyla karışık olan kafalarımızı daha da karıştırdı. Hem ‘Thin White Duke’tu, hem ‘Aladdin Sane’, hem de ‘Ziggy Stardust’. Ama en çok kendiydi, bu kadar çok değişirken bu kadar çok aynı kalmayı zaten sadece bir uzaylı başarabilirdi.

1976'da Playboy'a verdiği bir röportajda konu biseksüelliğe geldiğinde gazetecinin “Neden kadın giysileri giyiyorsunuz?” sorusuna verdiği “Bak, şunun iyi anlamalısın şekerim. Bunlar kadın giysisi değil, bunlar erkek giysisi” yanıtıyla deli saçması toplumsal cinsiyet kalıplarını darmaduman etti. Iman ile evlendikten sonra verdiği bir röportajda "Evlenirken Iman'la tek ortak yanımız ikimizin de Mick Jagger'la yatmış olmasıydı" sözleri, konser aralarında verdiği gargara araları ve Sir ünvanını almayı bütün mevcudiyetle inkar eden tavrı ile her zaman kendi olabilmeyi başardı. Morrissey’in saçlarını sarıya boyama sebebiydi. Verdiği bir röportajda “Herhangi bir şekilde tapındığın bir şey var mı?” sorusuna şu cevabı vermişti: “Hayat. Hayatı seviyorum, çok fazla hem de..”

70'li yıllardaki müzikal yaklaşımıyla Punk, Goth-rock, New-wave ve hatta Metal müziğe bile ilham verdi. İnsanlara "Tekrar dünyaya gelseniz kim olmak isterdiniz?" diye sorduğunuzda aldığınız cevap çoğunlukla David Bowie oldu. Kendini yeniliğe aralayan Bowie, yola çıktığı Glam-rock’un devamını, en sevdiği yöntem olan mitoz bölünmeyle yarattığı sayısız janrda getirdi. 70’lerin ortasındaki Funk denemeleri, Iggy Pop’la aynı evde ürettikleri Berlin yılları, Brian Eno ve Philip Glass ile çalışmaları ve 80’lerde Queen ve Tina Turner ile çıkardığı hitler... Bowie’nin her jenerasyon için söyleyeceği bir şeyleri vardı.

Yaşar Kemal’in İnce Memed’iyle Jack Kerouac’in Yolda’sı başucu kitaplarındandı. Hem İngiliz Dili ve Edebiyatı Profesörü’ydü, hem de bankası vardı. Radyosu bile vardı. The Prestige’in Tesla’sıydı, Zoolander'ın hakemi, Basquiat'ın Andy Warhol’u. Ressamdı, heykeltraştı. 5000 parçanın üzerinde plastik sanat eseri verdi, bir o kadar da resmi. 1967’den 2003 yılında kadar düzenli olarak albüm yayınlayan Bowie, verdiği 10 yıllık aradan sonra doğum gününde çıkardığı “The Next Day” ile 2013’te geri dönüş yapmıştı. 

Müzik tarihinin en büyük hikaye anlatıcılarından Bowie'nin şarkıları bizim çıplak gözle göremediğimiz her bir gezegenin tek tek anlatıldığı hikayelerdi. Bazen kurguydu anlatılanlar, bazen de yanıbaşınızda ateşini hissedebileceğiniz kadar gerçekti. Bazen kurgu ve gerçek arasındaki çizgi o kadar kaygandı ki, şarkı o illüzyonun ta kendisine dönüşüverirdi. Aslında Ziggy Stardust isimli bir uzaylı vardı ve bize şiirleriyle, şarkılarıyla, kitaplarıyla ve filmleriyle adeta dönem sonu projesini sunuyordu. Bir süredir  kanser tedavisi görüyordu.  Ama modern tıbbın başka gezegenden birini tedavi ettiği hiç görülmemişti. 

Hamurumuzdaki trajedi sevdasından değil ama, bu sene kötü başladı: Scott Weiland, Lemmy Kilmister ve şimdi de David Bowie...

Velhasıl kelam, bu gezegende sonsuzluk mefhumuna nokta koyabilen birileri çıkmadı henüz. Onun misyonu galiba buydu. Zamandan bağımsız işleriyle ve eleştiri üstü müzikalitesiyle Bowie, müzik eleştirmenlerin bile tam olarak ne kastettiklerini bilmedikleri "Geleceğin Müziği"ni yaptı ve şarkılarında başka gezegenlerdeki hayat ihtimalini sorguladı. “The Man Who Sold the World”, “Life on Mars?”, “The Hearts Filthy Lesson”, “I'm Deranged”, “20th Century Boy”, “Ashes to Ashes”, “Wild is the Wind” ve sayamadıklarım. Onu tek bir seferde anlatmak çok zor. Ama yine de, “Heroes”u dinleyip kendimizi kahraman zannettiğimiz günler hatrına ve onun öğütlediği gibi ateşi benzinle söndürebileceğimiz günlerin umuduyla, bir kez daha çok yaşa Bowie! 

Tüm bu anlattıklarımın ardından kalan en acıklı gerçek onun sadece aramızdan ayrılmış olması değil. Dünyasını da beraberinde götürmesi. Bowie’nin öldüğüne hala inanmıyorsak, bu yazıyı okuyanlar olarak belki bizler tek tek ölmüşüzdür de, haberimiz yoktur. Bir de böyle düşünün. 

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik

Etiketler

David Bowie


Yazar Hakkında