Romanların, hikâyelerin tiyatroya uyarlanmasına alışığız da, söz konusu bir sosyoloji kitabıysa, buradan bir oyun nasıl ve neden çıkarılır? Sosyolog-yazar Pınar Selek’in ‘Sürüne Sürüne Erkek Olmak’ adlı araştırmasından aynı isimle bir oyun kotaran Tiyatro Alesta ekibi, aslında oyunları ile bu sorulara yanıt veriyor. Erk sisteminin oluşturulmasında ağırlıklı rolü bulunan zorunlu askerlik hizmeti sırasında yaşananları, doğrudan tanıklarından aktaran kitap, yıl boyu sahnelerde ve farklı şehirlerde izleyici ile buluşacak.
2014 yazında kurulan ve ilk oyunları ‘Erkek Parkı’ ile maceralarına başlayan Tiyatro Alesta, bu sezon Nevra Ayşem Savaşçı, Mehmet Şerif Tozlu, Orçun Ucal, Oğuz Gülen, Eser Cebecioğlu’dan oluşan oyuncu kadrosuyla ‘Sürüne Sürüne Erkek Olmak’ oyununu, mümkün olan her yerde sahnelemek niyetinde. 11 Aralık Cuma günü Kadıköy’deki gösterim sonrası, ekiple ve kitabı oyuna uyarlayarak yöneten Orçun Ucalla, yan yana geldik.
Sistemin tavanı yüksek, yatakları dar koğuşları…
Başta yönetmen olmak üzere, ekibin tamamının bu kitapla özel bir bağı var. Oyunla birlikte amaçladıklarını tanıtım metninde şöyle dile getirmişler: “Yaşayanlar olarak zorbaların, zincirin, baskının ve dayatılan kimliklerin ağır yükünün altındaki bu dünyada nefes alıyoruz. Gözümüzü açtığımız andan itibaren toplumun üstümüze yıktığı mı, yoksa bizim korunmak için devirip, altında kaldığımız bir kimlik midir bu bilinmez. Tarih boyunca süre gelen bu sistemin bir yıkım olduğunu gören ve aktaran Pınar Selek’in araştırmasından yola çıkarak, sistemin tavanı yüksek, yatakları dar koğuşlarında olup bitenlere eğiliyoruz.”
Bir yandan eğitimlerine ve iş hayatına devam eden ekip, zoru başararak süreklilik ve dinamik bir ruh yakalamış. Çarpıcı bir kurguya sahip ‘Sürüne Sürüne Erkek Olmak’ oyunu, o dinamizimden çok besleniyor.
Kitaptaki bütün diyalogları üç karakterde toplayan Orçun Ucal’a, sürecin başlangıcını soruyoruz: “Bu kitabı ilk okuduğumda, kafamda fotoğraflar belirdi. Acaba oyuna dönüştürmeyi başarabilir miyim derken, hocam dramaturg Handan Salta’nın yoğun teşvikiyle karşılaştım. Pınar Selek’le iletişime geçtim. Bana ilk söylediği şey, bu fikirden çok heyecanlandığı oldu. “Bekliyorum” demesinden yaklaşık sekiz ay sonra, metni ona yolladım. Çok duygusal bir süreç oldu. Ardından ekip olarak kitabı birlikte okumaya giriştik ve zamanla metin üzerinden gitmeye başladık. Türkiye’de erkek olmanın zorlukları aslında tiyatroda çok da fazla işlenmiyor. Bu kitap, tam bunun için yapılmış bir araştırmaydı; ben de buna bir bakalım deyip riske girmek istedim.”
‘Eğlenerek geçtiğimiz şeylerdi askerlik hikâyeleri’
Oyunda eşcinsel bir gencin askerlik sürecini canlandıran Mehmet Şerif Tozlu da kitapla kurduğu bağı şöyle anlatıyor: “Sürekli duyduğumuz, eğlenerek geçtiğimiz şeylerdi askerlik hikâyeleri. İlk kez bu kitapta aktarılan hikâyelerin gerçekliği ile karşılaştım. Çevremizde anlatılan hikâyeler böyle değildi. Orçun bu fikirle gelince, niye olmasın diye düşündük. Zamanla karakterler oluşmaya başladı ve onlar bütün bu yaşadıklarını anlattıysa, oyunlaştırılması da gerek diye düşündük.”
Eser Cebecioğlu, bu noktada çok açık davranarak oyunun kendi dünyasında değdiği yeri paylaşıyor: “Aslında kendi dert ettiğim şeyi göstermek istedim. Orada bir kapı var, benim içimde. Daha askerliğimi yapmadım, akıbeti de belli değil. Dolayısıyla kafamda özel alanımı, benliğimi henüz açmış değilim o meseleye. Oyunu sezon boyunca oynayacağımız için, o soruyu kendime sordukça cevabını bulamayacağım. Askerlik zamanım gelince cevabım olması gerektiğinden, o kapıyı hâlâ açmıyorum.”
Adam oraya hesapta erkek olmaya gidiyor. Ama yine tam da orada, başka bir erkeklik otoritesi tarafından erkekliği eziliyor ve buruş buruş mosmor bir psikolojiyle kışladan çıkıp eve döndüğünde erkek oluyor!
‘Erkeklik otoritesi erkekliği eziyor’
Oğuz Gülen ise canlandırdığı milliyetçi gençle serüvenini anlatıyor: “Arkadaşlar arasında en şanslısı benim, askerlik yaptığım için. Deneyim şansı diyelim… Canlandırdığım karakteri, karşıma alıp konuştum. Benimki biraz milliyetçi bir tip. Bu çocuk nasıl bu hale geldi diye sordum. Sonuçta hepimiz o coğrafyalardan geçtik. Onun özelinde aile baskısı ve muhafazakârlık kısmını içselleştirip ‘askerlik duruşunu’ kavramaya çalıştım. Çok isteyerek gittiği, evlenmek için önkoşul olarak gördüğü askerlikte anlamsızlığın farkına vardığı ânı yakaladım. Adam, oraya hesapta erkek olmaya gidiyor. Ama yine tam da orada, başka bir erkeklik otoritesi tarafından erkekliği eziliyor ve buruş buruş mosmor bir psikolojiyle kışladan çıkıp eve döndüğünde erkek oluyor! Bu handikapla daha önce yüzleştiğim için anlamam zor olmadı. ‘Sürüne Süne Erkek Olmak’, biraz filmografik bir oyun, şiddet sahnelerini ve hayvana dönüştüğümüz ‘oluşum’ sürecini birebir Orçun kurguladı.
İçimizdeki hayvanın ortaya çıktığı an
Orçun, bahsi geçen oluşum ve dönüşüm süreçlerini anlatmaya başlıyor bu noktada: “Kitabı beşinci okuyuşumda, bu üç karakter belirlemeye başladı; biri standart, her şeyi kabul eden kaderci, normal insan dediğimiz karakter; diğeri milliyetçi, bir diğeri de eşcinsel... Bu üçüne araştırmadaki bütün söylemleri yedirdim. Sonra oluşuma geçiyor ve hepsi birbirine işkence yapıyorlar. Psikolojik baskı yapanlar da bu üçünden biri. Daha sonra, sizce bu karakter nasıl bir hayvan olurdu diye sordum oyunculara. O soru etrafında da finale gittik.”
Oyunun başında oğlu sünnet olan ve askerliğini yapan oğlu için ‘Şimdi erkek oldu’ diye sevinen anneyi canlandıran dramaturg Nevra Ayşem Savaşçı’yı, gözüm başka kadın seslerini temsil ederken de görmek istedi. Bu anlamda, erkeklerin askerlik öncesi ve sonrası cinsel hayatlarında da sınandıkları ‘iktidar-iktidarsızlık’ sürecini gözümün aradığını, bu anlamda bize dünyasını açan tek karakterin eşcinsel kahraman olduğunu söylediğimde, Ayşem şunları aktarıyor: “Erkin dilini en çok sorgulayan eşcinsel karakter ve dili devam ettiren askeriye ile karşıtlık oluşturan en belirgin karakter de o olduğundan, bu noktada biraz daha öne çıktı. Örneğin, milliyetçi karakter, iş bulmak için, evlenebilmek için askerliğini tamamlaması gerektiğini düşünüyor. Bunlar cebimizde olan hikâyeler… Eşcinsel karakterin verdiği duygu, bu nedenle çok fazla. Açık kimliğiyle ortaya koyuyor kendini. Ve biliriz ki, hep ben buyum denen suçlanır…”
‘Pınar’ın gelip oyunu izlemesini bekliyoruz’
Tiyatro Alesta’nın büyüsü, tam da burada saklı. İzleyenlere dokunuyor, onlarla temasa geçip, söylenenleri de kendi oyun süreçlerinin parçası kılıyorlar. Keyifli, içten sohbetin sonunda, konu yine Pınar Selek’e geliyor. Ben onun nasıl da ağlar örerek, birbirine teğet geçecek insanları buluşturduğundan bahsediyorum. Orçun, “Pınar, bize hep destek oldu. Onun gelip bu oyunu mutlaka izlemesi gerektiğini düşünüyorum ve istiyorum. O da ‘Biliyorum, izleyeceğim’ dedi. Hâlâ da bütün gelişmeleri bildiriyorum ona oyunla ilgili” diyor ve duygulanarak ekliyor: “Onu bekliyorum, herkes gibi…”
Ayşem, “Turne teklifleri alıyoruz. Oyun, denize atılan taşın oluşturduğu halkalar gibi yayılıyor” diyor. Şaşırmıyorum. Bahsi geçen Pınar’ın birleştirici aurası sonuçta. Eser de en güzel sözlerle ifade ediyor bu buluşmaların sırrını: “Bir düşüncenin başlatıcısı ve devamı gelecek olan bir zincirin başıdır belki Pınar Selek. Biz de onun devam eden halkalarıyız. Gidebilirsek turneye ve insanlara bir şeyler söyleyebilirsek orada, o zincir dallanıp budaklanabilir.”
Oyunun yolu çok açık olsun, turnelerde çoğalsın ve Pınarla buluşsun... Buluşalım... Dileğimdir...