Yine ‘bölge’de sıkıntılı bir hafta geçirdik. Diyarbakır’ın Sur ilçesinde sokağa çıkma yasakları sürdü. Bu yasağı protesto etmek için düzenlenen yürüyüşe polis müdahale etti, iki genç bu müdahale sırasında öldürüldü. Aynı günlerde Cizre ve Silopi’deki öğretmenlere “Hizmet içi eğitime alınıyorsunuz” diye bir SMS geldi. Bu, doğal olarak, iki ilçeye kapsamlı bir operasyon yapılacağı şeklinde algılandı; öğretmenlerin büyük kısmı bu iki ilçeyi terk etti. Çarşamba günü de, beklendiği üzere operasyonlar başladı, HDP milletvekili Ferhat Encü’nün bulunduğu ev basıldı, Encü gözaltına alınmak istendiğini söyledi, yine gençler vuruldu. Bir yandan da, sokağa çıkma yasağının birkaç saatliğine kaldırıldığı Sur’da yaşayanların ilçeden göç ettiğini gördük. Diyarbakır’da da esnaf zaman zaman kepenk kapatarak yaşananlara tepki gösteriyor. Bölgede çalışan vekillerin faaliyet alanı devlet tarafından hayli daraltıldı; daha doğrusu, vekiller artık bölgede faaliyet gösteremez hale geldi. Manzara bu. Silopi’de olup bitenlerin ise Başbakan Davutoğlu’nun “O ilçeleri gerekirse ev ev, sokak sokak temizleyeceğiz” sözleriyle uyum içinde olduğu görülüyor. Yani devlet bir anlamda ev ev temizlik yapmaya başlamış, ve bunu sürdürmeye niyetli görünüyor.
Bu iş nereye varacak? Gayet basit ve naif bir soru. Ancak sormak zorundayız, çünkü bu şekilde ilerlemek imkânsız. İnsanlar ölüyor, evler, mahalleler bombalanıyor, yeniden göç başlıyor, o coğrafyada insanlar bir kez daha yaşadıkları yerleri bırakmak zorunda kalıyor. Devlete bakarsak, yine 90’ların güvenlikçi politikasına dönmüş ve o dili benimsemiş görünüyor.
Bunun yürümeyeceğini, başta devlet ve onun ideologları olmak üzere, herhalde herkes biliyor. 90’lar boyunca bu denendi. Sonuç, evleri, barkları, köyleri yakılmış insanlar ve daha da radikalleşen bir kuşak oldu. Radikalleşen ve elbette politikleşen. Bu kuşağın bir kısmı dağa çıkarken, bir kısmı şehirlerde kaldı ve mücadeleyi insan hakları, meşru politika ekseninde sürdürdüler.
Bu ikinci grup, başarılı da oldu. Sert bir mücadelenin içinden gelerek, zaman zaman hapis yatarak, hukuki mücadelelerin, hak mücadelelerinin, sokakta meşru biçimde direnmenin içinden gelerek, yeni bir politik bilinç oluşturdular. Daha doğrusu, içinde yaşadıkları, geliştikleri politik bilinci, güçlü bir siyasi argüman haline getirdiler ve bunu topluma anlatabildiler.
HDP’de şimdilerde gördüğümüz kuşak, işte bu kuşaktır. O kuşak, Kürt meselesini Batı’ya anlatmanın ve bunun bir hak mücadelesi olduğunu seslendirmenin yolunu bulabilmiş, parlamentoyu ve siyasal zemini doğru biçimde kullanmış ve bu zeminde kalmak için ısrarlı olmuştur. HDP son dönemdeki başarısını, Demirtaş’ın parlak bir siyasetçi olması kadar, bu kuşağın içinde yetiştiği şartları doğru özümsemesine ve bu mücadeleden doğru sonuçlar çıkararak bunu hem kendi toplumuna, hem de Batı’ya anlatabilmesine borçludur.
AKP devletine bakılırsa, bu kuşağın ‘hata’sı, AKP’nin geniş hegemonya kurma arzusunun önüne set çekmek olmuştur. AKP, HDP’nin söylediği bu yeni sözün toplumda karşılık bulacağını, bulduğunu biliyordu. 7 Haziran bunun en önemli göstergesidir. Dışarıda ise siyasal Kürt hareketinin Rojava’da kazandığı etkinlik AKP devletinin bölgesel emellerin önüne bir set çekmişti. Bu kısmı uzatmamayım, çünkü çok yazmıştım, sonuçta AKP Kürt meselesini –kendi kafasındaki senaryo çerçevesinde bile olsa– çözme perspektifini bıraktı.
Bunu yaparken, muhtemelen, kaybedeceği oyları yeni gelecek milliyetçi oylarla dengeleyeceğini hesaplamıştı. 1 Kasım bu hesabın AKP açısından doğru çıktığını gösterdi.
Ama mesele çözülmedi. Çözülen, sadece AKP’nin iktidar sorunudur. Diğer yanda, ülke, demokratikleşme açısından büyük bir hızla geriye gitmekte.
Görünen o ki, AKP’nin bu savaşı sürdürmesinin önünde herhangi bir engel yok. Başta bahsettiğim tabloda, HDP’li vekiller dışında çok az siyasi aktörden ses çıktı. Bu, önümüzdeki dönemin en önemli meselesi olacak gibi görünüyor.
Bir diğer önemli mesele ise şu: nasıl bir politik bilinç içerisinde yetiştiğinden yukarıda bahsetmiştim. AKP eğer kendi ajandası uğruna, HDP’deki, sözünü ettiğim yeni kuşağı devre dışı bırakırsa, bir sonraki kuşak, devletle bir yıl önce geride bıraktığımız siyasal/parlamenter zeminde buluşmak için o kadar hevesli olmayabilir. Bu, meselenin çözümünde (devlet kanadında varsa öyle bir niyet) yepyeni bir döneme girdiğimizin işareti olacaktır.
Meselenin gelip dayandığı yer şurası: Kürt meselesi çözülmüş değil. Ve daha da ağırlaşıyor. Böyle meselelerde sorumlu olan devlettir, hükümettir. Oraya bakılır. ‘Ev ev temizlemek’ dışında, herkesin içine sinecek bir çözüm planınız var mı? Varsa, bunu masaya koymanın vaktidir.