Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin öldürülmesinin üzerinden neredeyse 10 gün geçti. Elde henüz ‘zanlı’ diyebileceğimiz kişi ya da kişiler yok. Eldeki onca görüntüye rağmen. Evet, neredeyse kameralar önünde işlenmiş bir cinayet bu, ancak savcılık nedense hâlâ ele gelir bir dosya oluşturabilmiş değil. Öte yandan, hafta boyunca basına yansıyanlar, eldeki soruşturmanın hiç de sağlıklı yürümediğini ortaya koyuyor. Vurulma ânına ait görüntüler –ki mantıken olması gerekir– elde edilebilmiş değil. Basın açıklamasını kaydeden polislerin tam da o anda o kayıttan –yanlışlıkla– çıktığı haberi yansıdı mesela gazetelere. Her şeyden önemlisi, siyasi otoritenin bu cinayeti çözmek için gerekli iradeyi göstermediğini görebiliyoruz. Göstermeye niyeti olduğunu düşünmemiz için de, ortada bir sebep yok.
Tahir Elçi’nin sadece kişiliğinin değil, öldürülme biçiminin de, gazetemizin kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine hayli benzediği sık sık işlendi; ben de geçen hafta bu sütunlarda bu meseleye dikkat çekmiştim. Anlaşılıyor ki, dava sürecinin de benzeme ihtimali hayli fazla. Tıpatıp diyemeyiz hiç şüphesiz, ama olayların gidişatı bu konuda da paralellikler kurmaya sevk ediyor bizi.
Biraz bu nokta etrafında durmakta fayda var. Eldeki tablo ve mevcut görüntüler, bu cinayete de devletin şu ya da şekilde bulaşmış olma ihtimalinin güçlü olduğunu gösteriyor. Hal böyle olunca soruşturmanın tıkanması gayet mümkün, daha doğrusu eşyanın tabiatına uygun. Yani şunu hesaba katmak zorundayız: Eğer gerçek tablo da bu güçlü şüpheleri doğrular nitelikteyse, devlet sadece soruşturmayı geciktirmekle kalmayacak, eldeki verileri de içinden çıkılmaz bir hale sokacak, davayı takip edenler her gittikleri yerde bir duvarla karşı karşıya kalacaklar. Bu devlet bu işleri maalesef iyi beceriyor ve eldeki verileri yok ederek, ‘yanlışlıkla’ kaybederek, şüphelileri koruyarak, ifade verdirmeyerek, verdikleri ifadeleri gizleyerek, soruşturmayı bir tür karambole getirmeyi beceriyor.
Devlet bunu sadece, işin içinde kendi adamlarının olduğu soruşturmalarda yapmaz. Bu, biraz da kimin öldürüldüğüyle ilgilidir. Mesela ta Kemal Türkler cinayetinden beri bu böyle değil midir? Kurban devletin hedefindeki biriyse ve failler devletin şu ya da bu önemde kolladığını birileriyse, süreç hep böyle yürümüştür. Devletin olağan refleksidir bu.
Hrant Dink cinayetinde de manzara üç aşağı beş yukarı böyle oldu. Yaklaşık bir ay sonra, 19 Ocak 2016’da Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden dokuz yıl geçmiş olacak. Ve cinayete şu ya da bu şekilde bulaşmış kamu görevlilerinin yargılanması aşamasına (dikkat edin, ‘aşamasına’) ancak dokuz yıl sonunda gelebildik. Gazetemizde de okuduğunuz gibi, kamu görevlilerinin yargılanmasına ilişkin olarak savcılık tarafından hazırlanan iddianame nihayet başsavcılık engelini aştı ve mahkemeye ulaştı. Şimdi mahkemenin bu iddianameyi kabul edip etmeyeceği sorusunun yanıtını bekleyeceğiz. Ancak bu aşamaya da kolay gelinmedi. Duruşmalarda ve duruşma kapılarında yıllar süren mücadelenin ve savcının değişmesinin ardından, Dink ailesinin avukatlarının taleplerini büyük ölçüde karşılayan bir iddianame hazırlandı ama Başsavcılık bu iddianameyi, bazı isimlerin ayrılması talebiyle iade etti.
Her neyse, sonuç daha bu hafta alındı. Ve bir anlamda –eğer mahkeme de iddianameyi kabul ederse– dava daha yeni başlamış olacak. Bu, dokuz yıl sonra oldu.
Peki, bu nasıl olabildi? Öncelikle önemli bir kamuoyu ve medya desteğiyle. Her 19 Ocak’ta Agos’un önünde binlerin toplanmasıyla. Ailenin olağanüstü sabrı, metaneti ve çabasıyla. Duruşma günleri, mahkemelerin önlerinde, sadece Hrant’ın Arkadaşları grubunun değil, kendini Hrant’ın arkadaşı olarak gören herkesin adalet talebini canlı ve ısrarlı tutmasıyla. Avukatların taleplerinde ısrarlı olmasıyla. İnsan hakları ve adalet savunucularının davayı çok yakından takip etmesiyle. Birçok gazetecinin işin peşini bırakmamasıyla. Evet, henüz bir sonuç alınabilmiş değil, belki de yeni başlıyoruz ama, sonuçta bu iş böyle oldu.
Bunları neden yazıyorum? Tahir Elçi davasında da benzer bir kamuoyu baskısına ihtiyaç duyulması gayet muhtemel. Çünkü devletin ilk refleksi bu davayı sürüncemeye bırakmak, karambole getirmek, fail bir devlet görevlisiyse, becerebiliyorsa onu korumak olacaktır.
Dolayısıyla bilhassa ‘Batı’da bu soruşturmayla ilgili adalet talebinin canlı tutulması için bugünden başlayarak çalışmak gerektiği sonucu, kendiliğinden ortaya çıkıyor. Elçi için de yıllarca beklemeyelim. Hele ki deliller hâlâ tazeliğini koruyorken...