CAN ULUSOY
1998 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış olan Jose Saramago, tanrıtanımazlığıyla kendinden söz ettirmeyi başarmış bir yazar. Örneğin İsa Mesih’i Tanrı karşısında muğlak bir tabirle anlattığı ‘İsa’ya Göre İncil’ romanı 1991 yılında çıktığında Vatikan tarafından büyük tepki görürken, Portekiz hükümetiyle de çok defa karşı karşıya geldi. Bu nedenle 1992’de Portekiz’den ayrılarak Kanarya Adaları’nda yaşamaya başladı.
Kaleme aldığı diğer romanları ‘Kabil’ve ‘Baltasar ile Bilmunda’da ana tema olarak din ve Tanrı kavramlarını ele alan Saramago, onları yerden yere vurmaktan hiç çekinmedi. Özellikle Tanrı ve sahip olduğu gücü, günümüz dünyasının çıkar üzerine kurulu ilişkilerini anlatmak için bir araç olarak kullanan yazar, tek tanrının mutlakiyetini ve görünmezliğini bir karizma taktiği olarak kullandı romanlarında. Bu yazıda Saramago’nun yukarıda bahsettiğim üç romanındaki Tanrı karakterlerinin portrelerini çizmeye çalışacağım.
Her inanç sisteminin kendi özelinde Tanrı’yı konumlandırdığı yer birbirinden farklılık gösterir. Fakat İbrahimî dinlere baktıgımızda temel bazı noktalarda ortaklaşıldığını görmemiz mümkün. Adem ve Havva’yı insanoğlunun başlangıcı olarak ele almak buna örnek olarak gösterilebilir. Saramago tam da söz konusu ortaklıktan yola çıkarak inanç kavramını kimi zaman Tanrı’yı ete kemiğe büründürme, kimi zaman ise tıpkı ‘Kabil’de olduğu gibi ortak çıkar ilişkisi kurma üzerinden bir sistem eleştirisi getirme gayesinde.
‘İsa’ya göre İncil’
Tanrı’nın Saramago için nasıl bir tasvire sahip olduğu ‘İsa’ya Göre İncil’de detaylarıyla aktarılır: “Önceki buluşmamın aksine, bu kez kendisini bir bulut ya da duman gibi göstermiyor, öyle yapsaydı bu sisin içinde kaybolurdu. İri yarı, yaşlıca bir adam, koca sakalı boynuna kadar uzuyor, başı açık, saçları düz, uzun, geniş ve güçlü bir yüzü, konuştuğu zaman hareket ettiği zor seçilen etli dudakları var. Varlıklı bir Yahudi gibi giyinmiş, eflatun rengi uzun bir mintanı, mavi, altın sırma işlemeli uzun kollu bir pelerini var; kalın tabanlı sandalları çok yürüyenlerden, boş durmayı sevmeyenlerden olduğunu gösteriyor.”
Yazarın kaleminde yaratıcı tasviri, karşılaşacağı durumlara özel olarak değişkenlik gösterir. Adem ve Havva göbek delikleri yaratıldıkktan 51 yıl sonra felaket meydana geldi. Bir gök gürültüsüyle gelişi duyurulan efendi ortaya çıktı. Her zamankinden farklı giyinmişti belkide göğün yeni emperyal modasıydı bu: “Başının üzerinde üçlü bir taç; elinde cop sallar gibi kavradığı asası, ‘Ben efendiyim’ diye haykırdı; ‘ben, ben olanım’”.
Doğaüstü güçlerinin yanında; Tanrı, kendini kanıtlamak için de bir uğraş vermekte bu yönden baktığımızda insani zaafların O’nun karakterinde kaçınılmaz bir yer kapladığını görebiliyoruz. O yüzden Tanrı’nın adaleti Saramago’nun romanlarında doğru ve haklı olana değil, kendi yolundan gidenlere ayrıcalıklı bir lütuf olarak karşımıza çıkıyor. Mutlak gücün sürekliliğinin ancak insanın mutlak itaatiyle sağlanacağına inanan bir ilah figürü. “Efendi, ayakkabısında çakıl taşı varken Musa’ya şöyle dedi; ‘İsrailoğulları’nın Midyanlılardan öcünü almasına yardım et. Tek bir canlı bile kalmasın, inancından şüphesi olanlardan’.”
Saramago’nun Efendisi eylemleri itibariyle Eski Ahit’le daha bütünleşik bir haldedir. Doğruluğu ve adaleti öç alarak, azap çektirerek sağlar. Bu yüzdendir ki İsrailoğulları için bir savaş tanrısı konumundadır. İsa dönemine geldiğimizde Tanrı misyonunu değiştirmiş, adaleti sağlamak için şefkatli ve müşfik bir baba rolüne bürünmüştür.
Katoliklerin Tanrısı
Değişen koşulların en büyük nedeni olan Tanrı , her ne kadar büyük resmi sadece kendisi görse de değişimin bir parçası olmaktan kendini alıkoyamaz. Böylesi bir değişimin genel değerlendirmesi yine ‘Efendi’ tarafından ‘İsa’ya Göre İncil’de karşımıza çıkmakta: “Son dört bin yıldır Yahudiler’in Tanrısıyım, ta başından beri kavgacı ve zor bir milletti ama genel olarak iyi geçindik birbirimizle, şu an beni ciddiye alıyorlar.”
Bu sözleri İsa’ya söylüyor ve devam ediyor: “Söz ver bana evlat, söylediklerimi insanlara yay ve merhametli olduğuma inandır onlara; eğer üstüne düşen görevi yerine getirirsen, yani sana biçtiğim rolü hakkıyla oynayabilirsen, bütün engellere ve güçlüklere rağmen önümüzdeki altı yüzyıl içinde Yahudilerin Tanrısı olmaktan kurtulup Katolik diye anacağımız kimselerin Tanrısı olacağım.”
Yaratıcı, yazarın kaleminde kudretli olduğu kadar mutlakiyetini sürdürmek için bir o kadar da muhtaç durumda. Kabil’in bir gün Efendi’nin iki koyunla çıkageldiği bir günde kendisine yönelttiği, “Sen Tanrı’sın istediklerini yaptırmak için neden bize ihtiyaç duyasın ki?” sorusuna “İşler bildiğin gibi yürümüyor. Hesap vermeyeceğim gerçeği bile değiştirmez bu durumu.”
Kabil ve istemsiz olarak Tanrı’yla çıkar üzerine kurduğu ortaklığı, onu yaşadığı serüvenler boyunca inancı sürekli sorgulayan bir kişi haline getirirken, diğer romanlarında da olduğu gibi Saramagoyu romanın kahramanıyla birbirinden ayrılamayacak kadar birleştirir: “Seni temin ederim ki eğer ben Tanrı olsaydım, başkaldırıyı seçenlere şükürler olsun çünkü yeryüzünün krallığı onların olacak.”
Din ve sistem
Din ve onun üzerinden yükselen sistemin bütünleşik ve biribirini besleyen yapısı Saramago için mükemmel bir malzeme niteliğinde. Değişen koşulların tekrar ve tekrar yarattığı Tanrı olgusu herkes için bir tabu olarak varlığını sürdürürken Saramago bu konuda kendini sorumlu hisseder ve böylesi zorlu bir zemini açmaktan geri durmaz. Tanrı onun sayfalarında gizemli havasını korur ve insani zaaflarıyla aramızdadır. Bu yüzdendir ki Saramago kendine has üslubunu her daim ilgi çekici tutabildi. 2010’da ölene kadar yazmayı bırakmayan yazar, edebiyat dünyası için sıradışı bir kazanım olarak kendinden söz ettirmeye devam ediyor.