IŞİD’in Paris’i ve dünyayı sarsan terör saldırısı sonrası, yaşananlar ve etkileri her açıdan ayrıntılı olarak ele alınıyor. 2004-2014 arasında Le Monde’un Türkiye muhabiri olarak görev yapan Guillaume Perrier, Paris’teki atmosferi Agos için aktardı.
“Korkmuyoruz!” Fransa, titreyen bacakları üzerinde kendini buna ikna etmeye çalışıyor. Ocak ayında Charlie Hebdo ve Paris’in doğusundaki bir koşer markete yapılan saldırıdan sonra ortaya çıkan bu slogan, 89 kişinin katledildiği konser salonu Bataclan’ın duvarlarına asılan küçük afişlerde tekrar göründü. Hayatta kalma güdüsü… Ama gerçek olan şu, 13 Kasım’daki saldırılardan sonra, bütün ülke korkudan titriyor. Zaten aksi nasıl düşünülebilirdi?
Fransa korku içinde, çünkü kafe ve restoranların teraslarına ve bir konser salonuna yapılan saldırı, tam da ülkenin kalbine işledi. Başkentin en hareketli ve yüzden farklı milliyetin bir araya geldiği bu en kozmopolit yerine ölümü getirerek, IŞİD teröristleri tek bir şeyi, ‘birlikte yaşamı’ öldürmek istedi. Bir keyif, tüm dünyanın bizleri kıskanıyor oluşunun verdiği yaşama hoşluğu… Cemaatçiliğe başkaldırıp Fransa toplumunun harcını karan işte bu ‘birlikte yaşam’…
Paris’in kaldırımlarını kana bulayan IŞİD, ülkedeki her haneye saldırmış oldu. Paris, birinin diğerini, diğerinin bir başkasını tanıdığı bir kasaba… Herhangi biri, her sabah karşılaştığınız, Bataclan’dan kurtulan o küçüğü okula bırakan aile babası olabilir. Ya da saatlerce bir barda oturan veya Saint-Martin Kanalı’nın kenarındaki restoranda yemek yiyen iş arkadaşınız… Kimlikleri tespit edildiği kadarıyla hepsi Fransalı olan teröristler, hayatları Kalaşnikov’la biçip, hedonist, umursamaz, özgür gençlik illüzyonunu kökünden kopardı. Savaşı hiç tecrübe etmemiş 20-40 yaş arası kuşak, bundan böyle saldırı tehdidi altında yaşamaya alışmak zorunda kalacak.
Kırılgan Fransa’da kafadaki sorular
Hükümetin savaş yanlısı söylemleri ve Rakka’ya yönelik hava saldırıları, hiçbir şeyi değiştirmiyor. Fransa kırılgan. Çünkü en başta, âdeta bir bumerang gibi kendine dönen Suriye sorununda, koalisyonun Irak ve Suriye’yi vurarak ülkedeki savaşı körükleyen saldırılarına katıldı. IŞİD’e karşı topyekûn savaş ilan eden Fransa, cihatçıların zaten onu içine çekmek istediği bir mayın tarlasına daldı. Hava saldırıları, tümden kullanışsız bir araç değil; ancak amacınız “terörün kökünü kazımak” ise fayda etmez. 13 Kasım’dan çıkarımlarımız, eninde sonunda Fransa’nın tercihlerinin ve Ortadoğu’da yürüttüğü diplomasinin çelişkilerinin sorgulanmasına varıyor.
Aynı zamanda yaşananlar, Fransa’nın istihbarat faaliyetlerini de sorgulatıyor. Ülke, cihatçıların zihninde cisimleşen Fransa tahayyülüne karşı savunmasız kalmış durumda. Paris, saldırıları üstlenen IŞİD’in yaptığı açıklamadaki haliyle “Yozlaşmanın ve sapkınlığın başkenti”, 20 yıldan fazla bir süredir de aşırılıkçı hareketlerin hedefinde… Cezayirli silahlı bir İslamcı örgüt, 1995’te yeraltı metrosuna yönelik bir dizi bombalı saldırı düzenlemişti. Bugün aynı terör El-Kaide ve IŞİD’le ilintili olsa da, temelde değişen bir şey yok. Müslüman ya da değil, göçmen çocukları veya değil, öyle ki, Suriye’deki Fransız cihatçı grupların üçte biri dönme; 20 yılda radikal İslam, Fransa’daki ibadethanelerin yanı sıra küçük şehirlerde ve hatta Paris’in merkezinde kök saldı. Bataclan’ın zengin 11. bölgenin bar ve restoranların birkaç sokak ötesinde, Jean-Pierre Timbaud Caddesi’ndeki cami, adı çıkmış bir Selefi yuvası. 129 kişinin ölümünden sonra hükümet, bu aşırılıkçı merkezleri artık görmezden gelemez.
‘Güvenlikçi’ viraj
Saldırılardan sonra kimi Fransız vatandaşlarının dile getirdiği bu korku, el üstünde tuttukları özgürlüklerden zorla vazgeçmelerine neden olabilir; internetteki yaygın anketleri kabul edip, itaatsizliği ve o burnu havada kayıtsızlığı boş verip, kamusal alanlarda güvenliği tesis edip halkı yatıştırmak için… Başkan Hollande bu istikamette ilerlemek adına, 16 Kasım’daki oturumdan önce olağanüstü hali uzatıp alafranga bir ‘Vatanseverlik Kanunu’ ile anayasa reformu vaat ederek, ‘güvenlikçi’ bir viraj aldı. Fakat çözüm bu mu? Pek sanmıyorum. Güvenliği sağlamadan özgürlükleri kısıtlamak, bu pekâlâ 11 Eylül 2001’den sonra olduğu gibi, terörizme karşı başlatılan yeni bir savaşa neden olabilir.
Görünen o ki Fransa, her şeyini kaybedebileceği ipotekli bir teklif oyununun içine çekildi. Çünkü IŞİD barbarlarının terör eyleminden sonra ortaya çıkan toplumsal şüphe, Fransa toplumunu 30 senedir dağlayan nefreti körükleyip ayrışmayı artırabilir. 6 ve 13 Aralık’ta yapılan yerel seçimlerde, bir kez daha, korku söylemiyle her gün daha fazla sayıda Fransız’ın kanına giren, İslam ve göçmen karşıtı Ulusal Cephe’nin yükselişine şahit olduk. Müslümanlara karşı ayrımcılığın artma riski var ki, bundan en çok IŞİD kârlı çıkar. Ulusal Cephe’nin ortaya attığı karmaşa ve buna karşı sağladığı basit cevaplar, çoktan tüm siyasi sisteme salgın gibi yayıldı. Bugün solcu hükümet dahi, vatandaşlıktan çıkarmaktan bahsediyor ki, bu konu 20 sene önce bir skandala neden olmuştu. Bu hiç şüphesiz, bir kâbus tarafından dayatılan, Fransa’nın çok şey kaybedeceği bir güvenlik ve kimlik kayması… Paris, ruhunu kaybedebilir ve katiller kazanabilir.