“Görgü tanıkları Hacı'nın yaralı ele geçirildiğini, hatta yarasını sardığını, daha sonra kobradan açılan ateşle tarandığını söylediler. Sonra da 100 metre yerde sürüklemişler. Yetmemiş zırhlı araçla üzerinden geçmişler. O hesaptan bana gönderilen bir fotoğrafta Hacı'nın yaralı olduğu görülüyor ve fotoğrafta vücudu sağlam.
Otopsi raporunda yüzünün parçalandığı, vücudundan 28 kurşun çıkarıldığı, kalçası ve kolunun daha büyük bir silahla parçalandığı, vücudunun sağ tarafının tamamen ezildiği, sıyrıklarla dolu olduğu yazılmış. Fotoğraflarda yaralı ve sağlam. Otopsi raporu da onun nasıl vahşi bir şekilde katledildiğini gösteriyor. Bu olayla ilgili kamu davası açtık. Olayın örgütlü yapıldığı, halkı kin ve nefrete sürüklediği için suç duyurusunda bulunduk.”
Şırnak’ta öldürülüp cansız bedeni bir panzere bağlanarak metrelerce yerde sürüklenen Hacı Birlik’in akrabası HDP Şırnak Milletvekili Leyla Birlik’in, BBC Türkçe servisinden Hatice Kamer’e anlattıklarını okudunuz. Pazar gününe böyle başlamıştık işte. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın bir tweet’iyle. Demirtaş, Hacı Birlik’in cansız bedeninin sürüklendiği fotoğrafı paylaşarak şunu söylüyordu: “Bu fotoğrafa iyi bakın. Kimse unutmasın. Biz unutmayacağız çünkü...” Demirtaş’ın bu sözleriyle, meseleden haberdar olduk. Sonraki fasıl da aslında gayet ilginçti. İktidara yakın hesaplar ve medya, biliyorsunuz önce fotoğrafın photoshop olduğunu öne sürdü; yetmedi kendileri photoshop yöntemine başvurarak başka bir fotoğraf imal etmeye giriştiler; yine olmadı, bunun bomba kontrolü için rutin bir uygulama olduğunu söylediler. Ta ki, İçişleri Bakanlığı konuyla ilgili soruşturma başlatılacağını ilan edene kadar. Evet o âna kadar, iktidar medyası gerçeği eğip bükmeye çalışmaktaydı.
Fakat bu açıklama gelmese dahi, bu gerçeği eğip bükme meselesi uzayamazdı, çünkü birkaç saat sonra bu kez bir video düştü internete. Panzerdeki polisler tarafından çekilmiş, bol küfür eşliğinde Hacı Birlik’in cansız bedeninin sürüklenme anları. Dehşet içinde izledik.
Aynı Pazar günü, başka bir görüntü daha düştü internete. Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde operasyonları izleyen DİHA muhabiri Serhat Yüce ve Özgür Gün TV muhabiri Murat Demir’in başına polisin silah dayadığı görüntüler. Serhat Yüce, olayın ardından Evrensel gazetesinden Faruk Ayyıldız’a konuştu ve şunları söyledi:
“Gazeteciyim, yasağın bizi kapsadığını ifade eden bir durum yok. Anadolu Ajansı, sokağa çıkma yasağının olduğu ilk günden bu yana çok rahat çekiyor, haberlerini yapıyor. Biz de Anadolu Ajansı’nı referans aldık. Onlar çekebiliyorsa, biz de çekebiliriz diye düşündük, ama durum farklıymış. Kafamıza silah dayandı, gözaltına alındık.”
Geçen haftanın bir başka iç karartıcı gelişmesi ise Hürriyet gazetesi yazarı ve CNN Türk programcısı Ahmet Hakan’a saldırılmasıydı. Hatırlatmama gerek var mı bilmem ama, saldırı zaten basbayağı ‘geliyorum’ diyordu. Hürriyet gazetesi, iki kere AKP’nin bir tür yönlendirmesiyle basıldı, zaten basanlar arasında bir AKP Milletvekili de vardı; sonra bu kişi, başka bir yerde yaptığı konuşmada, açık biçimde Ahmet Hakan’ı da hedef göstermişti. Sonradan AKP üyesi olduğu anlaşılan saldırganlar ve ilintili görülen başka kişiler gözaltına alındı ve biri hariç tümü, her ne hikmetse serbest bırakıldı. Ancak, zanlıların sorguda söyledikleri hayli ilginçti. Basına yansıyan haberlere göre, gözaltına alınanlardan Fuat Elmas, saldırı talimatını bir hafta önce, 23 Eylül’de, emekli polis memuru Yahya Kemal Gezer’in Fatih’te işlettiği Rüzgâr Kafe’de aldıklarını söyledi. Fuat Elmas, Yahya Kemal Gezer’in “Dövülecek bir adam var” diye söze başladığını belirterek şunları anlatıyor: “Kim olduğunu sorunca ‘Gazeteci Ahmet Hakan. Şehitlere ölü diyor. Oyum HDP’ye diyor. Tahrik ediyor. HDP’ye oy verilmesi için teşvik ediyor. Bunun indirilmesi lazım. Bu akşam talimat verildi. İşin içinde MİT var. Emniyet var. Reis var. Bu işi iki üç gün içinde bitirin, bize paketi verecekler.’ dedi. Paketi getirecek kişileri sorduğumuzda, bize ‘Kanlıca’dan talimat geldi’ dedi.”
Şu ifadelere gerek olmadan da bu işin AKP’nin oluşturduğu ortam sayesinde hayata geçirildiğini tahmin etmek güç değil. 90’ların, 2000’lerin saldırıları da ‘tepe’de saptanan ve hayata geçirilen, körüklenen atmosfer sayesinde meşruiyet, ‘eleman’ bulmamış mıydı? Saldırganlar, bu atmosfer sayesinde başlarına bir şey gelmeyeceği konusunda müsterih olmuyorlar mıydı? Aynı mekanizma yine işliyor.
Hürriyet, daha doğrusu Doğan Grubu’nun da AKP tarafından hedef tahtasına konması, daha önce de yazdığım gibi bu grubun ‘televizyona HDP’li çıkarmaması için’ yapılıyor. Ve iktidar, bu konuda öylesine gözünü karartmış ki, iş artık gazeteci dövmeye kadar gidiyor. Ve ‘ora’da olanlar ise elbette ve maalesef ki, yine ‘bura’da olanlar ile kıyas kabul etmiyor.
İktidarın 90’ların listesini tamamlama, hatta ötesine geçme konusundaki azmi, gerçekten dikkate değer. Arada yine de bir fark var, 90’larda her şey bu kadar açık yapılmıyordu. Şimdi en azından bu atmosferin niçin oluşturulduğu, artık ayan beyan ortada. Devletin topluma ve elbette Kürtlere şantaj yaptığı bir dönemle karşı karşıyayız. “Bizi seçmezseniz, bu iş böyle devam eder” diyorlar. Bu dönem de böyle kayda geçecek işte.