Seçim ve çatışma atmosferinden çıkamayan Türkiye’de dolar hızla artarken, ülke uluslararası piyasalarda yaşanan çalkalanmalardan da payını aldı. Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarını ve bu sorunlara eklenen dış ekonomik koşulları, Kemerburgaz Üniversitesi’nden iktisatçı Hayri Kozanoğlu ile konuştuk.
*Veriler kötü, iç ve dış sebeplerden bahsediliyor, Türkiye ekonomisinde tam olarak ne oluyor?
Öncelikle dünyanın her yerinde bir karmaşa ve belirsizlik var. Bu durumun haliyle yansımaları oluyor. Atlantik ve Pasifik’te büyük bir dalgalanma olduğunu düşünün, bu Marmara ve Akdeniz’i de etkiliyor. Dünya kapitalist sistemi, 2007-2008’de karşılaştığı krizi hâlâ atlatamadı. Bu çok derin bir krizdi. Özellikle finans ve bankacılık sisteminde görülen çok yüksek bir maliyeti vardı. Bu maliyetler, kamu bütçesiyle, yani sade vatandaşın cebinden karşılandı. Bu da çok ciddi kamu açıklarına neden oldu, kamu borçları arttı. O zamanki söylemleri hatırlarsak, sistem içi düzenlemeler vaat ediliyordu. Fakat bu söylenenlerin hiçbiri uygulanmadı ve yola devam edildi. Kapitalizm, biraz da kendi sorununa teşhis koymakta güçlük çekti. Çünkü Çin başta olmak üzere, yükselen ülkeler denilen Hindistan ve Brezilya’da çok hızlı bir büyüme temposu görülüyordu. Bu durumu kamçılayansa, özellikle genişlemeci para politikalarıydı. Bir dönem bu gelişmeler, bir krizin olduğunu unutturdu. Son dönemde patlayan bu kriz de Türkiye gibi ülkelerden para çıkışına neden oldu.
*Türkiye gibi ülkeler derken ne kastediyorsunuz?
Türkiye, Brezilya, Güney Afrika, Meksika gibi ülkeler, orta gelişmişlik düzeyine ulaşmış ve altyapıları bulunan ülkeler. Altyapıdan bahsediyorum, çünkü kapitalist küreselleşmenin temel faktörlerini yerine getirebilmek için iletişim ve ulaşım teknolojisinin gelişmesi gerekiyor. Fakat kendisi bilim üretemeyen, araştırma-geliştirme sektöründe geri kalan, yeterince inovasyon yapamayan, yüksek katma değerli üretim yapmakta başarılı olamayan ülkeler. Örneğin iPhone gibi yüksek teknolojili telefonların tasarımı Batı ülkelerinde yapılıyor, fakat üretimi Türkiye gibi ülkelerde gerçekleştiriliyor. Satış ve yönetimden tekrar Batı ülkeleri sorumlu olduğu için katma değer bu ülkelerde kalıyor. Bu durum, bizim gibi ülkelerde yüksek istihdam sağlıyor, hızlı büyüme oranlarını yakalamamızı sağlıyor. Türkiye bu bahsettiğim ülkelerden farklı olarak, en fazla cari açık veren ülke. Bir ülkenin döviz gelirleriyle döviz giderleri arasındaki fark ne kadar fazlaysa, o ülke o kadar cari açık verir. Türkiye, yapısal olarak hep cari açık veren ülke, dolayısıyla bu açık, dış borçlanmalarla karşılanıyor. Borçlar biriktikçe ödenememe sinyali vermeye başlıyor.
*Doların iniş çıkışlarından, neden bu kadar etkileniyoruz?
Dolar bilindiği gibi dünyanın rezerv parası. Rezervlerin yarıdan fazlası dolar cinsinden tutuluyor, dış ticaretin yarısı dolar cinsinden yapılıyor, dünyada verilen kredilerin yine yarısı dolar cinsinden… Bu sebeple, verdiğiniz açıkları dolar cinsinden aldığınız dış borçlarla kapatmaya çalışıyorsunuz. Kendi ülkenizde çalışan kesimin alım gücü çok fazla olmazsa, ticaretiniz ihracata yöneliyor. Çünkü iç talep yetmiyor. Bunları üst üste eklediğimizde, yılına göre değişmekle birlikte, Türkiye ortalama 40-50 milyar dolar cari açık veriyor. Şu anda Türkiye’nin 400 milyar dolar, sadece dolar cinsinden borcu bulunmakta. Doların her artışı, borcunuzun daha fazla artması anlamına geliyor. Bu verdiğim rakamın içinde özel sektör borçları daha fazla yer tutuyor. AKP hükümetinin biz Türkiye’nin makûs talihini yendik diye böbürlenmesi, hiçbir anlam ifade etmiyor. Eskiden daha fazla kamu borcu vardı, şimdi bu yerini özel sektör borçlarına bırakmış durumda. Bugün özel sektörde bir kriz ortamı olursa bu sefer kamunun, yani senin, benim borcum artmaya başlayacak. Herhangi bir krizin patlak vermesi durumunda, sorun bütün ekonomiye yayılacaktır. Şu anda Türkiye bunun tehdidi altında.
*Türkiye, dünyadaki bu gelişmelerden diğer benzer ülkelere nazaran daha fazla etkileniyor. Bu duruma sebep olan iç ve dış faktörler neler?
Dünyada doların yükselmesinin nedeni şu: Kamu bütçelerinden, bir anlamda sistemi harekete geçirmek için piyasalara yüksek miktarda para pompalandı. Bu dolar ve Euro cinsinden borçlanmayı kolay hale getirdi. Çünkü faizler düşüktü. Böyle olunca, bu paralar cinsinden borçlanıp Türkiye gibi ülkelerde yatırım yapmak çok kârlı hale geldi. Bir kişi, ABD’de dolar cinsinden yüzde bir faizle borçlanıp Türkiye’de yüzde 15 faizle devlet iç borçlanma senedi alır ya da bu parayı Borsa İstanbul’da yatırım yapmak için kullanırsa çok fazla kâr ediyordu. Türkiye için bu durumun geçerliliği daha fazla, çünkü Türkiye’deki faizler Brezilya gibi ülkelere göre hâlâ daha yüksek durumda. Türkiye’deki bu denizin tükeneceği anlaşılınca, yabancı yatırımcı ülkeden geri çekilmeye başlayıp ABD Merkez Bankası FED’in faiz kararını beklemeye başladı.
*‘Deniz bitti’ ifadesini biraz daha açabilir misiniz? ABD neden faiz artırıyor?
Amerika’da 2008 krizinden sonra büyüme durdu. İşsizlik artmaya başladı. Siz faizi ne kadar indirirseniz, borçlanarak yatırım yapmak o kadar cazip hale gelir. Fakat bu sefer de bu ısınmayı biraz düşürmeniz gerek, aksi takdirde enflasyon patlayabilir. Isınmadan kastım, aşırı borçlanma ve risklerin arttırılması anlamına geliyor.
Son bir haftalık süreçte Euro’nun dolar karşısında değerlenmesi de şu sebepten kaynaklanmakta: Bildiğiniz gibi Euro bölgesi, daha kuvvetli bir kriz yaşadı. Onlar da çok yüksek parasal genişleme yaptı. İkinci dönem spekülatörler, Euro bölgesinde borçlanıp Asya ülkelerine yatırım yaptılar. Bu spekülatörler, Asya ülkelerinde artık yolun sonuna gelindiği anlayınca, örneğin daha önce yatırım yaptıkları ellerindeki Çin Yuanı’nı satmaya başlıyorlar. Altta kalanın canının yanacağı, sonda kalanın dona kalacağı bir sürece giriliyor. Satılan yerel para birimlerine karşılık alınan Euro da, piyasalarda Euro’nun artmasına neden oldu. Ben bunun geçici bir durum olduğunu düşünüyorum. Yabancıların Türkiye piyasalarında 150 milyar dolara yakın yatırımları var. Zaman içinde bir para değer kaybederse, dolar cinsinden yatırımları da değer kaybetmeye başlıyor. Bunu sonucunda borsada satışa başlıyorlar, satış başlayınca da borsa düşüyor ve dolar yükseliyor. Şu anda 30 milyar dolarlık bir çıkış, bu sebepten dolayı…
*Türkiye’nin bu duruma gelmesine neden olan yapısal sorunlar nelerdir?
Türkiye, 1999’da bir krizle karşılaştığı zaman, hatırlanırsa ‘15 günde 15 yasa’ sloganıyla ekonominin başına Kemal Derviş getirildi. 1999 yılında kriz sinyalleri başladı, 2001’e kadar bu durum bir şekilde idare edildi, ama kriz patlamış oldu. Burada kamu bütçe açıklarını azaltma, özelleştirmeler yoluyla kamuya gelir sağlama, özel sektöre eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi kamusal hizmet alanlarını açarak bunlardan vergi sağlama yoluyla giderler azaltılmaya çalışıldı. Geçici bir süre bir başarı sağlanmışsa da insanların bu süreçte satın alma güçleri düştü, temel hizmetlere ulaşım zorlaştı.
Türkiye, 2006 yılında ciddi bir yavaşlamaya girdi. 2008 krizi sonrası, Türkiye’ye para girişi hızlandı, yabancıların yatırımlarında artış gözlendi. Bir ülkede yapılan yatırım, ülkedeki birikimden daha düşükse açık verirsiniz. Türkiye bir üretim ekonomisine geçmek istiyorsa hem yatırım, hem tasarruf gücünün fazla olması gerekiyor. Fakat gelir dağılımının çok bozuk olduğu bir ülkede yaşadığımız için bu dengeyi sağlamak zor. 2000’li yıllarda bireysel kredi fırsatlarının artmasıyla insanlar gelirinin üstünde harcayabilmeye başladılar. Böylelikle insanlar, olmayan tasarruflarını harcamaya başladılar. Yani eksiye düştüler. Krediler, gerçek anlamda değer yaratılmayan bir ortamda, bir talep artışına neden oldu ve halkı borçlandırdı.
Ancak bu hızlı büyüme dönemi sona ereli çok oldu.Evet, hızlı büyüme süreci sona erdi. Diğer yandan Türkiye, benzer ülkeler arasında en fazla işsizliğe sahip olan ülke. Yüzde 10 gibi yüksek bir işsizlik oranında bahsediyorum. Bu işsizlik oranı, aslına bakarsanız tam olarak gerçeği de yansıtmıyor. Muhafazakâr bir toplum yapısı hâkim olduğu için kadınlar iş gücüne çok fazla katılamıyor. Kadınların sadece üçte biri iş gücüne katılıyor. Örneğin, Yunanistan’ın ne kadar ciddi bir ekonomik krizden geçtiğini biliyoruz, ama işsizliğin yüzde 25 olmasına karşın nüfusunun yarısı iş bulabiliyor. İspanya’da işsizlik yüzde 27 olmasına rağmen, insanların yarısından fazlası iş bulabiliyor. Bizde işsizlik verisi yüzde 10, ama halkın yarısı bile iş bulamıyor.
*Peki, ‘siyasi risk’ ekonomide ne kadar etkili bir faktör?
Türkiye öyle veya böyle kapitalist küreselleşmenin bir parçası, yani 2001’den beri kayıtsız şartsız onun kurallarını kabul etmiş durumda. Bu durum benim eleştirdiğim bir yapısal özellik, ama onu veri olarak kabul ettiğiniz zaman belli kurallara göre hareket etmek gerekiyor. Hukukun üstünlüğü, bu konuda önemli bir yer tutuyor. Örneğin bir ihale sürecinde, en iyi ihale teklifini verenle iş yapmak gerekiyor; fakat Türkiye’de özellikle son 17-25 Aralık sürecine yansıyan yolsuzlukların ayyuka çıkmasıyla, Saray’ın bütün karar alma mekanizmalarını elinde tuttuğunu, kuvvetler ayrılığı ilkesini takmadığını açıkça gördük. Bu sebeple, Türkiye’de kanun hâkimiyeti kalkmış durumda. Yabancı yatırımcı, yarın benim başıma da bir şey gelir mi korkusuyla Türkiye’den uzak kalmaya başladı. Son yıllarda yabancı sermaye çıkışı çok fazla arttı. Yabancıların siyasi sisteme karşı güveni gittikçe azaldı. Bunun yanında, yerli yatırımcı da aynı güvensizliği yaşamakta. Yandaş olanlarda bile bir kuşku başladığını görebiliyoruz. Böylesi bir belirsizlik atmosferinde, kapitalizmin mekanizmalarının işlemesi mümkün değil.
Hükümetin gündelik talep ve çıkarlarına göre Merkez Bankası’nın yönlendirilmeye çalışılması, güveni azaltan bir diğer faktör. Son dönemde yansıdığı gibi, Saray’ın danışmanlarının söyledikleri bile ekonomi için bir risk konusu oldu.
*Türkiye ekonomisi, ne kadar büyük bir sorunla karşı karşıya?
Dünyada yaşanan ekonomik krizden bağımsız olarak Türkiye’nin kendisi, politik, kurumsal ve ideolojik bir kriz yaşıyor. Ama önümüzde bir Gezi örneği var. Gezi, insanların kaderlerini kendi ellerine almaya kararlı olduklarını ve bunun için bedel ödemeyi göze aldıklarını gösteren önemli bir eşik noktasıydı. Şimdi muhakkak ki Gezi benzeri eylemlerle bugünün ihtiyaçlarını karşılamak gerekmez. Ama insanların bulundukları yerlerde daha aktif olmaları ve sistemi sorgulamaları gerekiyor. Sorumlu yurttaş olarak politik bilince sahip olmaları, Türkiye’nin önünü açacaktır. Biraz daha cesur olunup toplumcu, kamucu bir politikayı alternatif olarak sunan kişilere desteğin artacağını düşünüyorum. Kral çıplak demeyi başarırsak, Türkiye’nin kazanacağını düşünüyorum.