Türkiye geçici bir hükümetle tekrar seçime gitmek üzere yola çıktı. Ülke, 7 Haziran’dan bu yana, ‘tekrar seçim’ gibi pek çok şeyle ilk defa karşılaşılıyor. Bunların bir kısmı da, teamüllerde yeri olmayıp daha önce kullanılmayan, fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kullanmayı tercih ettiği bazı yetkiler oldu. ‘Sivil darbe’ gibi tartışmaları da beraberinde getiren süreci ve bu sürece ilişkin diğer tartışmaları, Türkiye’nin uluslararası hukuk alanındaki en yetkin isimlerinden olan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hâkimliği görevinde bulunmuş 24’üncü dönem İzmir Milletvekili Rıza Türmen’le konuştuk.
*Son dönemde tartışılan ‘sivil darbe’ kavramı ne anlama geliyor?
Ülke olarak darbe konusunda engin bir deneyimimiz var. Ne oluyor darbelerde: Yeni bir anayasa yapılıyor, meclis ortadan kaldırılıyor… Burada da söylenmek istenen, askerler tarafından yapılmamış olsa bile anayasanın bu biçimde delinmesi bir darbe niteliği taşır. Bu benzetme ne kadar doğru bilemiyorum. Ama ortada bir gerçek var. Anayasanın Cumhurbaşkanı tarafından delinmesi söz konusu… İki şey yapıyor Cumhurbaşkanı: İlk olarak, anayasada açık olan normlar var. O normları ihlal ediyor. Mesela, tarafsızlık… Anayasanın cumhurbaşkanına tanıdığı bir rol var. Parlamenter demokrasiyle yönetilen bütün ülkelerde de bu durum geçerli. Cumhurbaşkanı partiler üstü tarafsız bir rol oynar. Hakem rolü oynar. Kendi partisiyle olan ilişkisi kesilir. Bizim anayasamızda da böyle hükümler var. Cumhurbaşkanı tarafsız olduğuna dair yemin eder. Aynı zamanda, cumhurbaşkanı sorumsuzdur, sorumsuz olduğu için de yetkisizdir. Çünkü yetki ile sorumluluk birbirine ilişiktir. Yetkinizi kullanırken aynı zamanda hesap verebilmeniz lazım. Dolayısıyla sorumsuzsanız yetkiniz de yoktur. Şimdi, Cumhurbaşkanı bu hükümlere uymuyor. Cumhurbaşkanımızın kendine biçtiği rol, anayasanın kendisine biçtiği rolden çok farklı… Partiler üstü denge unsuru olan bir cumhurbaşkanından ziyade belirli bir partinin genel başkanı gibi hareket edip o partinin çıkarlarını savunarak, o partinin tek başına iktidar olmasını isteyen bir cumhurbaşkanı var. Bu, açık bir anayasa ihlalidir.
*Anayasaya aykırı diğer husus nedir?
Bir de ikinci durum var: Anayasa, cumhurbaşkanına birçok konuda takdir yetkisi bırakmış. O takdir yetkisini kullanırken de cumhurbaşkanının, bu tarafsız hakem rolüne uygun olarak hareket edip bu yöndeki demokratik teamülleri de benimsemesi gerekir. Ancak Erdoğan bu yetkisini demokratik teamüllere uygun olarak kullanmıyor. Bunun bir örneği, en çok oy alan parti hükümeti kuramadıktan sonra görevi en çok oy alan ikinci partinin genel başkanına vermesi gerekiyordu. Bu noktada Cumhurbaşkanı’nın takdir yetkisi var ama bu takdir yetkisi hem Türkiye’de hem de dünya genelinde bugüne kadar böyle kullanılmış. Bir diğer örnek, seçim sonuçları açıklandıktan hemen sonra hükümet kurma görevini vermesi lazım ama vermiyor, Başkanlık Divanı kurulana kadar bekleyeceğim diyor. Darbe kavramıyla ifade edilmek istenen bu hususlar.
*Erdogan’ın kullandığı ‘fiili durum’ ifadesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Cumhurbaşkanı çıkıp dedi ki, ortada fiili bir durum var. Bu sözle kendi konumunun anayasaya aykırı olduğunu düşündüğünü gösteriyor. Kendi kendinin meşruiyetini inkâr edip kendi bindiği dalı kesiyor. Zaten daha sonra Cumhurbaşkanı buna benzer başka bir laf etmedi. Bir defa Rize’de söyledi, daha sonra muhtemelen kendisine bu ifadeyi kullanmaması tavsiye edildi. Ama ‘Sistem değişmiştir’ lafını kullandı. Hâlbuki sistem değişmemiştir. Cumhurbaşkanı seçilme yöntemi değişince cumhurbaşkanının yetkileri ve konumu değişmiyor. 82 Anayasası hazırlanırken, darbeyi gerçekleştirenler tarafından parlamentonun üzerindeki denetim yetkisinden vazgeçilmek istenmedi. O dönem cumhurbaşkanı olan Kenan Evren’e, parlamenter demokrasilerde bulunmayan, cumhurbaşkanının sahip olmaması gereken birtakım yetkiler tanındı. Bu yetkilerin arasında tabii ki en önemlisi Bakanlar Kurulu’na başkanlık etme yetkisi… Demokrasilerde sadece çok önemli durumlarda, örneğin olağanüstü hal ya da sıkıyönetim gibi durumlarda bu yetki söz konusu olabilir. Bugüne kadar cumhurbaşkanları çok ihtiyatla kullandı bu yetkiyi. Ama görülüyor ki şimdiki cumhurbaşkanı bu yetkiyi daha fazla kullanmakta kararlı. Kendisi ülkeyi yönetmek istiyor. Bütün mesele de buradan çıkıyor tabii ki. Ortada otoriter bir eğilim var.
*Şimdi de olağanüstü hal ilanı, olağanüstü kanun hükmünde kararname çıkarmak gibi benzer başka yetkiler konuşuluyor. Bunlara ne diyorsunuz?
Olağanüstü hal ilanı zaten Bakanlar Kurulu’nun toplanmasıyla alınabilecek bir karar. Bu durumda Cumhurbaşkanı ile Bakanlar Kurulu’nun birleşip tek bir organ haline gelmesi söz konusu. Cumhurbaşkanı bundan faydalanarak Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisini de kullanmaya başlıyor. Bu noktada demokrasi bir tarafa itilmiş oluyor. Kanun Hükmünde Kararnamelerin hukuki denetime tabi olmadığını da hatırlatmak gerekir. Cumhurbaşkanı’nın elinde, hukuki denetime tabi olmadan ülkeyi arzu ettiği gibi yönetebileceği böyle bir enstrüman var. Bu yetkiyi kullanırsanız adı diktatörlük olur. Türkiye’yi bekleyen böyle bir tehlike olabilir. Güneydoğu’da işler karıştı denilip pekâlâ böyle bir karar alınabilir. Ortada zaten ‘özel güvenlik bölgesi’ adı altında anayasada yeri olmayan, özgürlüklerin askıya alındığı bir durum var. Hukuki zemini olmayan bir tasarrufla özgürlükler kısıtlanamaz.
*AK Parti’nin HDP’yi yüzde 10 barajının altına itmek için çabaladığı, dile getirilen bir başka konu. Erdoğan, değindiğiniz bu yetkileri, AK Parti’nin amacına ulaşması için bir manevra aracı olarak kullanabilir mi?
Her türlü zorlamaya imkân var açıkçası. Cumhurbaşkanı’nın zihniyetine göre 7 Haziran’da ortaya çıkan tablo bir yanlıştı ve yapılan bu yanlışın düzeltilip AKP’nin tekrar tek başına iktidar koltuğuna oturması gerekiyor. Tekrar seçime gidildiğine göre bundan önceki seçimden farklı bir şey olması umuluyor. Bugünkü durum, ortadaki kaos, ekonomideki bozulma ve bu kadar insanın hayatını kaybetmesi AKP adına hayırlı işler değil. Yanlışı düzeltecek başka manevralar düşünülüyor herhalde ki, tekrar seçime gitmenin AKP adına bir anlamı olsun. Bu manevralar ne olacak bilemiyorum ama birtakım manevralar olacağını düşünüyorum. MHP’den sıkıyönetim çağrısı geldi. Parti olarak seçim hükümetinde de yer almayacaklarını açıkladılar. MHP’nin aklındaki nedir?
MHP’nin Kürt sorununun çözümü adına önerdiği tek şey şiddet… Bu durumda sıkıyönetim MHP’nin işine gelir çünkü böylece bazı olağanüstü yetkiler Saray tarafından değil asker tarafından kullanılacak. Özgürlükler askıya alınacak. Ortaya baskıcı bir rejim çıkacak. Bu MHP’ye uygun bir yaklaşım…
*Aynı tercihi CHP de yaptı. Neden?
CHP’nin seçim hükümetine neden katılmadığını pek anlamadım açıkçası. Koalisyon kurmak için görüşmeler yaptılar. AKP’nin bu süreçte ne yapacağı belli değil. Açıkçası işin içinde olmak daha iyi bir tercih gibi geliyor bana. AKP’yi kontrol edip onları dengelemek daha akıllıca bir yaklaşım olurdu.
*Kurulacak hükümet, seçim hükümeti, fakat ülkedeki gelişmelere göre bu hükümetin niteliği değişebilir mi? Buna olanak var mı?
Bu seçim hükümeti, yeni hükümet kurulana kadar iş başında olacak. Seçim hükümeti bir şarta bağlı olarak kurulan geçici bir hükümettir. Güvenoyu almayacağını da belirtelim. Yasa bunları belirtmiş. Bu hükümetin kalıcı bir hale dönüştürülmesi son derece tartışmalı bir konu olur. Ancak bu olursa, Türkiye fiili durumlarla yönetildiği için ortaya bir fiili durum daha çıkar diyebilirim.