Soğukkanlı düşünecek olursak, aynı yıl içinde iki kez seçim yapmamızın mantıklı bir açıklaması yok. Herhalde bu, Cumhuriyet tarihinde bir ilk. Yani, gayet cepheli ve kamplaşmalı dönemlerimiz oldu, bilhassa 1960 sonrasında, 70’lerde, ancak bir seçimin sonuçları beğenilmediği ve koalisyon kurulamadığı için aynı yıl içinde ikinci kez seçim yapmış değiliz.
Neden böyle olduğunu uzun uzun yazdık, bilhassa Erdoğan ve AKP’nin Kürt meselesi üzerinden iktidarı yeniden ele geçirme niyetini haftalarca yazdık. Ancak gelinen noktada, duruma başka açılardan da bakmak geriyor.
Mevcut durumda koalisyon görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, hükümet kurma görevini, ikinci parti olan CHP’ye vermedi, buna gayet kişisel bir neden buldu (Beştepe’nin yolunu bilmiyorlarmış) ve kendi kendine erken seçim kararı alıverdi. Bunu yaparken, mevcut TBMM’yi, yani halkın oylarıyla seçilmiş olan meclisi feshetmiş oldu. Bu hır gür içinde üzerinde pek durmasak da, önemli ve demokrasi tarihimiz açısından kritik bir gelişmedir. Her şey belki biraz zorlansa da yasal ve anayasal usuller içinde yapılmış gibi görünüyor, ancak, gelin şöyle soralım: Bu TBMM feshedilmeyi hak ediyor muydu?
Aslında bir açıdan, yani biraz ironi yapacak olursak, ediyordu. Öyle ya, Meclis’e 80 HDP’li girmiş, Ermeni, Roman, Süryani vekiller var, üstelik bu Ermeni vekillerden bazılarının cari resmi görüşle başı hiç hoş değil. Devlet elbette böyle bir şeye tahammül edemezdi, böyle bir Meclis’le yıllarca yaşayamazdı. Dolayısıyla, Türk devlet geleneği açısından bakacak olursak, böyle bir TBMM’ye ‘darbe’ yapılması hiç de şaşırtıcı değil.
Biraz şakayla karışık yazdım ama durum böyle. Erdoğan’ın şahsında cisimleşen Türk devlet geleneği elbette böyle tarif etmese de, şu koalisyon işlerini yokuşa sürerek, barış diyenleri susturmaya çalışarak, bölge üzerinde en iyi bildiği metodları yani baskı, gözaltı ve tutuklamaları devreye sokarak, bu arada basına da gözdağı vererek, TBMM’de temsilini bulan atmosferi boğmaya çalışmakta.
Devlet bu refleksle hareket etti ve hafta içinde, Türkiye’yi seçime götürmek şartıyla kurulacak bir hükümet oluşturma meselemiz oldu. Bu hükümet için de mevcut Başbakan Davutoğlu tercih edildi ve Davutoğlu, yasa gereği, TBMM’de grubu bulunan partilerden vekillere bakanlık teklifi götürdü.
CHP anlaşılmaz bir şekilde bu –görünürde iki aylık– hükümete katılmayı reddettiği için, ilk gelen yanıtlar “Almayalım, mersi” şeklinde oldu. MHP zaten baştan beri her şeye hayır dediğinden, onların da hayır diyeceği kesindi; öyle oldu, ama bir baktık ki, Tuğrul Türkeş bakanlık teklifini kabul etmiş. Hükümet vb. işleri bu kadar canhıraş biçimde reddeden MHP’de bu gelişmenin bomba etkisi yarattığına tanık olduk çarşamba günü. İki nedenle: Bir, Tuğrul Türkeş, malum, Başbuğ Alpaslan Türkeş’in oğlu. İki, liderin sözünden çıkmanın hiç de hoş karşılanmadığı MHP’de böyle bir hamle gerçekten sürpriz. Bu hamle muhtemelen Tuğrul Türkeş’in partiden istifası ya da ihracıyla sonuçlanacak, fakat MHP’yi sarsmaya muhtemelen devam edecek.
HDP’ye giden bakanlık teklifleri de ilginç. Levent Tüzel, Müslüm Doğan ve Ali Haydar Konca’ya bakanlık için teklif gitti. HDP seçim hükümetinde yer almayı istediği için –ki zaten bu bir hak ve HDP açısından mantıklı bir hamle– üç ismin de teklifi kabul etmesi bekleniyor. Ancak burada, Davutoğlu’nun, HDP içindeki ‘Batılı’ vekillere teklif göndermesi dikkatlerden kaçacak gibi değil. Teklifler usullere uygun belki ama burada da seçmen iradesinin bir miktar, bilerek ıskalandığını söylemek mümkün.
Muhtemelen, teklifi kabul etmeyen CHP’li ve MHP’li vekiller yerine bağımsız ya da dışarıdan isimlere teklif götürülecek. Seçim hükümeti, güvenoyu alma zorunluluğu olmadığı için, muhtemelen kısa sürede işe başlayacaktır.
İyi de, bu gidiş nasıl bir gidiştir? Yani böyle bir hükümetle gidilecek seçimin neyi değiştirmesini beklemeliyiz? Muhtemelen çok az şeyi...
AKP’nin koalisyonu kurmayıp seçim gitmemesinin şu HDP meselesi dışında da nedenleri olduğunu belirtmiştik. E, bunların başında 17-25 Aralık meselesi geliyor. CHP geçen hafta bu konuda, Erdoğan ve dört bakan hakkında Meclis soruşturması açılması amacıyla bir önerge verdi. Bu önergenin bu dönemde gündeme gelmesi ve TBMM’de oylanması muhtemelen mümkün değil. Ancak bu konunun önümüzdeki dönem boyunca AKP’nin sırtında bir kambur olarak duracağı belli. Bu kamburdan kurtulmamayı tercih eden, elbette Erdoğan.
Beri yandan, şu savaş meselesinde işler AKP’nin umduğu gibi gitmiyor. Hafta boyunca şehit cenazelerinden AKP’ye yönelik olarak yükselen tepkilere tanık olduk. Şu ya da bu saiklerle, AKP’nin savaş politikası milliyetçi tabanda da pek karşılık bulmuyor gibi.
Velhasıl, AKP, daha doğrusu Erdoğan “Tek kurtuluş yolumuz bu” diyerek, Meclisi feshedip seçime gidiyor ama evdeki hesabın çarşıya uyması epey zor görünüyor.