LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Likör ve Çarşamba Sendromu

“sana nasıl bulsam, nasıl bilsem,
nasıl etsem nasıl yapsam da 
meydanlarda bağırsam
sokak başlarında sazımı çalsam
anlatsam şu kiraz mevsiminin 
para kazanmak mevsimi değil
sevişme vakti olduğunu...”

Sait Faik Abasıyanık

Çarşamba sendromu diye bir şey duydunuz mu? Duymadığınıza eminim. Benden başka da yaşayan var mı bilmiyorum ama ben yıllarca yaşadım o sendromu. Heybeliada pazarı müthiş bir pazardır ve çarşambaları kurulur. Yalova’dan gelen pazarcılar tezgâh açar ve İstanbul’da bulamayacağınız tazelikte meyve sebze gelir. Yani ben çocukken öyleydi, hala öylemi bilmiyorum. Ama ben o pazardan nefret ederdim. 

Pazar demek adanın dik yokuşlarında Pazar arabası çekmek demekti çünkü. Üstelik o Pazar önce baştan sona gezilir. Siparişler verilir. Esnaf esnafa kırdırılarak fiyatlar aşağıya çekilir ve hazırlanan torbalar tarafımdan üç yokuş yukarıya taşınırdı. Böyle anlattığımda çok can alıcı değilmiş gibi geliyor değil mi? Ama kazın ayağı öyle değil. Bir, yaz ayları likör ve reçel yapma zamanıdır. Yani likör, şerbet ya da reçel yapılacak meyveden bolca hem de epey bolca alınır. İki, mamamlar beşkardeştiler ve adada işe gitmeyen tek hayta bendim, üstelik ailenin en ufağıyım. Bu da demek ki yapılan tüm alışveriş ben marifeti ile diğer evlere dağılacak. Emin olun ki elimde Pazar arabası denize giden arkadaşların arkasından bakmak onlu yaşlarında bir çocuk irisi için hayatın en acıklı sahnesidir.

Üstelik taşıma faslıyla bitmez bu mevsimde hapsetmeye çalışmak çabası meyveyi. Önce likör yapılır. En revaçta olan tabi ki vişne likörüydü. Tek tek saplarının kesilmesi işi tabi ki evin küçüğüne düşerdi ama bu işten çok şikayetçi olmazdım çünkü bol bol yeme imkanı vardı. Ama reçel yapılacaksa iş biraz daha uzun sürerdi. Saç tokası ile tek tek çekirdeklerin çıkarılması gerekirdi. Mamamın adadan taşıdığı reçel kavanozunu otobüste elinden düşürüp de kırdığında, otobüste yolculuk eden kadınların ayıklanmış vişnelere bakıp bakıp mamama nasıl acıdıklarını hatırlarım hala.

Ufak çaplı travmalar bırakmış bana yaz boyu süren, likör şurup reçel yapma ritüelleri. Şarap tadımı yaparken bana çok doğal gelen bazı kokuları paylaştığımda tadımda yanımda olanların bıyık altından güldüklerini fark etmiyor değilim. Örneğin, herhalde sadece benim tadım notlarında göreceğiniz kokulardan birisi; “ çilek reçeli pişerken üstünden alınıp, ayrılan köpüğün kokusu”

Mamamı çok gereksiz yere erkenden kaybettiğimizde ondan bana kalan en değerli miraslardan biri yarısı kalmış büyükçe bir şişe likör kavanozuydu. Aklıma geldikçe gıdım gıdım içtim o likörü. Nadin şimdi onun kavanozunda onun baharatları sardığı tülbentle yapıyor likörleri. Mamamın kiler kadar olmasa da epey tatmin edici likörler çıkıyor ortaya.  Gelelim mamam Digin Makruhi’nin likör tarifine;  2 kilo sapları yarsından kesilmiş vişneyi, yaklaşık bir kilo şeker ile beraber bir kavanoza koyacaksınız. 4-5 gün şekerle beraber bekleyecek sonra 10-15 karanfili, 2 çubuk tarçını, 1 adet muskatı bir tülbentle sarıp, eczaneden ya da marketten alınma bir litre saf alkolü ve alkolün 2-3 katı kadar suyu bekleyen karışıma ekleyeceksiniz. Tarımsal kökenli saf alkolün kokusu artık çok baskın oluyor yerine votka koyabilirsiniz ama votka koyarsanız koyduğunuz votka kadar sudan fazlasını koymamanız gerekir. 30 -35 gün sonra, vişnelerin renkleri açılmaya başladığında likörünüz hazır demektir. Aman likörünüzde ki vişneleri sıkmaya falan kalkmayın, kadehin içinde vişnesi ile servis etmek gerekir. O vişnelere likörden de lezzetli olur ama tek bir kusurları var. 8-10 tane o alkolü iyice emmiş vişnelerden yerseniz, 10’a kadar sayamayacak hale gelebilirsiniz.

Bu tarifle bir likör yapar da beğenirseniz mamam içinde bir kadeh içersiniz umarım.

Afiyet olsun…