Bazı şeyler için “Artık yapamıyorum” demeye başladıysanız, yaşlılığa ilk adımlarınızı attınız demektir. Durdurulamaz bir süreç başlamıştır. İki türlü olur bu ‘artık yapamama’ meselesi. Biri ta çocuklukta başlar, büyüdükçe artık yaşınıza yakışmaz diye yapmaz, yapamazsınız. Bedenin gücüyle değil, çevre baskısından doğan bir anlayışla ilgilidri bu durum. Mesela çocukken benim gibi ‘düz duvara tırmanır’ şeklinde tarif edilenlerdenseniz, gençlikte de buna gücünüz yeter isterseniz ama yapmazsınız, yakışmaz. Bu tarz ‘artık yapamama’lar, zaman içinde hafif bir nostaljiye dönüşse de fazla koymaz insana, acıtmaz. Pek pek, ille de taşıyorsa içinden, yapıverirsin bir ara kimseler görmeden, ben yaptıydım bir kere. Eşim henüz sağken, sağlamken, Kınalı’daki evimizin karşı köşesindeki eğri çamın gövdesine, çocukların karşıdan kaptırıp koşa koşa gelerek, düz duvara tırmanır gibi çıkıvermelerini balkonumdan izler, özenirdim. Çocukluğumu hatırlar, heveslenirdim. Bir gece geç vakti, keyifli bir yemekten dönüşte, baktım etraf bomboş, kimseler yok ortalıkta. Ani bir kararla “Tut şu çantamı” dedim, karşıdan kaptırdım, koştum, fırt diye tepesindeydim. Oh! Yaptım işte! Bunu diyorum yani.
Aslında ben o tarz yapamamalar açısından şanslı oldum biraz. Uzun yıllar ana sınıfı öğretmenliği yaptığım için, bedenimin izin verdiği bir dolu çocukça şeyi çocuklarla birlikte yapabildim. Şimdi bu yaşımda yapabilir miyim? Bilmiyorum. Bilmek istemiyorum, denemiyorum. Tıpkı, gençlikteki tüpsüz yirmi metre derine dalma becerimi denemeye kalkmadığım gibi... Bunları “İstersem yaparım belki” şeklinde, gizli bir umut olarak tutuyorum içimde. Ama açıkça “Artık yapamıyorum” dediren şeyler, basit şeyler, tedricen arttıkça irkiliyor insan. Ve bu kötü bir şey. Koşmak, merdiven çıkmak, yokuş tırmanmak gibi şeylerle başlıyor, uzanmak, eğilmek, çömelmek gibi şeylere doğru gidiyor, yürümek, işitmek, görmek gibi en küçüklerine varıyor ve acıtıyor. O hale gelince de beden gücüne dayanan uçlardaki becerileri aklına bile getirmeden en ilkel ve en basitlerine iç geçiriyor insan.
Bu ‘artık yapamama’ kavramı ilk kez Seth Meyers’in bir söyleşi programını izlerken takıldı kafama. 40’lı yaşlardaki Amerikalı bir aktör, oğlunu lunaparka götürüşünü anlatıyordu. O vıııjt diye yükselen, alçalan, dönen çılgın araçlardan birine binmişler. Adam sözde çocuğuna mukayyet olmak için binmiş de, tur bitene kadar, yüreği ağzında, gözleri kapalı, önündeki koruyucuya sarılıp kaskatı kalmış. İndiğinde dizleri tutmuyormuş, nihayet dönüp oğluna bakmayı akıl ettiğinde, oğlan pür neşe “Baba, ne olur bir daha binelim” demekte... “İşte o zaman anladım ki, insan yaşı ilerledikçe bazı şeyler için teker teker ‘Artık yapamıyorum’ demeye başlıyor” dedi. Kısa bir süre pek üzerinde durmasam da, neleri artık yapamadığımı düşündüm. Yazmaya falan karar vermediğim gibi, yapabildiklerimin ne kadarına şükretmem gerektiğini bilemedim. Ta ki yıllardır huzurevinde yaşamakta olan bir dostumu ziyarete gidene kadar.
Sevgili Vahe. Geç kazandığım, kaybederim diye içimin titrediği, kaybettiğim babamın yaşında, babam kadar sevdiğim, yeri doldurulamayacak, değerli bir insan, can bir dost. Vahe’den ilk kez yıllar önce, yine bu köşede söz etmiştim. Adını bir sohbette duymuş, ilgilenmiş ve hakkında araştırma yapmıştım. Onun sanatçı kimliğinden ve azminden etkilenmiş, yazıma konu etmiştim, o da okuyup teşekkür etmek için beni aramıştı ve kendisiyle uzun bir röportaj yapmıştık. Şimdi o detayları yeniden yazmayacağım, gerçi çok zaman oldu, unutulmuştur, zaten o yazının başlığı da ‘Unutulmuşlar’dı ama yine de onlar başka bir yazının konusu. Biz o günden sonra sıkı dost olduk Vahe’yle, kaldığı huzurevi evime çok yakın, sık sık gider gelir olduk, daha doğrusu o bana gelir oldu. Haftada bir kez, akşamüstü, tıkır tıkır, minik adımlarla gelirdi, kahve içip sohbet ederdik; saat altı olmadan, akşam yemeğine yetişmek için dönerdi. Şimdi ‘artık’ gelemiyor. Pazar günleri, korosunda yer aldığı kiliseye de ‘artık’ gidemiyor. Çünkü ‘artık’ yürüyemiyor. Yaşına göre çok hareketli bir insan oldu hep, o yüzden de birkaç kez düştü, ameliyat falan derken, koşuşturmaları bitti. Oturduğu yerden neler beceriyor ama gece uykusunda terlediğinde, kendi başına doğrulup çamaşırını değiştiremiyor mesela... “Ama tuvaletimi tek başına yapabiliyorum” dedi. İşte onu görmeye gittikten sonra bu ‘artık yapamamak’ olayına takıldım. Ben bunları yazarken TV açık, İstanbul’da yine bir kendini patlatma terörü anlatılıyor.
“Ey insanoğlu!” diyesim var, nedir bu hırsın, ne? Nedir bu öfken? Pisi pisine ölmezsen ki hiç değmez, bir gün sırf tuvaletini yardımsız yapabilmeye fit olacaksın.