Moda İskelesi’ndeki restoranın içki ruhsatı iptal edildiğinde insanlar ellerinde içkileriyle gidip bu uygulamayı protesto ettiklerinde, bana çok garip gelmişti, içkiyle siyaset yapmak. Ama sevgili memleketimiz kendi vatandaşlarını ters köşeye yatırmaya bayılıyor. Bu yazıyı, çok manasız bulduğum bir ‘tepki içkisi’ eşliğinde yazıyorum. Bahçeli viskiden bahsettiğinden beri canım iyi bir viski çekiyordu, bu yazıyı yazmaya oturduğumda kısmet oldu. Bu sıcaklarda belki en doğru seçim değil ama n’apalım, memleketin tahmin edilemeyen koşulları insanı bazen zorluyor. Viski ile ilişkim çok mesafeli başlamıştı. Sonraki yıllarda arayı kapatmaya çalışma çabamın nedeni, vaktizamanında oluşan bu mesafe belki de. Bizim evde viski olurdu. Büyük, belki beş litrelik, tekerlekli, üçgene benzeyen bir şişede dururdu. İçki şişesinden çok bir ev mobilyası gibiydi. Babam çaktırmadan içer, mamam eksildiğini anlamasın diye sonradan taşıdığı viskilerle takviye ederdi. Pek matah bir viski olduğunu sanmıyorum, çünkü babam ne bulursa onunla tamamlardı. Bir nevi ‘house blend’... Çocukken, bu muamele nedeniyle anlamıştım, viskinin önemli bir şey olduğunu. Babam gençlik anılarında altını çizerdi, Büyük Londra Oteli’nin barında, bir de adaya giden Paşabahçe vapurunun Amerikan barında içtiği viskileri…
Ada vapurunda tombala çektirirlerdi, ve en kıymetli ödül hep viski olurdu. Yani önemli bir içecekti, bu nedenle epey saygıyı hak ettiğini düşünürdüm. Çok sevmeyenler bile saygıda kusur etmezlerdi.
Aka Gündüz, 1922’de yayımlanan ‘Kokain’ adlı kitabında, viskiyle yeni tanışan Ankara’nın bu içkiye gösterdiği saygıdan bahseder: “Viski, yeni yeni içiliyordu. Siftah edenler önce lezzetinden, kokusundan hoşlanmıyorlardı ama fiyatı yüksek, kibar içkisi olduğu için zoraki beğenir gözüküyorlar.”
Kendisi de lince uğramış ve kıl payı kurtulmuş, –biri Büyük Millet Meclisi’nin kürsüsünde olmak üzere – toplu dayaklar yemiş bir siyasetçi olan Çetin Altan’ın belki de en iyi romanı olan ‘Viski’, “Allahtan, bahset” serzenişlerine cevap vermeyince linç edilip parçalara ayrılan, ‘Rezil Köpek’ adlı karakterinin attığı bir nutukla başlar. Parçalanmış vücudunu toparlayıp linçten çıkan adam, ilk iş olarak gidip bir otelin barında viski içmeye başlar.
Eski Türk filmlerinde, şimdi rakı bardağı adını alan, o zamanların limonata bardaklarında içilen viskiler hep vardır. Hep biraz şımarık, yozlaşmış zenginler ve zengin çocukları içer viskiyi.
Arpa, buğday, çavdar veya mısırdan damıtılarak yapılan ve meşe fıçılarda dinlendirilerek olgunlaştırılan bir tür alkollü içkidir viski. Bu kadar anlam yüklemenin bir manası var mıdır, tartışılır.
Viskiyi bulanlar ise bu içkiye, ‘yaşam suyu’ anlamına geleni Keltçe ‘Uisge beatha’ diyorlardı. Belki de gerçekten, alkollü içkiler yaşam suyudur. Belki de bir keramet vardır bu içeceklerde. Bu memleketin başına ne geldiyse, içmeyenlerin başının altından çıktı çünkü. Maraş’ta mahalleleri basıp katliam yapanlar, Çorum’da öldürdükleri insanları tarlalara atanlar, üniversite öğrencilerini telle boğanlar, hep böyleleriydi. Onlar, ellerinin kanıyla milletvekili oldular. Memlekette hayatın ikinci sınıf bir korku filmi haline gelmesine neden olanlar, şimdi birilerine şereften, şerefsizlikten bahsediyor, ki kendileri ancak, Ankara Piyangotepe’de bir kahveyi tarayıp yedi kişi öldüren birinin adını o semtteki bir parka verecek kadar şereflidirler.
Viski içenlere selam olsun. İlla yalıda içmeye gerek yok, memlekette içecek çok yer var!